17 Ocak 2012 Salı

Akif Beki formülü buldu: Hepimiz cemaatçiyiz

Radikal yazarı Akif Beki bugün, cemaatçiliğin muhafazakarlık, din ya da biat geleneğinden değil otoriterlik ve itaat kutsamacılığından kaynaklandığını yazdı. Beki bu tariften, aslında “hepimizin bir nebze cemaatçi olduğu” sonucunu çıkardı.

Başbakan Erdoğan’ın eski basın danışmanı ve Radikal yazarı Akif Beki bugün köşesinde “Bir cemaat ferdi ‘birey’ midir?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısına, “Hayır, bir cemaat ferdi kati surette birey olarak mütalaa edilemez” diye başlayan Beki, cemaatçi bir kişinin eleştirel akıldan mahrum olduğunu, ne söylenirse onu tekrarladığını, ezberinin kuvvetli olduğunu ve “kişiliği bastırılmışsa fesatlığa, fıtratı bozulmuşsa da fitneye aşırı meyyal olduğunu” vurguluyor.
Beki’nin yazısının kaynağı, tarihçi Şükrü Hanioğlu’nun Pazar günü Sabah’ta yazdığı “Sorgulamadan itaat ve liderlik kutsaması muhafazakarlığa mı özgü?” başlıklı yazı. Hanioğlu burada, önce muhafazakar yapılar ve siyasete yönelik eleştirileri dile getirmek üzere kullanılan “bi’at” kavramının yanlış kullanıldığını öne sürüyor ve ardından “siyasi otoriterlik ve itaatin kaynaklarını” tartışıyor. Hanioğlu’na göre muhafazakarlığın otoriter eğilimler barındırmadığı ya da itaati eleştiren bir sorgulama kültürüne sahip olduğu söylenemeyeceği gibi, otoriterlik ve itaatkarlığın yalnızca muhafazakarlığa ve dine atfedilmesi de doğru değil.
Hanioğlu bu tespitin ardından, meselenin esas olarak “bireyin ortaya çıkmasına izin veren örgütlenmeler yaratılamamış olması”ndan kaynaklandığını söylüyor ve “Cemaatçi örgütlenme (gemeinschaft) zannedildiği gibi muhafazakârlığa ve dindarlığa has bir yapılanma biçimi değildir. Bu açıdan bakıldığında kendisini ‘Türk Solu’ olarak tanımlayan yapının da ‘cemaat’ karakteri taşıdığı görülür. Benzer şekilde Kemalist örgütlenmeler de gerçekte hacimli ‘cemaat’lerdir” diye devam ediyor. Başka bir ifadeyle, Hanioğlu’na göre cemaatçi örgütlenmeyi yaratan esas unsur, “içe kapalı, dayanışmacı, otoriter, her üyeye yukarıdan aşağıya görev verilen ve ‘itaati kutsayan’ topluluklar yaratılması”…


Beki argümanı “mantıksal sonucuna” vardırıyor

Akif Beki ise bugünkü köşe yazısında esasen bu argümanı mantıksal sonucuna vardırmaktan başka bir şey yapmıyor. Şöyle diyor Beki: “Bireyselleşmeyi cendereye alan örgüt kültü, toplumsal genlerimize kadar işlemiş. Dinden ve biat geleneğinden bağımsız bir olgu bu. Dinle ve muhafazakarlıkla izah edilemeyen bir olgu. Hepimiz doğuştan bir nebze cemaatçiyiz yani, hepimizin genlerine az çok bulaşmış.”

O halde, adım adım sıralarsak, argüman şuna dönüşüyor: (1) Cemaatçiliğin kaynağı hiyerarşik ve itaate dayalı örgütlerdir, (2) bireyin ortaya çıkmasına izin vermeyen bu tip örgütlenmeler muhafazakarlığa ve dine özgü değildir ve (3) bu tip örgütlenmeler her yerdeyse cemaatçilik ve cemaatler de her yerdedir; hepimizde vardır. Hayırlı olsun!
Ve sonuç: Cemaatçilik eleştirisi aslında bir toplumsal yapı eleştirisi olmalı, hiyerarşik örgütlenmelere, itaat kültürüne ve otoriter eğilimlere yönelmelidir; belirli bir adrese/örgüte yönelik eleştiri cemaatçiliğin esas büyük kaynağını görmezden gelmek anlamına gelir.


Sonda başa: Cemaatleşme, cemaatçilik ve Cemaat

Bu argüman üzerinde sondan başa doğru giderek durmaya çalışalım. Akla gelen sorulardan bir tanesi şu: Belirli bir örgütlenmenin zaman içerisinde cemaatleşmesi ile bir topluluğun doğrudan bir cemaat olarak örgütlenmesi bir ve aynı şeyler midir?

Eğer cemaatleşmeyi bir topluluğun kendi içinde yarattığı bir otoriteye tabiyet üreterek içe kapanması, kendine ait bir ilişkiler, ritüeller ve dil silsilesi geliştirmesi olarak tanımlayacak olursak, herhangi bir örgütlenmenin cemaatleşme riskiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz pekala. Bu tanıma göre cemaatleşme riskiyle karşı karşıya olan örgütlenme bir siyasi grup olabileceği gibi, bir fikir kulübü, hatta örneğin köy derneği dahi olabilir. Ancak bu durumda tartışma konusu olan, başlangıçta belirli bir amaçla (ya da amaçlarla) bir araya gelen bir insan topluluğunun –paragrafın başındaki tarife göre– karşı karşıya olduğu bir “riskten” söz etmekteyiz. Bunun altını çizelim.
Peki, yukarıda sorulan sorunun diğer tarafından yaklaşırsak ne söyleyebiliriz? Yani belirli bir insan topluluğu doğrudan bir cemaat olarak örgütlenmeyi seçmişse… Bu durumda bir riskten değil, bir örgütsel biçim olarak “cemaat”ten, onu bir arada tutan özelliklerden, ideolojilerden vs bahsetmek zorundayız. Burada söz konusu olan bir “risk” ya da süreç değil, bizzat sebebin kendisidir. Bu defa karşımızda bir sonuç olarak değil, bir amaç olarak itaati, otoriterliği, kapalılığı vs “seçmiş” bir örgütlenme, adlı adınca bir ideoloji olarak “cemaatçilik” bulunmaktadır. Ve bu ikisi hayli farklı olgulardır.
Başka bir deyişle, cemaatleşme riskinin toplumsal ve tarihsel kökenlerini tartışmakla cemaat olarak örgütlenmiş bir yapıyı tartışmak bir ve aynı şeyler değildir. Ve bugün Türkiye’de tartışma konusu olan esas olarak birincisi değil ikincisi, yani büyük “C” ile Cemaat’tir.



Muhafazakarlık muhafazakarlara mı özgü?

Cemaatleri her yerde bulmak mümkün… Ancak Cemaat’i her yerde bulamıyor ve cemaatlere değil, Cemaat’e baktığımızda Hanioğlu’nun iddia ettiğinin aksine muhafazakarlığın ve dinin belirleyici birer ideolojik kaynak olduğunu saptayabiliyoruz.

Ama önce cemaatler ve muhafazakarlık ilişkisi üzerinde duralım. Muhafazakarlığı bir siyasi adres tarifi olarak değil, kültürel ve davranışsal bir kavram olarak görecek olursak, tıpkı bir örgütlenmenin zaman içinde cemaatleşme olasılığının olduğu gibi –buna paralel olarak– muhafazakarlaşması riskinin de bulunduğunu söyleyebiliriz. Hatta cemaatleşen bir örgütün aynı zamanda muhafazakarlaşması mantıksal bir zorunluluktur da denilebilir. Zira dışarıya kapalı, otoriteyi fetiş haline getirmiş ve itaatkar bir topluluğun kendisini yeniden üretmesi bu özelliklerini “muhafaza etmesine” bağlıdır.
Bu risk, bir kez daha, herhangi bir örgütlenmenin ya da topluluğun karşısında bulunur. Buna pekala “solu” da dahil edebiliriz. Yani muhafazakarlık, siyasi bir tanım olarak muhafazakarlara özgü olmak zorunda değil. Ancak burada yine çok temel bir farklılıktan söz etmek durumundayız: Cemaatleşen ve buna paralel olarak muhafazakarlaşan topluluk, örneğin bir sol örgütlenme ise, kendi pratik ve nihai amaçlarını yerine getirme, yani solda durma özelliğini yitirir. Çünkü varlık sebebi toplumu, yani dışarısını dönüştürmek olan bir örgütlülüğün “muhafazakarlaşarak”, itaate ve otorite fetişizmine dayanarak yaşaması mümkün değildir. Cemaatleşen/muhafazakarlaşan sol, basitçe, ölür.

Şimdi de Cemaat ve muhafazakarlık ilişkisine bakalım. Bir Cemaat olarak örgütlenmeyi seçmiş bir topluluğun varlık sebebi, en baştan belirli bir “üst otoriteye itaat” ve bu durumun muhafazasıdır. Yani Cemaat muhafazakarlaşmaz, tanım gereği muhafazakar olmak zorundadır. Cemaatin amacı toplumu dönüştürmek değil, toplumu Cemaat’leştirmek, yani kendisine benzetmektir. Bu amaçla da Cemaat’in üst otoritesi siyasi iktidarın otoritesiyle çatışmamaya, onunla ilişkilenmeye, ona eklemlenmeye mecburdur. Bu nedenle Cemaat, siyasi bir tanım olarak da muhafazakardır. O halde din ideolojisiyle kan bağı, cemaatleşen topluluklara kıyasla, birincil ve de özseldir.


Cemaati hiyerarşi mi yaratır?

Son olarak bu soruya değinelim: Cemaati yaratan hiyerarşi midir, her hiyerarşik örgütlenme cemaatleşmeye mahkum mudur?

Hiyerarşi kavramının ille de yukarıdan aşağıya örgütlenme anlamına gelmediği söylenebilir. Ancak evrimsel açıdan kalıcılık kazanabilen örgütlenmelerin ezici çoğunluğunun bir şekilde piramidal bir yapı arz eden hiyerarşiler olduğunu belirterek, bunu geçelim.
Piramidal bir yapısı, yani yukarıdan aşağıya bir örgütlenme biçimi olan her yapının zorunlu olarak itaat kültürünü yarattığını söylemek ise Aydınlanma tarihini hiçe saymaktır. Yukarıdan aşağı örgütlenmelerin, içerisinde bulunan kişilerin söz ve katılım inisiyatiflerini otomatik olarak ortadan kaldırdığını iddia etmek için ahmak olmak gerekir. Katılımcılığı ve bireysel inisiyatifi ortadan kaldıran hiyerarşi değil, bir bütün olarak ele alınan örgütlenmenin ya da topluluğun içinde bulunduğu maddi şartlar ve topluluğun buna bağlı şekillenen özellikleri, yani yapısı, kültürü ve işleyişidir. Başka bir ifadeyle hiyerarşik örgütlenmelerin zorunlu olarak cemaatçiliği yarattığı söylenemez.
Cemaat’in ise Cemaat olarak varlığını yeniden üretebilmesi için kaynağı tanrısal kabul edilen, kutsiyet atfedilen bir “merkeze”, bir üst otoriteye ve buna dayalı bir hiyerarşiye ihtiyacı vardır. Bu üst otoriteye Cemaat’in içinden meydan okuyan kişi ya da kişilerin de aynı şekilde tanrısal otoritenin kaynağının kendi öğretilerinde olduğunu iddia etmeleri zorunludur. O halde Cemaat’in otoritesi değişebilse bile “Otorite”nin kutsiyeti (tanrısallık iddiası) değişemez. Cemaat bu kısır döngü içinde varlığını sürdürebilir.
Öyleyse bütün bunların özeti olarak “hepimiz cemaatçiyiz” diyenlere şu söylenmelidir: Hayır, hepimiz cemaatçi değiliz, siz Cemaat’çisiniz!


Alper Birdal



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder