31 Mart 2012 Cumartesi

1 Nisan kazığı: Elektriğe yüzde 8.1 zam


Yeni yıla elektrik ve doğalgaz zamlarıyla giren, ağır geçen kış şartları nedeniyle faturaları kabaran vatandaşın yükü,  kışı atlattıktan sonra da hafiflemedi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) elektrik fiyatlarına yüzde 8.1 oranında zam yaptı. Fiyatlar 1 Nisan’dan itibaren geçerli olacak.

EPDK’dan yapılan yazılı açıklamada, Kurul’un bugünkü toplantısında elektrik perakende satış fiyatlarını oluşturan maliyetlerdeki değişimler ile Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi’nin (TETAŞ) tarife teklifinin değerlendirilerek karara bağladığı kaydedildi.

Açıklamada, bu çerçevede 1 Nisan 2012 tarihinden geçerli olmak üzere, kWh bazında, vergi ve fonlar dahil olmak üzere nihai elektrik fiyatlarının ağırlıklı ortalama olarak yüzde 8.1 oranında arttığı kaydedildi.

MESKENDE YÜZDE 9.26

Açıklamada, “Aynı kapsamda, tek zamanlı perakende elektrik satış fiyatları, meskende yüzde 9,26 oranında bir değişimle 32,515 kuruşa, orta gerilim seviyesinde dağıtıma gömülü sanayide yüzde 8,71 oranında değişimle 26,672 kuruşa, dağıtıma gömülü ticarethanelerde yüzde 4,33 oranında bir değişimle 33,253 kuruşa yükselmiştir” denildi.

SIRADA DOĞALGAZ VAR!

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız geçtiğimiz günlerde benzin zammının ardından doğal gaza da zam yapılacağı yönünde sinyal verdi. Gazetecilerin doğalgaza zam yapılıp yapılmayacağı yönündeki sorusunu Bakan Yıldız şöyle yanıtlamıştı: “Şu ana kadar biz doğalgaz zammından ziyade vereceğimiz hizmetleri düşündük. Takdir edersiniz ki; ham petrolün fiyatı son aylarda çok fazla arttı. Bunlar bizim hoşlanmadığımız şeyler. Bölgemizdeki siyasi istikrarın sıkıntıya uğraması, Arap baharının getirdiği yükler enerji sektörüne olumsuz olarak yansıyor. Dolayısıyla dünyanın bize bu manada yük olduğunu görüyoruz. Ham petrolün yüzde 92’sini, doğalgazın da yüzde 97,5’ini ithal eden bir ülke olarak; ham madde ve döviz fiyatlarının artmış olmasından hoşlanmadığımızı belirtmek isterim.” Art arda gelen benzin zamlarının ardından, elektriğe gelen zam önümüzdeki günlerde iğneden ipliğe gelecek zamların habercisi niteliğinde.


SON ALTI AYDA YÜZDE 25 ARTTI

2011 Ekim ayında yapılan yüzde 14’lük zam ile bugünkü zam arasında geçen 6 aylık sürede elektrik faturası yaklaşık yüzde 25 kabardı.

Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya elektriğe yapılan zammın haksız olduğunu, yüzde 8 oranındaki artışın çok ağır bir zam olduğunu belirtti.

Elektriğe yapılan zammın, piyasadaki birçok ürüne yapılacak olan zammı da beraberinde getireceğini söyleyen Kaya, enerjiden alınan özel tüketim vergisinide ciddi bir indirim yapılması çağrısında bulundu.
Kaya, “Rakamları incelemeye alacağız, şayet enflasyonun üstünde bir artış söz konusuysa idare mahkemesine başvuracağı” dedi.

BENZİN 3 HAFTADA 3 ZAM GÖRMÜŞTÜ

Benzin fiyatlarına üç haftada üç zam geldi. 9 Mart’ta 10 kuruş, 19 Mart’ta 8 kuruş zamlanan benzin, 27 Mart’ta 5 kuruş zam gördü. 3 hafta önce 4.53 lira olan benzinin fiyatı böylece 4.67 liraya çıktı.

Türkiye yapılan son zamla birlikte en pahalı benzin liderliğinde diğer ülkelerle arayı açtı. Türkiye’de 4.66 lira olan benzinin litresi, İtalya’da 4.28, Hollanda’da 4.25, Yunanistan’da 4.11, Belçika’da 4.07, Fransa’da ise 4.04 lira. Benzinde İran’la ilgili de senaryolar dikkate alındığında 5 TL senaryoları da güçlenmeye başladı. 5 TL’ye 34 kuruş kaldı.



Evrensel




Mahir Çayan'ın 'Yeni Sömürgecilik' görüşü


POSTKOLONYAL TARTIŞMALAR BAĞLAMINDA  

“Postkolonyalizm”, oldukça tartışmalı bir kavram. “Post” olan bir süreç var mıdır? Yoksa kolonyalizm tamamen ölmemiş, sadece şekil değiştirmiş ve işlemeye devam mı etmiştir? “Post” olanı ne zaman ve nerede aramak gerekir? Postkolonyalizm bir yana “neokolonyalizm” nedir? Burada “neo” olan şeyler nelerdir? Tüm bu sorular postkolonyal incelemelerde yapılmış olan ve yapılmaya devam edilen tartışmalardır.

Türkiye’nin, Türkiye solunun tarihinde önemli bir yeri olan, ancak görüşlerinden ziyade kurucusu olduğu Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) adlı örgüt, bu örgütün eylemleri ve 30 Mart 1972’de Kızıldere’de yaşamını yitirmesiyle anılan Mahir Çayan’ın “yeni sömürgecilik” konusundaki çalışmaları da bu tartışmalara bir katkı olarak görülebilir, irdelenebilir. Bu çalışma bunu amaçlamaktadır.

Bu yazıda, Mahir Çayan’ın Türkiye tahlili ya da devrim tezi ele alınmayacak, sadece “yeni sömürgecilik” üzerine yazdıkları, postkolonyal incelemeler çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacaktır. Yazının ilk bölümünde, Mahir Çayan’ın “yeni sömürgecilik” görüşü aktarılacak; ikinci bölümde ise bu görüş postkolonyal incelemeler bağlamında irdelenecek ve Mahir Çayan’ın katkısı olarak görülebilecek unsurların altı çizilmeye çalışılacaktır.


MAHİR ÇAYAN'IN YENİ SÖMÜRGECİLİK GÖRÜŞÜ


Kolonizasyon, sömürgecilik ve emperyalizm terimlerinin kullanımındaki karışıklığa “neo emperyalizm”, “neo kolonyalizm”, “yeni sömürgecilik” terimlerinin kullanımında da rastlanmaktadır. Aslında bu üç terimin işaret ettiği gelişme de aynıdır. İşgal etmek, koloniler oluşturmak yerine ekonomik bağımlılık ve denetim ilişkileri yoluyla sürdürülen sömürü ilişkileri bu terimlerle adlandırılmaktadır. Ania Loomba, Kolonyalizm Postkolonyalizm adlı kitabında, “neo emperyalizm”, “neo kolonyalizm” olarak[1]; Marc Ferro, Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine Sömürgecilik Tarihi adlı kitabında “kolonici olmayan emperyalizm” olarak[2]; bir dönem Gana’nın cumhurbaşkanlığını da yapmış olan Kwame Nkrumah da “Emperyalizmin Son Aşaması Yeni Sömürgecilik” adlı kitabında kitabın adından da anlaşılacağı gibi “yeni sömürgecilik”[3] terimlerini kullanmıştır.


Mahir Çayan’ın tezleri de “neo kolonyalizm”, “neo emperyalizm”, “kolonici olmayan emperyalizm” olarak da adlandırılan “yeni sömürgecilik” görüşlerini sistematize bir şekilde formüle etmesi açısından önem arz etmektedir.
Mahir de “emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi olarak nitelendirilen[4] bu dönemde farklılaşan sömürgecilik ilişkilerini “yeni sömürgecilik” adı altında irdelemektedir. Loomba ve Nkrumah gibi Amerika’nın “2. yeniden paylaşım savaşı”, sonrası öne çıkan rolüne dikkat çeken Mahir, dünya kapitalist bloğunun bu dönemde bir “Amerikan İmparatorluğu”na dönüştüğünü söylemenin yanlış olmayacağını belirtir.[5] Mahir’in bu konudaki görüşleri özetlenecek olursa: Amerika’nın imparatorluğunu sürdürdüğü bu dönemde, emperyalizm de 3. Bunalım Dönemine girmiştir. Bu dönemde emperyalist ilişki ve çelişkiler biçim olarak iki temel cephede değişikliğe uğramıştır. Bunlardan ilki; emperyalistler arası rekabetin yeni bir paylaşım savaşına yol açması imkanının ortadan kalkmasıdır. Çünkü 1. Paylaşım Savaşı’nda dünyanın altıda biri, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında ise dünyanın üçte biri kapitalist sömürünün dışına çıkmıştır ve emperyalistler, krizlerine yeni bir dünya savaşıyla çözüm bulmaya çalışmanın, hele de bir dünya sosyalist bloğu oluşmuşken ve bilimsel gelişmeler sonucu, nükleer güçler dünyayı yok edecek seviyeye ulaşmışken, kendilerinin zararına olduğunu görmektedirler. İkinci olarak da “emperyalist işgalin biçimi değişmiştir (…) Açık işgal yerini gizli işgale bırakmıştır.”[6]
 


“Gizli işgal”, Mahir’in yeni sömürgecilik görüşü içerisinde önemli bir yer tutar. Mahir’e göre işgal sona ermemiş sadece şekil değiştirmiştir, yeni işgaller askeri olarak açık işgal şeklinde değil, mali denetim ve bağımlılık ilişkileri sayesinde “gizli” şekilde olmaktadır. Gizli işgalin özü ise emperyalizmin dışsal bir olgu olmasının yanı sıra aynı zamanda içsel bir olgu haline gelmesinde yatmaktadır.


1. ve 2. Bunalım Dönemlerinde “uluslararası kapitalizmin” pazarları 3. Bunalım Döneminde olduğu kadar daralmadığından ve “teknoloji ve de sermayenin yoğunlaşıp, temerküzü bu seviyede” olmadığından, uluslararası kapitalizm, sömürge ülkelere emtia ihracı ve nakit sermaye ihraç ve transferiyle pazar sorununu halledebilmekteydi. 3. Bunalım Döneminde ise emperyalistler arası ilişkilerde yaşanan değişikliklere ek olarak, metropollerde sermaye yoğunlaşır ve artarken pazarların daralması sonucu ortaya çıkan “talep yetersizliği” ve 2. Paylaşım Savaşı sonrasında giderek tırmanan ve yaygınlaşan “anti emperyalist ve millici akımlar”, emperyalizmi, sömürü metotlarını değiştirmek zorunda bırakır. Bu değişikliklerle emperyalizmin işgalci, çirkin yüzünün gizlenmesi ve sömürge ülkelerde pazarların genişletilmesi amaçlanır.
 

Bu süreçte sömürge ülkelerde pazarların genişletilmesinin tek yolu ise, sömürge ülkelerde kapitalizmi geliştirmektir. Ancak bu kapitalizm, daha başlangıcından itibaren emperyalizme göbekten bağlı bir şekilde geliştirilecek, “yukardan aşağıya” hakim kılınacak ve bu “yukardan aşağıya kapitalizm” bu sömürge ülkelerde hakim üretim biçimi haline getirilecektir. Emperyalizmin “içsel olgu” haline gelmesi de burada anlaşılır olmaktadır. Emperyalizm, sömürge ülkelerde en gözde müttefiki olarak, yerli tekelci burjuvaziyi oluşturacak ve geliştirecek, ancak bu burjuvazi, daha baştan itibaren emperyalizmle bütünleşmiş olarak gelişeceğinden, emperyalizm de dışsal bir olgu olmasının yanı sıra içsel bir olgu haline gelecektir.
 

Sömürge ülkelerde emperyalizme bağımlı olarak gelişen bu çarpık kapitalizm ülke yönetiminde de değişikliklere yol açmaktadır. Altyapıda kapitalizm egemen unsur haline getirilirken, üst yapıda ise feodal ilişkiler genellikle muhafaza edilir çünkü gelişmekte olan tekelci burjuvazi, “tek başına emperyalizmle ittifakını sürdürerek emperyalist üretim ilişkilerini muhafaza edecek güçte değildir.”[7] Bu yüzde bu burjuvazi, yönetimi “yabancı ve yerli tekellerle zorunlu olarak bağlı olan toprak burjuvazisi ve feodal kalıntılarla” paylaşmak zorundadır. Bu ittifak, yeni sömürge ülkelerde yönetimde olan “oligarşik dikta”nın resmini vermektedir. Oligarşik diktanın yönetim şekli ise “sömürge tipi faşizm” olarak adlandırılabilir. “Bu yönetim, ya klasik burjuva demokrasisiyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan ‘temsili demokrasi’yle icra edilir (gizli faşizm) ya da sandıksal demokrasiye itibar edilmeden açıkça icra edilir. Ancak açık icrası sürekli değildir. Genellikle, ipin ucunu kaçırdığı zaman başvurduğu bir yöntemdir”[8]


MAHİR ÇAYAN'IN GETİRDİKLERİ VE POSTKOLONYAL TARTIŞMALAR  


    
Postkolonyal tartışmalar bağlamında Mahir’in görüşlerini ele almadan önce birkaç tespit yapmak gerekmektedir.
Öncelikle, yeni sömürgecilik konusundaki tartışmalar 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından başlamış ve daha 1960’larda bu konuda birçok kitap Türkçe'ye çevrilmiştir. Örneğin; Pierre Jalee’nin Yoksul Ülkeler Nasıl Soyuluyor adlı kitabı Yön Yayınları tarafından 1965'te, Odette Guitard’ın Üçüncü Dünya-Sömürgelerin Uyanışı adlı kitabı Kitapçılık Ticaret Ltd. Şirketi Yayınları tarafından 1966'da, Nkrumah’ın Yeni Sömürgecilik adlı kitabı Gerçek Yayınevi tarafından 1966'da, Nikitin’in Ekonomi Politik kitabı Sol Yayınları tarafından 1968'de basılmıştır. Mahir de, Che’nin 1968’de yayınlanan “Küba Devriminin Taktik ve Stratejisi” adlı yazısından, yeni sömürgeciliğin anlatıldığı bir yazı olarak söz eder[9]. Bu kitap ve yazıların tamamı yeni dönemde değişen sömürgecilik yöntemini ele almaktadır. Mahir’in yeni sömürgecilik görüşü de bu tartışmalar içerisinde bir formüle ediş çabası olarak görülebilir.


İkinci olarak, Türkiye hiçbir zaman bir kolonizasyon anlamında bir sömürge olmamıştır. Osmanlı’yı ve Türkiye’yi bu çerçeve içerisinde tartışmak olanaksızdır. Türkiye gibi ülkelerin durumu, postkolonyal tartışmaların bir parçasıdır ve kolonizasyon terimine yeni açılımlar sağlamaktadır.


Bu iki tespitin ardından, postkolonyal tartışmalar içerisinde Mahir’in görüşlerinin irdelenmesine geçilebilir.
Loomba, postkolonyalizm teriminin kendisinin tartışmalı olduğunu söylemekte ve bunu “heterojen ve dağınık” bir kapsayıcılığının olmasına bağlamaktadır.[10] 1930’larda yerkürenin yüzde 84.6’sı kolonilerden ve eski kolonilerden oluşmakta ve bu coğrafi kapsam, kolonyalizm ve ona karşı direnişler ve tabi ki postkolonyalizm hakkındaki görüşleri “heterojen ve dağınık” kılmaktadır. Loomba, kitabının “Giriş” bölümünde, postkolonyalizme yönelik eleştirileri üç kampta toplar. Bunlardan ilki, kültürel farklılıklar öne çıkarılırken ekonomik sömürünün göz ardı edilmesidir. İkincisi, postkolonyalizmin somut durumlardan soyutlanmış formüllere indirgenip, sadece hap şeklinde insanlara sunulan, farklıların göz ardı edildiği bir ders konusu haline getirilmesidir. Üçüncüsü ise Edward Said, Gayatri Spivak, Homi Bhabha gibi eleştirmenlerin yazılarına bu inceleme alanının kendisinden daha fazla önem verilmesidir. Mahir’in yeni sömürgecilik görüşü bu eleştirilerin üçünden de muaftır. Ekonomik sömürüyü göz ardı etmek bir yana görüşlerinin göbeğine oturtmaktadır -ve belki de bu yüzden tersten yani kültürel farklılıkları göz ardı ettiğinden eleştirilebilir-; somut durumdan kopuk değildir tam aksine bir ülke özgülünde somut durumu açıklama çabasının ürünüdür; son eleştiri ise zamansal anlamda boşa çıkmaktadır zaten çünkü postkolonyalizm tartışmaları ve bu konudaki belli başlı ürünler Mahirler’den sonraki döneme denk düşmektedir.
 

Loomba, kitabının ilerleyen bölümlerinde, başka eleştirilere de yer verir. Bunların ilki, postkolonyalizm teriminin “post” önekinin içerdiği “sonrası” içeriğidir. Bu içerik bir yandan zamansal anlamda bir sonradan gelmeye, diğer yandan da öncekinin yerini alma anlamında bir sonraya işaret eder. Ancak Loomba, eleştirmenlerin bu ikinci anlama karşı çıktığını söyler. “Kolonyal düzenin yarattığı adaletsizlikler” sürerken ve “doğrudan egemenlik kurmaya dayanmayan” sömürü devam ederken bir “sonra”dan söz edilebilir mi?[11] Mahir’den yola çıkarak bu soruya, sömürü “yeni sömürgecilik” olarak devam etse de işgal ve fetihe dayanan kolonyalizm şekilsel bağlamda da olsa sona ermiştir, dolayısıyla bir postkolonyallik söz konusudur diye cevap verilebilir. 

Loomba’nın aktardığı ikinci bir eleştiri ise, biçimsel kolonyalizmin son bulmasının dahi üç yüzyıl sürmüşken, postkolonyalizmin ne zaman başladığı gibi bir sorunun cevaplanamaz oluşudur. Bu sorunun ardında, baskıya aynı derecede ve aynı tarzda maruz kalmayan halkların, kolonyalizme karşı çıkışlarının da farklılıklar içermesine rağmen, “postkolonyal” teriminin toptancı bir yaklaşımla bu farklılıkları ve “aynı zamanda birçok toplumun barındırdığı ülke içi toplumsal ve ırksal farklılıkları”[12] perdeleyebilecek olduğu eleştirisi yatmaktadır. Loomba, “hiyerarşinin en altında olanlar için, ‘hala ulus devletin ekonomik marjinlerinin en ucunda’ yer alanlar için” postkolonyal teriminin geçerli olmadığını, onların konumlarında “post” sayılabilecek hiçbir değişiklik olmadığını söyler. 

Mahir’in yeni sömürgecilik görüşü, bu postkolonyalizmin perdeleyebileceği bu farklılıklara gereken önemi veriyor mu? Sınıfsal anlamda evet. “Oligarşik dikta” çözümlemesi bunun ifadesidir. Ancak sınıfsal olmayan ayrımlar, örneğin, ırksal ya da toplumsal cinsiyet ayrımları konusunda Mahir’in görüşleri de “kör”dür. Bu yüzden Loomba’nın bu eleştirileri Mahir’i de kapsamaktadır. 

Loomba, postkolonyalizmi kolonyalizmden sonra gerçekleşen ve kolonyal egemenliğin ölümünü gösteren bir durum olarak değil de “daha esnek bir şekilde kolonyal tahakküme karşı koyma ve kolonyalizmin geride bıraktığı çeşitli miraslar” olarak düşünmenin daha yararlı olduğu yönündeki fikirlere katıldığını söylemektedir.[13] Mahir’in görüşleri de “kolonyalizmin geride bıraktığı çeşitli miraslar”ı açıklama yönünde bir çabadır ve “emperyalizmin içsel bir olgu olması”, “gizli işgal”, “oligarşik dikta”, “sömürge tipi faşizm” kavramlarıyla beraber yeni sömürgeciliği sistematize bir şekilde formüle ettiğinden postkolonyal tartışmalara bir katkı olarak görülebilir. Zira bu olgular, çerçevelerinin belirlenip, kavramsallaştırılmalarını Mahir’e borçludurlar.

*Sosyolog



[1] Loomba A. (2000), Kolonyalizm Postkolonyalizm, çev: Mehmet Küçük, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
[2] Ferro, M. (2002), Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine Sömürgecilik Tarihi, çev: Muna Cedden, İstanbul: İmge Kitabevi
[3] Nkrumah, K. (1966), Emperyalizmin Son Aşaması Yeni Sömürgecilik, çev: A. Sarıca, İstanbul: Gerçek Yayınevi
[4] Emperyalizmin bunalım dönemleri teorisi, Lenin tarafında formüle edilmiş, SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi tarafından geliştirilmiştir. [SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi (1996), Politik Ekonomi Ders Kitabı 1-2, çev: İsmail Yarkın, İstanbul: İnter Yayınları]
[5] Çayan, M. (2004), Bütün Yazılar, İstanbul: Boran Yayınevi, 380
[6] Çayan, M. (2004), 380
[7] Çayan, M. (2004), 391
[8] Çayan, M. (2004), 392
[9] Çayan, M. (2004), 388
[10] Loomba, A. (2000), 11
[11] Loomba, A. (2000), 24-25
[12] Loomba, A. (2000), 25-26
[13] Loomba, A. (2000), 29


 

MUSTAFA EREN*

Bir Gün

4+4+4 ile birlikte AKP rejimi yeni bir eşik atladı


AKP ve MHP'nin oylarıyla TBMM'den geçen 4+4+4 kesintili eğitim yasası, AKP'nin inşa ettiği 2. Cumhuriyet rejiminde yeni bir dönemin başladığını simgeliyor. 12 Eylül Anayasası'nın daha gerici bir yorumu anlamına gelen yasayla birlikte eğitim ulusal çapta İslamileştiriliyor.

AKP hükümetinin eğitim reformu adı altında hazırladığı, "4+4+4 yasası" olarak bilinen tartışmalı yasa teklifi, dün Meclis'te onaylandı. 295 evet oyu ile kabul edilen yasa, partiler arasında gelişen ittifaklar ve yeni Anayasa hazırlık sürecinin ön gününde Meclis'ten geçirilmesi nedeniyle, yeni Anayasadan ayrı düşünülemeyeceği gibi, AKP iktidarının 2. cumhuriyet projesinin önemli bir eşiğinin daha aşıldığını da gösterdi.


"28 Şubat'ın rövanşı" mı, yoksa Cumhuriyet'le hesaplaşma mı?

28 Şubat'ın yıl dönümünde yaşanan tartışmaların ardından hızla ve faşizan bir şiddet uygulanarak TBMM Milli Eğitim Komisyonu'ndan geçirilip yine aynı hızla Meclis Genel Kurulu'na getirilip onaylanması sağlanan, "28 Şubat'ın rövanşı" adı yakıştırılan yasanın, her şeyden önce iktidarın 2. Cumhuriyet projesinin en etkili enstrümanlarından biri olarak tasarlandığı ortaya çıktı.

Zira, mevcut 8 yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitimi sona erdirerek yerine kesintili eğitimi getiren ve 4+4+4 yasası biçiminde ifade edilen İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un, "sadece milli eğitimi ilgilendirmediği"ni vurgulayan Başbakan Erdoğan da, "Cumhuriyet tarihimizde ilk kez milli eğitim sistemi halkın iradesiyle, halkın talep ve arzuları doğrultusunda şekillenmiştir" ifadesinde olduğu gibi "Cumhuriyet"in altını çizdi.


Eğitim ulusal düzeyde İslamîleştirildi

TBMM Genel Kurulu'nda 4 gün boyunca görüşülen eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin, henüz AKP hükümetince teklif olarak hazırlandığı bilinen süreçte ve Meclis Milli Eğitim Komisyonu'nda yapılan görüşmelerinde ortaya çıkmayan asli hedeflerinden birinin de, ulusal düzeyde eğitimin tamamen İslamileştirilmesi ve Kuran kurslarının milli eğitimin bir parçası haline getirilmesi olduğu anlaşıldı.

Yeni düzenlemeye göre 8 yıllık kesintisiz eğitim kapsamında kapatılmış olan imam hatip okullarının orta kısımları, yeniden açılacak. Ortaokul ve liselerde "Kur'an-ı Kerim" ve "Hz. Peygamber'in hayatı" adlarıyla "seçmeli" dersler okutulacak.


4+4+4 yasasında "sürpriz" ittifaklar

Yasa teklifinin Meclis'te görüşülmesi ve nihayet oylanması sürecinde Meclis içi ittifaklar da ortaya çıktı. İmam hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılması, ortaokul ve liselerde "Kur'an-ı Kerim" ve "Hz. Peygamber'in hayatı" konulu seçmeli dersler konulması ile ilgili, yasa teklifinin 9'uncu maddesi MHP'nin desteğini aldı.

Yasanın oylanmasına katılmayan BDP'den iki milletvekili, İdris Baluken ve Sırrı Sakık ise, 9'uncu maddeyi destekleyen diğer isimlerdi. Milletvekillerinin BDP tabanında tepki çeken "evet" oyları, "halkın hassasiyetlerini dikkate almak" ifadesiyle gerekçelendirildi.


Kuran dersleri "yol kazası" mı, gizli anlaşma mı?

Teklifin 9'uncu maddesinin son halini alması süreci ise, hayli ilginçti.

Oylanan yasaya son anda önerge ile dahil edilen ve maddenin AKP'nin önerdiği ilk haline eklenen teklif, önce MHP tarafından bir önerge ile teklif edildi. Yasa teklifinde ortaöğretim sıralarında mesleki eğitime yönlendirecek seçmeli derslerin belirlenmesi Milli Eğitim Bakanlığı inisiyatifine bırakılıyordu. Ancak MHP, seçmeli dersleri bakanlık kararına bırakan teklifte, "Kuran-ı Kerim ve tefsiri" ile "Peygamberin hayatından örnekler ve ilmihal bilgileri" derslerinin açıkça yazılı olarak belirtilmesi için önerge verdi. Aynı önergede MHP, imam hatiplerin orta bölümünün açılacağının da yine teklifte açıkça yazılmasını önerdi. Bu teklif AKP'li milletvekillerinin ret oyları ile karşılaştı. Ancak AKP daha sonra, "Kuran-ı Kerim ve Peygamberin Hayatı"nın seçmeli ders olarak yasa teklifinde ismen belirtilmesine ilişkin değişiklik önergesi hazırladı. AKP’nin önergesinde, imam hatip okullarının orta bölümünün açılacağının da açıkça yazılması öngörüldü.

MHP ile AKP arasında yaşanan bu gelişmeler, "siyasi taktik" olarak yorumlandı. Yorum böyle olsa da, her kritik dönemeçte AKP'ye yardım elini uzatan MHP, bu değişikliğe imzasını atarak toplumsal muhalefetin tek sorumlu olarak AKP'yi görmesinin önüne geçmiş, kararın, "halkın kararı olduğu" yönündeki söyleme destek çıkmış oldu.


"Kur'an-ı Kerim" ve "Hz. Peygamber" ilk kez bir yasa metnine girdi

AKP’nin verdiği önerge ile değiştirilen ve Meclis oylaması sonucu kabul edilen ilgili madde metni şöyle:

İlköğretim kurumları, 4 yıl süreli ve zorunlu ilkokullar ile 4 yıl süreli, zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkan veren ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarından oluşur. Ortaokullar ile imam hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler oluşturulur. Ortaokul ve liselerde, Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir.


Erdoğan: 'Kuran süs değil'

Erdoğan, partisinin milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada, CHP'ye yönelik sert eleştirilerde bulundu. Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

"9. Madde esnasında Kur'an'ın ve Peygamberimizin hayatının, ikinci ve üçüncü kademede, yani ortaokul ve lisede seçmeli olarak verilmesine yönelik önergeler verilmesinden tabii CHP çok rahatsız. Fakat bugün İzmir'de baktım, metro konuşmasında o da bunu işliyor. Orada ne dese beğenirsiniz? Biz diyor 'Kur'an-ı Kerim'i böyle gayet güzel işlemeli kılıflar içerisinde, odamızın başucunda hep saklarız. Yastıklarımızın hemen altında, başucumuzda saklarız'. Gel de Akif'i anma. Akif merhum çok güzel söylüyor. 'Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına, ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına, inmemiştir Kur'an bunu hakkıyla bilin, ne mezarda okunmak, ne fal bakmak için'... Sayın Kılıçdaroğlu, Kuran bir süs eşyası değildir. Kuran, bir ilham kaynağıdır. Onun için Akif'i biraz okuman lazım. Sadece milli marş olarak İstiklal Marşı'nı da okumak yetmez. Anlamak lazım. Onu duymak lazım. Bunlarda böyle bir şey yok. Biz diyor 'Besmeleyi çekeriz, okuruz'. İnşallah öyledir."

Erdoğan, CHP'nin yasadan "rahatsız" olduğunu, çünkü geleceği gördüklerini, "milletin ruh kökünde bunların olduğunu" söyleyerek, "Kemal efendi, sen torununu oraya gönderme" dedi. Çocukların artık kendi ve anne babalarının tercihleri doğrultusunda milli ve manevi değerlerini, dini değerlerini çok daha güçlü şekilde öğreneceklerini söyleyen Erdoğan, "Üniversiteler belli çocuklara, belli sınıf ve zümrelere değil, artık bu ülkenin tüm çocuklarına kapılarını ardına kadar açacaklar" ifadesinde bulundu.


12 Eylül Anayasası'nın daha da gerici yorumu olur mu? Olur!

AKP hükümeti, 12 Eylül 2010 tarihindeki referandum öncesinde, 12 Eylül 1980 darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası'nda değişiklik paketine, bu paketle darbe anayasasının özüne dokunmadığı bilinmekle birlikte, "ileri demokrasi" taahhüt ederek taraftar toplamaya çalışmıştı. AKP hükümeti şimdi de, 4+4+4 yasası ile Anayasanın mevcut halini dahi daha da gerici bir yoruma tabi tutmuş oldu.

Meclis'te dünkü 4+4+4 yasa teklifi görüşmelerinde AKP'nin seçmeli din dersleri ile ilgili önergesi üzerine söz alan AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli şöyle konuştu:

Bugün tarihi bir gün onur ve gurur günüdür. Bu sadece milletimizin talimatı değildir, aynı zamanda Anayasamızın 24. maddesinin de taahhüdüdür. 'Din ve ahlak eğitimi devletin gözetimi altında yapılır' diyor bu madde. Anayasa'nın amir hükmüdür.

1982 Anayasası'nın bahsi geçen 24'üncü maddesinin dördüncü fıkrası şöyle:

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

"Din öğretimi" ve "bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi"... Bu iki tür din eğitim ve öğretimi arasındaki tek ortak nokta "devletin gözetim ve denetimi altında yapılmaları" iken, birbirinden farkları ise, farklı hukukî rejimlere tâbi olmaları... Zorunlu din dersinin kaldırılması için Anayasa değişikliği talebini yükselten toplumsal kesimlerin genişliğine rağmen, zorunlu din dersinin kaldırılması bir yana, "bunun dışındaki din eğitimi ve öğretimi" olarak tanımlanan ve ilk akla geleni Kuran kursları olan faaliyetleri de eğitim örgütlenmesinin içine monte edilmiş oldu.

İmam hatip okullarının orta kısımlarının açılması yeterli gelmezken bir de yeni din dersleri gündeme geldi, hem de doğrudan yasada yazılı ifadesine kavuşarak... Milyonlarca çocuğun Kuran kurslarına gönderilmeleri amacıyla hem yaş sınırının düşürülmesi ve hem de kursların sayısının artırılması yetmedi, Kuran kurslarının "milli eğitim" şemsiyesi altına girmesi sağlandı. Hem de, darbe anayasasına aykırı ve bu gerici anayasanın daha da gerici bir düzlemde yeniden yorumlanmasıyla, doğrudan ilgili yasada yazılı ifadesine kavuşturarak...



(soL - Haber Merkezi)


4+4+4'e üniversiteden tepki


HÜKÜMETİN GÖRÜŞÜNÜ ALMADIĞI BİLİM İNSANLARI 4+4+4’Ü DEĞERLENDİRDİ


Çukurova Üniversitesinde görevli 46 öğretim üyesi ortak açıklama yaparak  4+4+4 eğitim modelinin çocukların gelişimi ile örtüşmediğini açıkladı. Öğretim üyeleri alternatif olarak “2 yıl okul öncesi, 6 yıl ilkokul, 3 yıl ortaokul, 3 yıl lise” modeli önerdi.

4+4+4 Yasası’na bilim insanlarından tepki geldi. Çukurova Üniversitesinde (ÇÜ) görevli 46 öğretim üyesi yaptıkları yazılı açıklama ile bu sistemin çocukların gelişimine aykırı olduğunu vurguladı. Yapılan açıklamada yasa teklifinin, kamuoyunun ve başta Eğitim Fakülteleri olmak üzere bilim insanlarının ve uzmanların görüşüne başvurulmadan hazırlandığına dikkat çekildi.


EĞİTİM SİYASETE KURBAN EDİLMESİN

Ülkenin ve toplumun geleceğini şekillendirecek böyle ciddi bir konunun siyasete kurban edilmemesi gerektiğinin belirtildiği açıklamada, “Bilim insanları olarak görüşlerimizi paylaşma zorunluluğu hissediyoruz” denildi.  

İlkokula başlama yaşı olarak öngörülen 60-72 ay yani “5 yaş”ın okulöncesi çağına denk geldiği ve ilkokula başlamak için bilişsel, sosyal, duygusal ve motor beceriler yönünden erken olduğunun belirtildiği açıklamada, “1983-85 yılları arasında ilkokula başlama yaşı olarak 5 yaş uygulanmış, ancak bu yaş çocuklarının okul olgunluğu gerçekleşmediği için bu uygulama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Az sayıda bazı ülkelerde 5 yaş uygulanmakla birlikte bu ülkelerde okulöncesindeki 3-4 yaş okullaşma oranı yüzde 100’e yakındır. Türkiye’de ise 3-4 yaş grubu için okullaşma oranı yüzde 50’yi bile bulmamıştır. Yani çocuklar okul öncesi bir eğitim almadan ve hazır olmadan 5 yaşında zorunlu bir eğitimle karşı karşıya kalacaktır. Dolayısıyla ilköğretim olgunluğuna sahip olmadıklarından okul öncesi ilköğretimle karıştırılmamalı,  4-5 (veya 4-6) yaş okulöncesi eğitimi olarak farklı fiziki koşullar, program ve eğiticiler çerçevesinde düşünülmelidir” ifadelerine yer verildi.


‘HER TÜRLÜ KATKIYA HAZIRIZ’

Teklifin olumlu olumsuz yanlarının bilimsel esaslara göre sağlıklı bir şekilde tartışılmasına ve yeniden şekillendirilmesine ihtiyaç olduğunun söylendiği açıklamada, “Başta hükümet ve milletvekilleri olmak üzere herkesi duyarlı davranmaya, çocukları ve inançları siyasete kurban etmemeye, okullarımıza ve geleceğimize sahip çıkmaya, ihale ve hizmet alımlarında zaten sınırlı olan kaynakların yerinde ve verimli kullanılmasına, mevcut kademe ve müfredatlar da dahil eksik ve aksayan yönler varsa gözden geçirilerek dünyaya model olacak demokratik insancıl çağdaş ileri reformlar yapmaya davet ediyoruz” denildi. Yapılacak bu reformlar için Eğitim Fakültelerinin, eğitim ile ilgili tüm sendikaların ve paydaşların görüşlerinin alınarak bir yasal düzenlemeye gidilmesinin daha uygun olacağına dikkat çekilen açıklamada, “Mevcuttan geriye düşmeden çok daha ileri modeller oluşturmak için bizler Çukurova Üniversitesi öğretim elemanları ve eğitimciler olarak her tür katkıyı sunmaya hazırız” denildi.


AÇIKLAMAYI YAPAN BİLİM İNSANLARI

Prof. Dr. Adnan Gümüş, Prof. Dr. Şükran Kılbaş, Prof. Dr. Sonay Güçray, Prof. Dr. Yaşare Aktaş Arnas, Prof. Dr. Binnur Eraldemir, Prof. Dr. Bülent Çukurova, Prof. Dr. Tahir Balcı, Prof. Dr. Necmi Yaşar, Prof. Dr. Hatice Sofu, Doç. Dr. Suat Karaaslan, Doç. Dr. Meral Atıcı, Doç. Dr. Songül Tümkaya, Doç. Dr. Ayperi Sığırtmaç, Yard. Doç. Dr.  Ayten İflazoğlu, Yard. Doç. Dr. Mehmet Karakuş, Yard. Doç. Dr. Özlem Kaf Hasırcı, Yard. Doç. Dr. İskender Özgür, Yard. Doç. Dr. Sebahattin Çam, Yard. Doç. Dr. Ebru Deretarla Gül, Yard. Doç. Dr. Fatma Sadık, Yard. Doç. Dr. Özkan Özgün, Yard. Doç. Dr. Neşe Cabbaroğlu, Yard. Doç. Dr. Munise Yıldırım, Yard. Doç. Dr. Rana Yıldırım, Yard. Doç. Dr. Cem Can, Yard. Doç. Dr. Adnan Biçer, Yard. Doç. Dr. Abdurrahman Kilimci, Yard. Doç. Dr. Faruk Yıldırım, Öğr. Gör. Ragıp Şahin, Öğr. Gör. Fehmi Kanalmaz, Öğr. Gör. Aşkın Şen Gök, Öğr. Gör. Meltem Gökmen, Öğr. Gör. Dr. Mustafa Çapar, Öğr. Gör. Ali Doğan, Öğr. Gör. Cem Demir, Öğr. Gör. Mehmet Özcan, Öğr. Gör. Dr. Mustafa Yaşar, Öğr. Gör. Dr. Ayten Pınar Bal, Öğr. Gör. Dr. Abdullah Balcıoğulları, Öğr. Gör. Ömer Aslantaş, Öğr. Gör. Dr. Özgecan Taştan Kırık, Öğr. Gör. Tugay Akbulut, Öğr. Gör. Dr. İsmail Sanberk, Araş. Gör. Tuba Demircioğlu, Araş. Gör. Lili Bal, Araş. Gör. Betül Karaduman.



EVRENSEL - Adana


ODTÜ Direnişte





İki gündür emekçilere saldıran ve Ankara'yı savaş alanına çeviren polis, akşam saatlerinde tutuklu öğrencileri ve 4+4+4 yasa teklifini protesto etmek isteyen üniversitelilere saldırdı.
4+4+4 kesintili-kademeli eğitim sistemini ve 4688 sayılı kanunda yapılacak değişiklikleri protesto eden kamu emekçilerine karşı Ankara'yı savaş alanına çeviren polis, saldırılarında hız kesmiyor. 600'den fazla tutuklu öğrenci bulunmasını ve 4+4+4 yasa teklifini protesto etmek için ODTÜ'den AKP Genel Merkezi'ne yürümek isteyen üniversitelilere polis saldırdı.

ODTÜ A1 kapısına gelen üniversiteliler polis barikatı ile karşılaştı. Polisin eylemi yasadışı ilan etmesine tepki gösteren üniversiteliler, yürüyüşlerinin meşru olduğunu söyleyerek dağılmayınca polis saldırısı yaşandı. Tazyikli su ve gaz bombalarıyla saldıran polise üniversiteliler taşlarla karşılık verdi.

Gaz bombaları sonucu ODTÜ girişi ve Eskişehir Yolu gaz bulutu altında kaldı. Polisin yerleşke içerisine girememesi sonucu bir süre sonra çatışma sona erdi.

Sendika.org - Ankara


Bayraktar'a ayakkabılı protesto


İstanbul’daki Okan Üniversitesi’nde Gençlik Muhalefeti üyeleri Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı protesto etti. Kentsel dönüşüm projelerinin yoksulları evlerinden ettiğini söyleyen Gençlik Muhalefeti üyesi öğrenciler bakana ayakkabı fırlattı. Öğrenciler, bakanın korumaları tarafından yerlerde sürüklenerek salondan atıldı

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Okan Üniversitesi'nde, kentsel dönüşüm üzerine konuşma yaparken, Gençlik Muhalefeti üyesi öğrencilerin protestosuyla karşılaştı. Kentsel dönüşüm projesiyle, rant elde edildiğini belirten öğrenci, dönüşüm projeleri ile yoksulların evlerinden edildiğini söyledi. Öğrencinin konuşması sırasında arkadaşları da "Üniversitene, ülkene, mahallene sahip çık" sloganları atarak destek verdi.

Bakanın korumaları öğrencilere saldırdı. Saldırı üzerine bir öğrenci ayakkabısını bakana fırlattı. Bir akademisyen, öğrencilerin yerlerde sürüklenmesine karşı çıksa da öğrenciler yerlerde sürüklenerek salondan uzaklaştırıldı.


Bayraktar'dan Egemen Bağış taklidi
Protestonun ardından Bayraktar, konuşmasına devam etti. Toplantı sonrasında protestoyu değerlendiren Bayraktar, "Ayakkabının birisini fırlattı, diğeri kendinde kaldı. ‘Öbürünü de at da birisine verelim onu’ dedim. Ayakkabı da güzelmiş" dedi.

Egemen Bağış da daha önce yumurtalı protestoya maruz kalmış ve "Sucuk da atın da sucuklu yumurta yapalım" demişti. Bağış daha sonra "Ceketim kirlendi" diyerek yumurta atan öğrencilerden şikayetçi olmuştu. Bağış son olarak Ege Üniversitesi'nde karşılaştığı yumurtalı protesto sonrasında "yaralandığını" iddia ederek şikayetçi olmuştu.



Sendika.Org

Alevi köyüne 'Kafir Aleviler hepinizi yakacağız' yazıldı!


Erzincan merkeze bağlı bir Alevi köyünde okul duvarına "Kafir Aleviler hepinizi yakacağız" yazıldı. Bazı evlere ise üç hilalli işaretler konuldu. Özel harekat polisleri ise köye gelerek yazı ve işaretleri sildi.

Erzincan merkeze bağlı Avcılar köyünde önceki gece kimliği bilinmeyen şahıslar gelerek köy okulunun duvarına "Kafir Aleviler hepinizi yakacağız" diye yazdı. Aynı zamanda bazı evlere "üç hilalli" işaretler konuldu.

Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu'ndan aldığımız bilgiye göre konunun duyulmasının ardından özel harekât polisleri köye gelerek yazı ve işaretleri sildiler.

Kenanoğlu, dernek görevlilerinin köye intikal ettiklerini ve konuyu araştırdıklarını aktardı.

Geçtiğimiz haftalarda ilk olarak Adıyaman'ın bir mahallesinde evler işaretlenmiş, mahalle sakinleri birkaç ev dışında tüm evlerin Alevi evleri olmasından dolayı tedirginlik yaşamıştı. Ardından Antep'te benzer bir işaretleme vakası yaşandı. İzmir'in Çiğli semtinde ise bazı evlerin kapılarına Aleviler'i hedef alan mektuplar bırakıldı.

Hem bu gelişmeler, hem de Sivas davasının zamanaşımına uğraması ve Başbakan Erdoğan'ın bunu "hayırlı olsun" diye karşılaması nedeniyle çok gerilmiş olan Aleviler, yarın İstanbul Kadıköy'de büyük bir miting yapmaya hazırlanıyor.


İlk fotoğraflar ortaya çıktı

Ali Kenanoğlu, köye giden dernek üyelerinin gönderdiği ilk fotoğrafları da paylaştı. Fotoğraflar, özel harekât polislerinin yazıları silmesinden sonra çekildi. Daha önce çekilmiş fotoğraflar olup olmadığı araştırılıyor.




(soL - Haber Merkezi)

4+4+4'ü geçirdiler


Mecliste görüşülen 4+4+4 yasa tasarısı 295 kabul, 91 ret, 1 çekimser oyla kabul edildi. Yasayla birlite 8 yıllık kesintisiz eğitim sona erdi, İmam Hatip Liselerinin orta okul kısımları tekrar açıldı, kuran dersi ve peygamberin hayatı derslerleri de "seçmeli" hale geldi.

Kamuoyunda "4+4+4" olarak bilinen ve zorunlu eğitimi kademeli olarak 12 yıla çıkaran kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek, yasalaştı. Tasarının ayrı ayrı maddeleri oylandıktan sonra, yasanın bütünü için yapılan oylamada 295 kabul, 91 ret ve 1 çekimser oy kullanıldı. Tasarının kabul edilmesinden sonra söz alan AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli MHP'ye "özel olarak" teşekkür etti.

Yasaya muhalefet eden CHP'nin mecliste 135, BDP'nin ise 31 sandalyesi olmasına karşın, toplam ret oyunun 91'de kalması dikkat çekti.

Yasayla birlikte yürürlüğe girecek uygulamalar şöyle:

- Zorunlu eğitimi kademeli olarak 12 yıla çıkarıldı;

- Zorunlu eğitim yaşı 6 olarak kabul edildi, zorunlu ilköğretim çağı 5 yaşın Eylül ayının sonunda başlayacak, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda bitecek;

- AKP ve MHP'nin 9. madde üzerine verdiği iki önergeyle "Kur’an-ı Kerim" ve "Peygamber Efendimizin hayatı" ortaokullarda seçmeli ders oldu;

- İmam Hatiplerin orta kısımlarının açılması önündeki engel kalktı; kesintisiz 8 yıllık ilköğretim sona erdi; ilk ve ortaokul kademeleri tekrar geldi;

- Meslek lisesi mezunlarına üniversite giriş sınavında verilmesi öngörülen yüzde 4’lük ek puan kaldırıldı;

Kabul edilen yasanın ilk bölümündeki 14 maddelerin tam metni şu şekilde:

MADDE 1 Mecburi ilköğretim çağı, 6-13 yaş grubunu kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın Eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yıl sonu biter.

MADDE 2 İlköğretim; 4 yıl süreli ve zorunlu ilkokul ve ortaokuldan oluşur.

MADDE 3 İlköğretim kurumlarının ilkokul ve ortaokulların bağımsız kurulması esastır. Ancak şartlara göre liselerle de kurulabilir.

MADDE 4 Büyüklüğüne’ ibaresi ‘ilkokul ve ortaokullar birlikte veya ayrı oluşlarına, büyüklüğüne’ şeklinde değiştirildi.

MADDE 5 Gelirler, il özel idarelerince, ortaöğretim kurumlarının arsa temini, bina, bakım, onarımı ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması için de kullanılır.

MADDE 6 İlköğretim 5,6,7 ve 8. sınıflarında eğitim görenler eğitimlerini bu kurumlarda tamamlar.

MADDE 7 Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın Eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.

MADDE 8 İlköğretim; ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar halinde kurulacak. Ancak imkan ve şartlara göre, ilkokul, ortaokul veya liselerle birlikte de kurulabilir.

MADDE 9 “İlköğretim kurumları; 4 yıl süreli ve zorunlu ilkokullar ile 4 yıl süreli ve zorunlu farklı programlar arasında tercih imkanı veren okullar imam-hatip okullarından oluşur. Ortaokul ve liselerde Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı, seçmeli ders olarak okutulur.

MADDE 10 “Ortaöğretim, ilköğretime dayalı, 4 yıllık zorunlu, örgün veya yaygın öğrenim veren genel, meslekî ve teknik öğretim kurumlarının tümünü kapsar. Bu okulları bitirenlere ortaöğretim diploması verilir.

MADDE 11 Zorunlu ortaöğretim 2012-2013 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanmaya başlanır. Bakanlar Kurulu uygulamayı bir eğitim-öğretim yılı ertelemeye yetkilidir.

MADDE 12 Mesleki Eğitim Kanununun 18. maddesinde yer alan “yüzde onundan fazla” ibaresi madde metninden çıkarıldı.

MADDE 13 ‘8 yıllık kesintisiz ilköğretim’ ibaresi ‘ilköğretim ve ortaöğretim’ şeklinde değiştirildi.

MADDE 14 Meslek lisesi mezunlarına üniversite giriş sınavında verilmesi öngörülen yüzde 4’lük ek puan tamamen kaldırıldı.




(Sol – Haber Merkezi)

30 Mart 2012 Cuma

Erdoğan Bayraktar'a ayakkabı fırlatıldı

Okan Üniversitesi’nde konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar konuşma yaptığı sırada ayakkabı atılarak protesto edildi. Protesto eylemini gerçekleştiren 4 Gençlik Muhalefeti üyesi öğrenci gözaltına alındı.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Ali Ağaoğlu'nun katıldığı "Kentsel Dönüşüm ve Alternatif Model Arayışları" panelinde Gençlik Muhalefeti üyesi öğrenciler tarafından ayakkabı atılarak protesto edildi.