29 Şubat 2012 Çarşamba

4+4+4'e ODTÜ'den de ret

12 yıllık kesintili eğitim tasarısı hakkında bir açıklama da Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden geldi. Açıklamada tasarı için, "eğitim alanındaki ilkelere ve bilimsel verilere aykırı olduğu ve eğitim sistemize büyük zarar vereceği sonucuna varılmaktadır" denildi.

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nin ardından Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi de bir açıklama yaparak 12 yıllık kesintili eğitimin tasarısının, eğitim ilkelerine, bilime aykırı olduğu ve eğitim sistemine zarar vereceğini belirtti.

ODTÜ Eğitim Fakültesi'nden yapılan açıklamada, mevcut tasarıyla öğrencileri mesleki eğitime yönlendirmenin ilköğretim 4. sınıfta başlaması ve ilköğretim 2. kademede yer alacak olan 5. sınıftan itibaren öğrencilerin meslek eğitim veren programlara devam etme seçeneklerinin olmasının öngörüldüğü, kanun teklifinde mesleki eğitimdeki verimsizliğin nedeninin, öğrencilerin mesleki eğitime daha erken yaşlarda yönlendirilmemesi olduğunun iddia edildiği belirtilerek, "Bu bir varsayımdır ve hiçbir bilimsel desteği yoktur. Bilimsel gerçekler doğrultusunda 10 yaşındaki bir çocuğun mesleğe yönlendirilmesi çocuğun doğası ve geleceği açısından uygun değildir. Henüz somut işlem dönemini tamamlamamış, benlik algısı oluşmamış, mesleklere yönelik tutum ve ilgileri gelişmemiş, yeteneklerinin farkında olmayan, özetle gelişimsel olarak gelecekteki mesleğine yönelik karar vermeye hazır olmayan 10 yaş çocuklarının bu yaşta rehberlik servisi aracılığı ile belirli bir mesleğe yönlendirilmesi çağdaş eğitim ve kariyer gelişim ilkelerine aykırıdır" deniliyor.

Türkiye'de mesleki eğitimin kısaltılması ve geciktirilmesine ihtiyac olduğu belirtilen açıklamada, bu ihtiyaç ortada iken mesleki eğitimi 4. sınıfın sonundan itibaren başlatmanın, eğitim alanında geriye gidişin bir göstergesi olacağının altı çizildi.


Yeni bir merkezi sınav ihtiyacı doğabilir

ODTÜ Eğitim Fakültesi'nin açıklamasında, ilköğretimin 4+4 biçiminde iki kademe olarak organize edilmesi halinde bu kademeler arası geçiş doğrudan olmayacağı, bu durumda 4. sınıf sonunda gidilebilecek ikinci kademe kurumları açısından bir yarışın ortaya çıkması ve bunun da SBS türü bir sınavı gündeme getirmesinin muhtemel olduğu belirtiliyor. Açıklamada, "Ortaöğretim düzeyindeki okulların niteliğindeki farklılıkların ikinci kademede yer alan okullar arasında da zamanla oluşması söz konusu olabilir. Bu durumda niteliği daha yüksek olan 2. kademe okullarına gelen yüksek talep nedeniyle yeni bir sıralama sınavının yapılması kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir sınav öğrencilerin ilköğretim ikinci kademe eğitimi için sınava hazırlanmaları anlamına gelecektir. 2006-2007 öğretim yılında uygulamaya konan SBS’nin öğrencileri 4. sınıftan itibaren dershanelere sevk ettiği dikkate alınırsa, yeni uygulama ile öğrencilerin böyle bir sınava hazırlanmak için 3. ve 4. sınıf düzeylerinde dershaneye gitmeye başlamaları söz konusu olacaktır. Bu yaşlarda çocukların sınav almalarının gelişimleri açısından sakıncalı olduğu dikkate alınırsa, yeni kanun teklifinin olası bazı sonuçlarının çocuklara yarar yerine zarar getireceği açıktır" ifadeleri yer alıyor.



Her çocuk için vazgeçilmez olan bilgi ve becerilerden yoksun bir eğitim kademesi devreye sokulabilir

12 yıllık kesintili eğitim tasarısının 10. maddesine de dikkat çekilden açıklamada, " Bu madde ile ilköğretim 2. kademe düzeyinde temel eğitime alternatif eğitim programlarının önü açılmaktadır. Her ne kadar bu programların ne olacağı teklifte belirtilmiyor ise de Milli Eğitim Bakanlığı’na bu konuda yetki veriliyor. Farklı iktidar dönemlerinde farklı siyasi kararlardan etkilenen Milli Eğitim Bakanlığı her çocuğun ihtiyacı olan ve yukarıda parantez içinde tanımlanan genel eğitim yerine farklı bir amaca hizmet edebilecek bir program başlatması mümkün olabilecektir. Örneğin böyle bir programda Türkçe, Matematik, Sosyal Bilgiler, Fen Bilgisi gibi temel dersler bile yer almayabilir. Bu durumda bu tür programlar da zorunlu eğitim koşulunu yerine getirir görünecek ve bu programlara alınan çocukların her çocuk için vazgeçilmez olan bilgi ve becerilerden yoksun bir eğitim kademesi devreye sokulabilecektir. Bu tür bir esneklik zorunlu eğitim kavramına aykırıdır. Zorunlu eğitimin doğasında minimum standartların olması ve bu tür bir eğitimin her çocuk için geçerli olması gerekir" deniliyor.


Açıklamada ayrıca açık öğretim konusu hakkında da "zorunlu eğitimin bazı çocuklar için tamamıyla açık öğretim kanalıyla yürütülmesi özellikle gelişmekte olan ve azgelişmiş yörelerimizdeki çocukların okula gönderilmesini olumsuz yönde etkileyecektir. Yani yasal bir zorlama ile çocuğunu okula gönderen aileler (Kanun teklifinde ilk dört yıl için öngörüldüğü gibi), bu yolu çocuğu okula göndermemek için bir kaçış yolu olarak kullanabilir. Şu anda yürütülen açık öğretim ve akşam öğretimi uygulamalarında niteliğin düşük olduğu açıktır. Bu uygulamayı daha erken yaşlara çekme, bu çocukların 4. sınıftan itibaren nitelikli temel eğitimden yoksun kalmaları sonucunu doğurabilir. Özelikle yeni önerinin yoksul ailelerin, (örneğin ailesi tarım işçileri) çocuklarının okula devamını olumsuz yönde etkileyeceği açıktır" değerlendirmesi yer alıyor.

ODTÜ Eğitim Fakültesi, tasarıda, 8 yıllık kesintisiz eğitim sisteminin farklı yaşlı gruplarını aynı binada eğitim görmeye zorladığı ve bunun sağlıksız olduğu yönündeki görüşünün temelsiz olduğunu belirterek, "İlköğretimde yaş gruplarının farklı ortamlarda bulunmalarının sağlanması fiziksel olanaklarla ilgili bir konudur ve var olan yapı içinde bu sorun çözülebilir. Kesintisiz 8 yıllık eğitim tüm öğrencilerin mutlaka tek çatı altında eğitim görmeleri anlamına gelmez. Kesintisiz eğitim her çocuk için vazgeçilmez olan ve onun bilişsel, sosyal ve psikolojik gelişimi açısından gerekli olan temel eğitimin kesintiye uğramaması anlamına gelmektedir" vurgusunu yapıyor. Fatih Projesi'ne de gönderme yapılan açıklamada, "Uzun vadede eğitim ile teknolojinin bütünleşmesi kaçınılmazdır. Ancak bu sürecin eğitim sistemimizdeki bir takım temel sorunlar çözülmeden ve yeterli altyapı hazırlanmadan oluşturulması yarardan çok zarar getirecektir" denilerek, daha önceki benzer örneklere işaret edilerek, eğitim kalitesinin daha da düşürülmesi ihtimalinin altı çiziliyor.Okul öncesi Eğitimin mevcut tasarıda yer almamasına işaret eden ODTÜ, bunun önemli bir eksiklik olduğunu belirtiyor.


Teklif geri çekilmeli

Açıklamanın sonuç kısmında ise, bu tür kapsamlı değişiklerde bilim insanlarına danışılması gerekliliğini belirterek, "kanunun temel özünün zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmak olmadığı ve 4. sınıfın sonundan itibaren mesleki eğitim, açık öğretim gibi farklı eğitim kanallarının önünün açılması olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür bir farklılaştırma ilk bakışta ilköğretim 2. kademede bir esneklik anlamına geliyor gibi görünse de, bu kanallara yönelen çocukların Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tanımlanmış temel ve her çocuk için bir dereceye kadar standart olması gereken genel eğitimden yoksun kalacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuğun doğasına ve farklı ihtiyaçlarına uygun eğitim çeşitli seçmeli dersler ve etkinlikler yoluyla zorunlu eğitim kapsamında karşılanabilir. Bu nedenle, bu kanun teklifinin geri çekilmesi ve yukarıda tartışılan sorunlar kapsamında yeni teklifler getirilmesi önerilmektedir" ifadelerine yer verilerek tasarının geri çekilmesi çağrısı yapılıyor.





(soL- Haber Merkezi)


Hukuk fakültesinde kariyer günlerine tepki


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde, 28 ve 29 Şubat günleri, rektörlük binası doktora salonunda gerçekleşen “Kariyer günleri” etkinliğine, Toplumcu Hukukçular Kulübü üyesi fakülte öğrencileri tepki gösterdi.

Dönem başında rektörlüğün talimatıyla kurulan Kariyer Kulübü’nün düzenlediği “Kariyer Günleri” etkinliği fakülte öğrencilerinin tepkisini çekti.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Toplumcu Hukukçular Kulübü, ülkede yaşanan onca “hukuk cinayetine” değinirken, kariyerizm bataklığına düşmenin meslek onuruna yakışmadığı ve hukuk fakültesi öğrencilerini rahatsız ettiği belirtildi.

“Hukuksuzlukların gölgesinde kariyer planları” başlık açıklamada, Kariyer Günleri’ne birçoğu “piyasada” iyi bilinen hukuk bürolarının temsilcilerinin yanında AKPli kimlikleriyle tanınan Osmangazi Belediye Başkanı ve Düzce Valisi’nin katıldığı belirtildi.

Günümüzde üniversiteleri kuşatmakta olan kariyerciliğin Hukuk Fakültesi dekanlığı eliyle pazarlanmasının öğrencileri rahatsız ettiğine değinilen açıklamada şöyle denildi: “Ergenekon, Odatv, KCK, Deniz Feneri, Hrant Dink ve Hopa davaları gibi Türkiye'nin siyasi hayatını derinden etkileyen ya da Uludere Katliamı ve N.Ç. olayı gibi yurttaşlarımızın adalet duygusunu yaralayan olaylarda yaşanan hukuksuzluklara dair tek kelime etmeyen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının ve hocalarının, kariyer pazarlamaya geldiğinde desteğini esirgememesi, fakülte öğrencileri için utanç kaynağı olmuştur.”


(soL - Haber Merkezi)


Hocalı Gerilimi SBF'ye Yansıdı


Hocalı nefreti sürüyor. Taksim Anması'nda kullanılan nefret söylemini eleştirmek amacıyla okula asılan afiş, Azeri öğrenciler tarafından indirilmek istenince ortam gerildi.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (SBF) Taksim'de Hocalı Katliamı'nın 20. yıldönümü anılırken atılan ırkçı sloganları eleştirmek için asılan afiş bir grup Azeri öğrenci tarafından indirilince iki grup arasında gerginlik çıktı.

Emek Gençliği'nden öğrencilerin hazırladığı bez afişin üzerinde Taksim'de açılan dövizlere gönderme yapan şu slogan yazıyordu: "Piç olmak tercih değil, faşist olmak tercihtir".

Bugün öğleden sonra meydana gelen tartışma sonrası okulu terk eden Azeri öğrenciler, akşamüzeri 17.00 sularında yaklaşık elli kişilik bir grup olarak geri döndü.

Grup okula girip afişi indirmek istedi, SBF öğrencileri ise kapıyı tutarak izin vermedi. Cebeci Kampüsü kapısı önünde yaşanan gerginlikte grup, SBF öğrencilerine taşlı, buzlu saldırıda bulundu. SBF öğrencileri ise karşılık verdi. Saldıran grup sık sık "Karabağ bizimdir, bizim kalacak" sloganı attı.

Çevik Kuvvet olayların başlamasından 20 dakika sonra geldi. Cebeci Kampüsü özel güvenliği ise olaylara karışmadı. Olayda yaralanan öğrenciler oldu. SBF öğrencileri saat 18.00'de toplu olarak okuldan ayrıldı.



Serhat KORKMAZ

BİA Haber Merkezi - Ankara


Meğer birkaç meczup devleti galeyana getirmiş!

Açılan pankartlarından atılan sloganlarına, öncesindeki ırkçı hazırlıklardan İçişleri Bakanı'nın konuşmasına tam anlamıyla ırkçı bir gösteriye dönüşen Taksim'deki Hocalı eylminin bütün suçu birkaç meczubun üzerine atılmaya çalışılıyor.

26 Şubat Pazar günü Taksim devlet destekli bir ırkçı gösterinin tüm faturası 'genç atsızlar' isimli ırkçı gruba kesilmek isteniyor. Bugün hemen tüm gazetelerde yer verilen "Hocalı mitingini 'Genç Atsızlar' sabote etmiş" başlıklı haberlerde sanki İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de eyleme katılıp konuşma yapmamış gibi tüm suç birkaç meczubun üzerine atılmaya çalışıldı.


Tüm suç birkaç meczubunmuş!

Radikal gazetesinde İsmail Sağıroğlu imzalı "Hocalı mitingini 'Genç Atsızlar' sabote etmiş" başlık haberde "Taksim'deki nefret pankartlarının altından 'Genç Atsızlar' grubu çıktı. Polis internette örgütlenen grubun finans kaynağını ve bağlarını araştırıyor" ifadelerine yer verildi. Haberdeki "İstanbul ve Ankara Genç Atsızlar grubu ise mitingde şiddet içeren eylem yapmadı ama açtıkları pankartlarla mitinge katılan yaklaşık 30 bin kişiyi yönlendirmeye çalıştı" ifadesi ile sanki bu küçük grup on binleri ve hatta devleti de yönlendirmeye çalışmış ekseni işlendi.

İçişleri Bakanı'nı da kürsüye 'genç Atsızlar' mı çıkardı?

20 yıl önce Hocalı köyünde katledilen Azerileri anma bahanesi ve devletin tam desteği ile günlerce süren yoğun duyuruların ardından Taksim'de ırkçılık kusulan bir gösteri düzenlendi. Hocalı Katliamını Anma Gönüllüleri Komitesi adlı platform tarafından düzenlenen eyleme Büyük Birlik Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Hak-İş, Has Parti, Alperen Ocakları da katıldı. 'Ermeni yalanına sessiz kalma' gibi açıkça Ermenileri hedef gösteren bir slogan, devletin onayı ile İstanbul'un hemen tüm bilboard ve reklam panolarına asıldı. Öncesindeki hazırlıklarla uyumlu bir biçimde eylemde ayrıca "Hepimiz Türküz hepimiz", "Ermeni yalanına son", "Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz p..siniz", "Ermeni yalanına sessiz kalma", "Bozkurt Ogün", "Bozkurt Çatlı", "Dişe diş kana kan intikam", "Bozkurtlar burada Ermeniler nerede", "Katil Ermeni", "İki devlet tek millet", "Hrant'ın p..leri yıldıramaz bizleri" sloganları atıldı, üzerine bu ifadeler yer alan dövizler taşındı. Dahası eyleme İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da katıldı. Üstüne Bakan Şahin kürsüye çıkarak eylemin genel içeriği ile uyumlu bir şekilde ırkçılıkla dolu bir konuşma yaptı. Şimdi bu suçun bütün bu yükü 'genç Atsızlar' adlı gruba yıkılmak isteniyor.




(soL - Haber Merkezi)




Yeni Şiddet Yasası "Eşitlik"ten Korkuyor


Mor Çatı, şiddetle mücadelede yasalar, politikalar ve uygulamalara dair İzleme Raporu'nu açıklarken, yeni yasa taslağının "kadını değil, kadının aile içindeki yerini" koruduğu belirtti. "Şiddeti eşitsizliklerden kaynaklanan bir sorun olarak görmeyen bir yasayı kabul etmiyoruz" dedi.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, son iki senede kadına yönelik şiddetle mücadelede yasalar, politikalar ve uygulamaların izleme raporunu açıkladı.

Rapor, Nisan 2010-Aralık 2011 tarihleri arasında Mor Çatı'ya başvuran kadınların tanıklıklarına dayanıyor ve şiddete uğrayan kadınların, kolluk kuvvetleriyle, adalet, sağlık görevlileriyle, sosyal hizmet kurumlarıyla devletten yeterli desteği alamadığını ortaya koyuyor.

Bugün sanatçı ve gazetecilerin de katılımıyla gerçekleşen basın açıklamasında Mor Çatı, kadına karşı şiddetle mücadele bütüncül bir yaklaşım gerektiğinin altını çizdi. "Kadınlara destek vermesi gereken kurumlara gerekli bütçe ayrılmıyor. Meslek içi eğitimler yetersiz. Görevlilerin kadına karşı şiddete bakış açıları cinsiyetçi" dedi.

Yeni şiddet yasa tasarısının, kadın örgütleriyle yapılan görüşmelere rağmen Meclis Başkanlığı'na sunulmadan önce yine değiştirildiği, "kadını değil, kadının aile içindeki yerini" koruduğuna dikkat çekildi. Açıkamada şu ifadelere yer verildi:

"Ne yazık ki hayretle üzerinde çalıştığımız taslakta yer alan, 'kadın erkek eşitliği', 'fiili eşitlik', 'toplumsal cinsiyet', 'ev içi şiddet' kavramlarının ortadan kaldırıldığını gördük. Kadın erkek eşitliği, fiili eşitlik kavramlarından korkularak şiddetle mücadele edilemez.

"Nitekim aynı mantıkla "koruma tedbir kararı"nın hakimler tarafından bir an önce verilebilmesinin önüne de engel konmuştur. Şiddet yaşayan kadınların sorgulanmasının yolu açılmış, belki de yeni cinayetlere ortam yaratılmıştır. Çünkü hakimlerin tedbir kararı verirken delil arayabilecekleri yasanın maddeleri arasına girmiştir.

"8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün eşiğinde olduğumuz şu günlerde, Meclis'e sunulan taslağın Türkiye'de inanılmaz boyutlara varan kadına yönelik şiddeti engelleyemeyeceğini görüyoruz. Şiddeti eşitsizliklerden kaynaklanan bir sorun olarak görmeyen, bununla ciddiyetle mücadele etme hedefi bulunmayan bir yasayı kabul etmiyoruz."

Yasalar uygulanmıyor, kadınlar öldürülüyor

Mor Çatı'nın İzleme Raporu'nda, şiddetle mücadele amacıyla imzalanan uluslararası sözleşmelerin, yasaların, Başbakanlık genelgesinin, üçlü protokolün varlığına karşın kadınların yakınları olan erkekler tarafından şiddet görmeye, hatta öldürülmeye devam ettiğinin altı çizilirken, yasaların uygulanamamasının nedenleri şöyle sıralanıyor:

* Yasalarda, uygulamaların kadından yana olmasını engelleyen boşlukların bulunması, örneğin Belediyeler Yasası'nda sığınakların açılmasına ilişkin madde bulunmasına rağmen yaptırımının olmaması, bu nedenle sığınakların bu maddenin yürürlüğe konduğu 2005 tarihinden beri yeterli sayıya ulaşamaması.

* Kolluk kuvvetleri, hâkim, savcı ve avukatlar, sosyal hizmet uzmanları, sağlık çalışanları başta olmak üzere meslekleri itibariyle kadına karşı şiddetle mücadele etme gerekliliği bulunan görevlilerin erkeği koruyan bakış açısını ısrarla muhafaza etmeleri. Bunun sonucunda kadınların karakolda hakları ile ilgili bilgilendirilmemeleri, sığınakta yeterince güçlendirilmemeleri ve şiddet ortamına geri dönmek zorunda kalmaları.

* Kaynakların kadınlardan yana kullanılmaması, gerekli bütçelerin ayrılmaması, kamu görevlilerinin mesleki eğitimlerinin yapılmaması.

* Uygulamaların bir bütünlük içinde ele alınmaması, şiddetle mücadelenin kadınların çalışma yaşamından eğitime kadar çeşitli alanlarda güçlendirilmesi ile ilişkisinin kurulmaması. Kadına karşı şiddetle mücadele edildiği söylenmesine karşın, bir yandan da namus, kıskançlık gibi gerekçelerle şiddetin meşrulaştırılması, kadınlara kaç çocuk doğuracaklarının söylenmesi, geleneksel bakıcı ve ev işlerinden sorumlu konumlarının sürdürülmesi.



Çiçek TAHAOĞLU

BİA Haber Merkezi - İstanbul


Pedagojik değil ideolojik


7 EĞİTİMCİ ÖRGÜTÜ YAPTIKLARI ORTAK AÇIKLAMAYLA 12 YILLIK KADEMELİ EĞİTİM SİSTEMİNE KARŞI ÇIKTI


Eğitimciler, 12 yıllık kademeli eğitim sistemine itiraz etti. 7 eğitimci örgütü yaptıkları ortak açıklamayla 12 yıllık kesintili eğitimin gündeme getiriliş nedenin, pedagojik değil, ideolojik olduğuna dikkat çekti.

Bir süredir ülke gündemini meşgul eden 4’er yıllık 3 kademeli eğitim tartışmalarına ilişkin Eğitim Sen, Eğitim-Der, Felsefeciler Derneği, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, ÖV-DER ve Tüm TÖB-DER gibi eğitimci örgütleri, bugün Mülkiyeliler Birliği binasında ortak bir açıklama yaptılar. Ortak metni sunan Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, 12 yıllık kesintili eğitim önerisinin Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından gündeme getirilme cesaretinin bile gösterilmemiş olmasının dikkat çekici olduğunu söyledi. Yıldız, alelacele ortaya çıkartılan 12 yıllık kesintili eğitim önerisinin eğitimciler dışında tutularak “oldubitti”ye getirilmek istenmesinin düşündürücü olduğuna vurgu yaptı. Yıldız, düzenlemenin toplum ve eğitim sisteminin ihtiyaçlarının tamamen dışında bırakılarak gündeme getirildiğini belirten Yıldız, yasanın eğitim alanında yer alan kurumların öneri ve görüşlerinim alınmadan yapılıyor olmasının ideolojik kaygı ve amaçlar güdüldüğünün göstergesi olduğunu kaydetti.

PİYASALAŞMANIN ÖNÜ AÇILIYOR

Yıldız, kanun teklifinin yalnızca eğitimin dinselleştirilmesi, okullaşmanın önünün tıkanması değil, aynı zamanda eğitimin ticarileştirilmesi ve piyasalaştırılması anlamına geldiğini söyledi. Yapılacak düzenleme ile birlikte ilköğretim 4. sınıf öğrencilerinin sınavlar ile tanışıp dershanelere yönlendirileceğini belirten Yıldız, ilk kademeden sonra öğrencilerin açık öğretime yönlendirilmesinin, örgün öğretimin “dini gerekçelerle” 4. sınıftan sonra fiilen kaldırılmasına yol açacağı uyarısı yaptı.

Yıldız,  8 yıllık zorunlu eğitim ile birlikte geçtiğimiz 14 yıl içerisinde ilköğretimde okullaşma oranının yüzde 84.74’den yüzde 98.41’e, ortaöğretimde ise yüzde 37.87’den, yüzde 69.33’e ulaştığını hatırlattı. Özellikle kız çocuklarının eğitime erişiminde zorunlu eğitimin çok önemli bir yer tuttuğuna vurgu yapan Yıldız, okullaşmanın azalmasına neden olan düzenlemenin savunulmasının tamamen ideolojik ve siyasal bir bakış açısı olduğunu aktardı.

DİNSEL REFERANSLARA ESAS ALINIYOR

Yıldız, ilköğretimde kız ve erkek çocukların konumuna ilişkin dini referansları esas alan düzenlemelerin önünün açıldığına da dikkat çekti. Yıldız, “Bu önlemlerden hareketle, salonların, dersliklerin ve tuvaletlerin ayrılması, binaların ayrılması ve benzeri düzenlemeler yapılıyor. Bu yaş çocuklar arasındaki ilişkilere bir takım ahlaki gerekçelerle karşı çıkmak, ancak dinsel kuralların esas alındığı yaşam tarzlarının egemen olduğu toplumlara özgü bir durumdur. Kadın-erkek ilişkilerine sığ, ahlaki formlarla duvarlar örnek ve bunun ilköğretim öğrencilerinin seviyesine indirerek, dinsel referanslarla ve ‘tek tip’ zihniyetle yetiştirmek anlamına gelmektedir” dedi.

ÖĞRENCİLER AYRIŞTIRILIYOR

Bakanlığın düzenlemeye ilişkin kimi ülkelerden örnekler vermesini de eleştiren Yıldız, Almanya’da birkaç eyalette uygulanan ve henüz 4. sınıftayken “Zekiler ve Geri Zekâlılar” diye çocukları ayrıştıran bu sistemin her şey den önce çocuk hakları ihlali olarak görülmesi gerektiğini vurguladı. Yıldız,  aynı durumun ABD’de de yaşandığını ve okulların “Zenci”, “Melez” ve “Beyaz” diye ayrıştırıldığını söyledi. Amerika ve Almanya örneğine vurgu yapan Yıldız, Amerika’da siyahî ve melezlerin, Almanya’da ise Alman olmayan çocukların genelde meslek okullarına gittiğini ve belirtilen “Fırsat eşitliği” söyleminin kuru bir slogan olarak kaldığını aktardı.

ÇOCUKLARA YAPILACAK EN BÜYÜK KÖTÜLÜK

Okul öncesi eğitiminin çocukların gelişimi açısından çok önemli bir yer tuttuğuna dikkat çeken Yıldız, okul öncesi eğitimin yasa teklifinin kapsamı dışında bırakılmasının düşündürücü olduğunu kaydetti. Kesintili eğitimle birlikte kız çocuklarının okuldan alınma riskinin arttığına vurgu yapan Yıldız, diğer taraftan çocuk işçiliğin önünün açıldığına dikkat çekti. Yıldız, “Dünya ülkeleri mesleğe yöneltme yaşını lise başlangıcına doğru yönlendirirken, pedagojik olarak hiçbir faydası olmayan erken yaşta mesleğe yönlendirme uygulaması çocuklara yapılacak en büyük kötülük olacaktır” dedi.
Düzenlemeye ilişkin Bakanlıktan randevu taleplerinin yanıtsız bırakıldığını da ifade eden Yıldız, düzenlemeye karşı sokaklara çıkacaklarını, Cumartesi günü Ankara’da AKP İl Binası’na yürüyüş düzenleyeceklerini açıkladı.

Toplantıya Eğitim Sen, Eğitimciler Derneği (EĞİT-DER), Felsefeciler Derneği, Köy enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Tüm Öğrenci Velileri Dayanışma Derneği (ÖV-DER), Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği (PDR DER) ve Tüm Öğretmenler Birleşme Dayanışma Derneği (TÖB DER) temsilcileri katıldı.



EVRENSEL-Ankara



Adıyaman’da Alevi evleri işaretlendi!



CHP'li Hüseyin Aygün'den vahim iddia…


Dersim katliamı ile ilgili yazdığı kitap ve yaptığı açıklamalar ile Türkiye'de önemli bir tartışmanın fitilini ateşleyen CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün bugün sosyal medyada vahim bir iddia paylaştı. Bu iddia Adıyaman'da yerel yönetimleri ve polisi harekete geçirdi.


CHP'li vekil yazdı, sosyal medyada bu konu konuşulmaya başlandı... CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, bugün Facebook hesabından müthiş bir iddia ortaya attı. Bu iddiaya göre, Adıyaman'da Alevilerin yaşadığı evler işaretlendi, Vali ve emniyet yetkilileri harekete geçti.


 İşte Aygün'ün paylaştığı mesaj


"Adıyaman'da Alevi mahallesindeki evlerin kapısının işaretlendiği yönünde haberler alıyoruz, Hükümetin görevi "dindar nesil" yetiştirmek, yurttaşlar arasına kin ve nefret tohumları eken projeler üretmek değil, çoğulcu ve demokratik bir toplumsal düzen tesis etmektir, meydana gelmesi olası saldırıların sorumlusu "Suriye'de Alevi askerler cinayet işliyor" şeklinde konuşan hükümet olacaktır..


Arkadaşlar CHP Adıyaman yöneticileri Emniyet ve Vali ile görüştü, polise göre 20 civarında evin kapısına yazı yazılmış, ne yazdığı belli değilmiş, olay araştırılıyormuş, fotoğraflar ulaşırsa paylaşacağız.."


AKILLARA MARAŞ KATLİAMI GELDİ


19 Aralık ile 26 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve resmi verilere göre 100'ü aşkın insanın öldürüldüğü katliamda, katliam öncesi Alevi ve solcuların yaşadığı evler işaretlenmişti. Adıyaman'da bugün ortaya atılan bu iddia, akıllara Maraş Katliamı'nı getirdi.


ARAŞTIRILIYOR


Vali Ramazan Sodan, 50'ye yakın evin hangi amaçla işaretlendiğinin araştırıldığını söyledi. Olayın geçtiği yerin daha çok Alevilerin oturduğu bir mahalle olduğunu belirten Vali Sodan, şunları söyledi: “2-3 gün önce bazı vatandaşlarımızın kapılarına keçeli kalemle bazı yazı ve şekiller çizilmiştir. Yazı değil, rastgele şekiller çizilmiş.


Ne amaçla yapıldığını bilemiyoruz ama çocuk işi de olabilir. Bu işin biz yakın takipçisiyiz. Bu yazı ve şekillerin kim tarafından yapıldığını tespit etmeye çalışıyoruz.


Adıyaman’da şimdiye kadar mezhepsel bir sürtüşme olmadığı gibi kavga da olmamıştır."


PROVOKASYON MU?

CHP Adıyaman Milletvekili Salih Fırat ve CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün konuyla ilgili TBMM'de basın toplantısı düzenledi. Vali ve emniyet müdürüyle görüştüğünü dile getiren Fırat, ''O bölgede ağırlıklı olarak Kürt ve Alevi yurttaşlarımız yaşadığı için biz, daha önce tarihimizde yaşadığımız kötü, üzüntülü örnekler olduğu için, 'acaba Adıyaman'da böyle bir ön çalışma mı var, provokasyon mu var' diye endişelendik'' dedi.


Olayın çözülmesi için detaylı çalışma yapılmasını isteyen Fırat, kenti ''Türkiye'nin mozaiği'' olarak nitelendirdi. ''12 Eylül dönemi dahil Adıyaman'da üzücü bir olay yaşanmamıştır'' diyen Fırat, bundan sonra da yaşanmaması için olayın üstünün örtülmemesi gerektiğini ve yapanların ortaya çıkarılması gerektiğini vurguladı.


Hüseyin Aygün de başka inanç ve kimlikten insanların aleyhinde yapılan girişimlere hükümetin izin vermemesi gerektiğini belirterek, olayın bir an önce aydınlatılmasını talep etti.

MAHALLEDE MOBESE YOK

CHP Milletvekili Salih Fırat, bir soru üzerine söz konusu bölgede MOBESE'nin olmadığını söyledi.



Yazıların içeriğine ilişkin soruya da Fırat, duvarlarda belli bir yazının ya da sembolün olmadığını, farklı şekillerin bulunduğu yanıtını verdi.



Demokrat Haber



Karanlığa karşı söz sanatçılarda


Ülkenin içinde bulunduğu durumdan kaygı duyduklarını ve bu durumu reddettiklerini duyuran “Sanatçılar Girişimi”, ilk toplantısında yüzü aşkın sanatçıyı bir araya getirdi.

Aralarında Nevzat Çelik, Rutkay Aziz, Bedri Baykam, Levent Kırca, Ataol Behramoğlu, Orhan Aydın, Gülsen Tuncer ve Eşber Yağmurdereli’nin bulunduğu Sanatçılar Girişimi’nin ilk toplantısında mücadele vurgusu vardı. Beyoğlu’nda bulunan ve ortak deklarasyonun duyurulduğu metnin ardından sanatçıların yaptığı konuşmaları soL okuyucularıyla paylaşıyoruz

Nevzat Çelik: “İtirazın iki şartı”

Sanatçılar Girişimi imzacılarından şair Nevzat Çelik, 12 Eylül faşizmiyle birlikte ülkenin vicdanı sayılan solun yok edilmek istendiğini belirtirken, katılımcılara en uygun düştüğünü düşündüğü “İtirazın İki Şartı” adlı şiirini okudu.


Sadık Gürbüz: “Ucube bir düzen içinde yaşıyoruz”

Türk Halk Müziği sanatçısı Sadık Gürbüz ise yaptığı konuşmada, ucube bir düzen içinde yaşadıklarını dile getirdi. Bu ucube düzene karşı “Sanatçılar Girişimi”ni bir başkaldırı olarak gördüğünü belirten Gürbüz, bu toplu başkaldırıda yer almamanın büyük bir utanç olduğunu düşündüğünü söyledi


Osman Şahan: “Türkiye kafese konuldu”

Toplantıya katılan bir diğer sanatçı şair Osman Şahan, Türkiye’nin kafese konulduğunu söyledi. 1984 yılında cezaevinden çıkıp İsveç’e gittiğinde gezdiği bir sergiyi anlayan Şahan, “O sergide Türkiye’deki cezaevlerinde bulunan aydınlar anlatılıyordu. Bence şimdi de benzeri bir sergiye ihtiyaç var” dedi.


Bilgesu Erenus: “Toplum sermeye sınıfınca teslim alındı”

Senarist, yazar ve şair Bilgesu Erenus, bir toplumda ömürlerine iki bildirge sığdıran sanatçıların nasıl değerlendirilmesi gerekir diye sordu. Bundan 28 yıl önce bir metin daha hazırladıklarını ve bugünkü bu metnin rastlantı olmadığını vurgulayan Erenus, “Aydın ve sanatçıları görmezden gelen bir toplumun sermaye sınıfınca, İzmir İktisat Kongresi’nden bu yana rehin alındığından kimse kuşku duymamalı” dedi.
Bu metnin ortak paydasının emek olması gerektiğini belirten Erenus, işçilerin ulusal ve uluslararası sermeyenin çıkarları için kum torbası olarak kullanıldığını ve öldürüldüğünü dile getirdi. Erenus, “sanatçılar olarak işçilerin yanında olmalıyız” dedi.


Orhan Kurtuldu: “AKM’de oldubittiye izin vermeyelim”

Tiyatro sanatçısı Orhan Kurtuldu ise toplantıda yaptığı konuşmada Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’ne dikkat çekti. AKM’nin Sabancı-Kültür Bakanlığı işbirliği ile restore edileceğini hatırlatan Kurtuldu, konuyla ilgili ilerleyen günlerde bir ihale açılacağını belirtirken, “Sanatçılar Girişimi” olarak bu süreçte bir oldubittiye izin vermemeleri gerektiğini ifade etti.


Bedri Baykam: “ Karanlığı bizler aydınlatacağız”

Ressam Bedri Baykam yaptığı konuşmada, ülkedeki karanlığı kendilerinin aydınlatacağını dile getirdi. Laik bir cumhuriyette dindar gençlik tartışmaları olduğunu belirten Baykam, bunun ardından bir de kindarlıktan söz edildiğini dile getirdi. Haber alma özgürlüğünün yerle bir edildiğini vurgulayan Baykam, bu haberi yapmaya gelen gazetecilerin, haberlerini yayınlatmasının çok zor olduğunu söyledi. Özgür yaşam tarzlarına büyük bir saldırı olduğunu ve tek tipleştirme olduğunu belirten Baykam, özgür, bağımsız ve barış içinde bir ülke istediklerini kaydetti.


“İleri demokrasi yalanı da söylenmesin, partimi demokratik yaptım yalanı da söylenmesin” diyen Baykam, “Halkın sanatçılar aydınlar nerede” diye sorduğunu ve yanıtın işte burada olduğunu söyledi.

Mehmet Aksoy: “Bir adım bile geri çekilmeyeceğim”

Kars’ta yaptığı “İnsanlık Anıtı” Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla yıkılan heykeltıraş Mehmet Aksoy, görsel sanatlar üzerinde büyük bir baskı olduğunu dile getirdi. 70 tane devlet galerisinin kapatıldığını belirten Aksoy, KPSS’de 100 kişi içinde neredeyse 1 tane bile resim ve müzik öğretmeni olmadığını ifade etti.


Taksim düzenlemesinin sonrasında meydanın beton yığınına dönüştürüleceğine değinen Aksoy, her alanda gidişatın çok kötü olduğunu açıkladı. 50. yıl sergisine heyecan ve umutla hazırlandığını belirten Aksoy, buna karşın bazen kendisine “başıma gelmeyen kalmadı hala ne için uğraşıyorum” dediğini ancak buna rağmen bir adım geri çekilmeyeceğini söyledi.

Tuğrul Keskin: “Boyun eğmeyecek Sanatçılar Girişimi çok önemli”

Toplantıya İzmir’den katılan ve İzmir’deki sanatçılar adına konuşan şair Tuğrul Keskin, Türkiye’nin her yanında haksızlıklara karşı duracak ve boyun eğmeyecek “Sanatçılar Girişimi”nin oldukça değerli olduğunu ve çalışmaları İzmir’de de sürdüreceklerini dile getirdi.


Gülsen Tuncer: “Kürecik ve Suriye’de neler oluyor?”

Tiyatro sanatçısı Gülsen Tuncer, bu salonda bulunan sanatçıları tanıdığını ve 12 Mart’ta 12 Eylül’de bu salondaki kimsenin teslim olmadığını ve yine olmayacağını söyledi. Ülkenin 1923’den daha da geriye çekilmeye çalışıldığını vurgulayan Tuncer şöyle konuştu: “Bu ülkenin topraklarına geçtiğimiz günlerde ABD askeleri geldi. Bundan utanç duyuyorum. Suriye’de dostlarım var bugün oraya gitmeye utanıyorum. Laik rejim olmadığı için davetlerini geri çevirdiğim İran’a da gitmeye utanıyorum. Bu ülkelere düşmanlık eden bir ülkemiz var ancak biz sanatçılar kendimizi bu karanlığa sattırmadık, sattırmayacağız bu böyle bilinmeli” dedi.


Levent Kırca: “Para peşinde değil biraz da memleketin peşinde koşun”

Tuncer’in ardından söz alan sanatçı Levent Kırca, “Ülkenin haline ‘bir şey yok canım’ diyenler aptal olmalı gerizekâlı olmalı. Memleket elden gidiyor” dedi. İnanılmaz bir cumhuriyet düşmanlığı olduğunu, gazetecilerin hapiste olduğunu vurgulayan Kırca, “Bir de bir şey olmaz diyenler vardı onlar şimdi artık çok geç diyor” dedi. Bu söyleme sahip olanların mezar taşındaki iki tarih arası dönemi yaşamadığını belirten Kırca, “O tire yok bunlarda, bunları Silivri’ye soksan oranın neresi olduğunu da anlamaz bunlar. Türkiye Cumhuriyeti sanatı başta olmak üzere tüm kurumlarıyla teslim alınmış durumda. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ‘ne çok geç halinde’ ne de ‘bir şey olmaz’ halinde durum şu anda ‘tam zamanıdır’ denilecek bir dönemde” dedi.


Kendi menfaati adına televizyonda çeşitli yerlerde program yapan Okan Bayülgen, Beyaz gibi insanlara da ihtiyaçları olduğunu kaydeden Kırca, bırakın para peşinde koşmayı biraz da memleketin peşinde koşun” diye konuştu.

Yılmaz Onay: “Hitler iktidardan indirilse seçilmiş iktidara darbe mi olacaktı?”

Tiyatro yönetmeni ve yazar Yılmaz Onay ise yaptığı konuşmada, Hitler’in parlamento açıkken iktidara geldiğini başta komünistler olmak üzere muhalefeti toplama kamplarına attığını hatırlattı. Hitler’in kimi adımlarına bazı generallerin bile isyan ettiğine değinen Onay, bu generallerden biri Hitler’i iktidardan indirmekte başarılı olsaydı ne olmuş olacaktı. Seçimle iktidara gelen birine karşı cunta darbesi olarak mı tanımlanacaktı.”


Eşber Yağmurdereli: “Türkiye hapishaneleri 12 Eylül’den daha kötü durumda”

Sanatçılar Girişmi’nin imzacılarından olan Eşber Yağmurdereli, “12 Eylül’ü ve şiddeti biliyoruz ancak Türkiye hapishanelerinde bugün 12 Eylül döneminden çok daha olumsuz şartlar var. Şu anda 150 bin kişi hapishanede ve bu rakam 12 Eylül’den çok daha fazla. Hapishanelerden bana hasta tutuklu mektupları geliyor ve 200 kişilik bir liste vardı elimde. O sayı azalıyor sürekli. Elimde 108 kişilik liste var sadece” diye konuştu.


Tortum’da doğa mücadelesine de değinen Yağmurdereli, tüm bunların Türkiye’de bir tabloyu ortaya koyduğunu belirtirken, bu olumsuzlukları değiştirmek için burada olduğu gibi bir araya gelmelerinin çok değerli olduğunu söyledi.

Rutkay Aziz: “Su kaynıyor biz de harekete geçeceğiz”

Girişim imzacılarından olan sanatçı Rutkay Aziz, su 100 derecede kaynar ve kaynıyor. Şimdi mesele bizim ne yapacağımızda. Biz haksızlığa karşı çalışmalara en kısa sürede başlayacağız” dedi.


Orhan Aydın: “Önümüzde kavgalı bir süreç var”

Tiyatro sanatçısı Orhan Aydın yaptığı konuşmada, önlerinde kavga dolu bir süreç olduğunu dile getirdi. 13 Mart tarihinde Sivas Katliamında yakılan aydınların davasının zaman aşımından düşme riski olduğunu hatırlatan Aydın, bu tehlikeye karşı “Sanatçılar Girişimi” olarak davayı takip etmeleri gerektiğini söyledi.




(soL – Haber Merkezi)


28 Şubat 2012 Salı

Tayyip Erdoğan: 'Kılıçdaroğlu'ndan gayet memnunuz'


Tayyip Erdoğan, 10 Şubat'ta geçerdiği ameliyatın ardından ilk grup toplantısını bugün yaptı. Erdoğan'ın gündeminde ağırlıklı olarak 28 Şubat ve CHP kurultayları vardı.

Tayyip Erdoğan bugün partisinin grup toplantısında konuştu. 10 Şubat'ta geçirdiği ameliyatın ardından ilk kez partisinin grup toplantısında konuşan Erdoğan'ın gündeminde ağırlıklı gündem maddeleri 28 Şubat süreci ve CHP kurultayları vardı. Geçtiğimiz gün Taksim'de gerçekleşen ırkçı gösteriyi savunan Erdoğan, konuşmasında 12 yıllık kesintili eğitim tasarısına da değindi.






28 Şubat'ın 15. yıldönümüyle ilgili Erdoğan şöyle konuştu:

-"Türkiye'nin tarihinde bazı hatırlamak istemediğimiz karanlık tarihler var. Bugün de böyle karanlık bir tarihin, demokrasi faciasının yıldönümünde grup toplantısını yapıyoruz. 28 Şubat olayı demokrasi faciası olarak zihinlere kazınmıştır. 28 Şubat müdahalesi 27 Mayıs'ın, 12 Eylül'ün devamı niteliğinde. Aynı ideolojinin eseri bir müdahaledir. 28 Şubat'ta farklı bir tarz izlendi ama öncekilerde olduğu gibi milletin kendisi hedef alınmıştır. Seçimle gelmiş bir hükümet kışkırtmalar, kirli senaryolar marifetiyle görevden uzaklaştırılmış, siyaset dizayn edilmek istenmiştir. 28 Şubat arkasında çok büyük bir enkaz bıraktı. Hükümet ağır bir kuşatma altına alınırken, belediyelerin hizmet üretmesinin önüne geçilmiştir. 28 Şubat toplumu da dizayn etmek gibi bir niyet sergilemiş. İlkokullardan üniversitelere Kur'an kurslarına kadar milletin hissiyatıyla uyuşmayan düzenlemeler yapılmıştır. Nice kız öğrenci eğitimden soğutulmuş, kılık kıyafetinden dolayı eğitim hakkından mahrum bırakılmıştır"

-"Hastayım, ben de bugünkü Bezmialem'de yatıyorum. İki kız yanıma geldi, nedir rahatsızlığınız diye sordum. O zaman belediye başkanıyım. 'Ne olacak, kafayı üşüttük' dediler. 'Eğitim-öğretim hakkımız elimizden alındı da o yüzden' dediler. Bunların ahı, bunların vahı yerde kalır mı? 28 Şubat ağır faturalar yükletmiş, Türkiye'nin ilerleme hamlesine ağır bir darbe vurdu. Biz 28 Şubat'ın mağduru olarak bugün gururla ayaktayız, buradayız. TBMM 28 Şubat'ın mağduru olarak bugün burada. 28 Şubat'ta hakkı yenilen nice kardeşimiz artık haklarına kavuştu, kavuşuyor. Eğitim hakkı elinden alınan kız kardeşlerimize hakkı iade ediliyor. 28 Şubat'ın mimarları toplumun huzuruna çıkmaktan çekiniyor. Telafi edilemez bir mahcubiyet yaşıyorlar. Tarih 28 Şubat'ın mimarlarını, taşeronlarını, taşeron medya kuruluşlarını da üzerinden bin yıl bile geçse affetmeyecek. 12 Eylül'ün mimarları yokluğa mahkum edilmiştir. 28 Şubat'ın mimarları da 15 yıl içinde unutulmuş, millet onları da elinin tersiyle bir kenara etti. Bu millet 28 Şubat'la da yüzleşiyor, yüzleşmeye devam edecek. 28 Şubat'ın bu ülkeye ödettiği bedelin hesabı da soruluyor"


Konuşmasında CHP'yi de gündemine alan Tayyip Erdoğan'ın konuşmasında satır başları şu şekilde:

-"27 Mayıs'a zemin hazırlayan CHP olmuştur. 28 Şubat'a sessiz kalan yine CHP oldu. Bunlar demokrasiyi, kurultaylarda işlerine geldiği için hatırlarlar. 28 Şubat'ta, 27 Nisan'da hatırlamadıkları demokrasiyi sadece kurultay kürsülerinde hatırlarlar. Demokrasiye bu kadar aşıktınız da 28 Şubat'ta neredeydiniz. 27 Nisan'da neden sesiniz, soluğunuz çıkmadı. O kadar ileri gittiniz ki, 'Ankara'da da savcılar varmış' dediniz. Bunların demokrasi aşkı platoniktir. Bunlar demokrasiyi ancak uzaktan sever. CHP'nin jetonu maalesef geç düşüyor. Genel başkanları da 'Bu kadar sık meyhaneye gitmeyin. Gidecekseniz de aynı meyhaneye gitmeyin' dedi. Merhum Oğuz Atay'ın sözü var; 'Türk solu geç kalkar, çünkü bir gece önce sabaha kadar içmiştir' Ben söylemiyorum. Kadınları MYK'ya almakla övünüyorlar, kendilerine orada da günaydın diyorum. AK Parti'yi izlemelerini temenni ediyorum. Kendi partisi içinde demokrasiyi tesis edemeyen bir genel başkandan biz demokratik bir duruş beklemiyoruz. Bizde kadın kolları başkanımız MYK'nın da tabii üyesidir. Bunların bundan haberi yok. Kendi ülkesini şikayet eden, kendi partisi içinde Dersim konusunda doğruları söyleyen kadroları görevden alan başkandan biz samimiyet beklemiyoruz"

-"Kaset operasyonundan sonra iş başına gelen bir genel başkanın vesayete karşı onurlu duruş sergilemesini hiç beklemeyin. Kılıçdaroğlu kurultay konuşmasında geçmişiyle gurur duyduklarını söylüyor. Dersim katliamından dolayı da gurur duyuyor musunuz? İstiklal mahkemelerinden gurur duyuyor musunuz? Fitil fitil ödettiğiniz ağır bedellerden gurur duyuyor musunuz? 27 Mayıs'tan da gurur duyuyor musunuz? Siz Kılıç Ali'yi CHP belediyerinde parklara isim vermeye devam edin. Çıkmış 'Başbakan 46 dakika konuştu, 45 dakikayı CHP'ye ayırdı, CHP'den çekiniyor' diyor. Aynaya bak aynaya, millet dizi seyretmeyi bıraktı keyifle sabah akşam seni seyrediyor. Tüzük kurultayında ne gibi değişiklikler olacak diye baktım, Erdoğan kurultayıymış. Biz Sayın Kılıçdaroğlu'dan ziyadesiyle memnunuz. CHP'den bu haliyle fazlasıyla memnunuz. Günde ayaküstü 10 yalan söyleyen bir genel başkandan biz ziyadesiyle memununuz. Konuştuğu kürsünün önünde kendi milletvekili tartaklanıyor. Neredeyse orada işini bitirecekler. Dayağı yiyen CHP'li vekil. Dosyasını veremiyor. Senin vekilini dövüyorlar, sen hala 'Beni CHP'lilerden korumayın' diyorsun. İstediğiniz kadar hakaret edin, onların hepsi bizim kârhanemize yazıyor. Sonuçta aynaya baktığınızda mahçup olan siz olacaksınız"


Erdoğan, 12 yıllık kesintili eğitim tasarısını eleştiren TÜSAİD'ı da hedef aldı:

-"Başta CHP ve TÜSİAD'ın vermiş olduğu tepki tamamen çağdışı, Türkiye gerçeklerinden uzak tepkilerdir. TÜSİAD da taraf olabiliyormuş. Bu TÜSİAD daha önce yine İmam Hatiplerle ilgili olarak bizzat bir rapor hazırlattı. O raporla İmam Hatiplerin orta kısımları kapatıldı. Bunların evvelini biliriz. Bunların kininin nereye olduğunu biliriz. Bunu bildiğimiz için bu yanlışı düzeltmek bizim görevimizdir. 8 yıllık kesintisiz eğitimin mimarlarından TÜSİAD'ın eğitimde statükoyu savunması ibretlik bir durumdur. Kusura bakma TÜSİAD senin arzun olmayacak. Milletin arzusu olacak. Daha önce de dedim, siz işinize bakın. Sıkılmadan şunu söylüyorlar. Neymiş kızların okumasının önü kesilecekmiş. 9 senelik raporlara bakar insan. Şu 9 yıl içinde bu ülkede eğitim-öğretim nereden nereye geldi. 8 yıllık eğitimin en önemli mağduru sanayiciler. İdeolojik kaygılarla zihinleri bulandırmak TÜSİAD'ın geçmişten devraldığı eski bir roldür. TÜSİAD önce 28 Şubat'taki rolünü sorgulasın. Ben TÜSİAD'a da acilen değişmesini ve kör ideolojiden kurtulmasını tavsiye ediyorum. 4 okuyacak 4 daha okuyacak ama ikinci 4'te tercih yetkisi var. Ama devam etmek durumunda. Üçüncü 4'e başlarken isterse açık liseyi tercih edebilir. Bunu yaparken bir rahatlama getiriyor. ABD de evden eğitim sistemini kurmuş. Biraraya geldiğimizde konuşuyorlar. Türkiye buna niçin Fransız kalsın? Ama dert başka, ideoloji. İlk 8 yıla devam mecburiyeti getiriyoruz. Kızların okuldan koparılacağı endişesi tamamen yersiz. Kız çocuklarının okullaşma oranı rekor düzeylere çıktı. Bu mu geriye gidiş. İlköğretimde okullaşma oranı 2002'de yüzde 91'i ey TÜSİAD bugün yüzde 98. Türkiye'de kız çocuklarının okullaşma hızı erkeklerden çok daha fazla. Bize bu şekilde saldırmak bakar kör olmaktır. Eğitimi birilerinin deneme tahtası olmaktan çıkardık"

Grup toplantısında yaptığı konuşamada geçtiğimiz gün Taksim'de düzenlenen ve atılan sloganlar ve açılan pankartlarla tam bir ırkçı gösteriye dönüşen Hocalı protestosunu da savundu. Erdoğan'ın konuşması şu şekilde:

-"26 Şubat 1992'de Hocalı'da 613 masum insan Ermeni saldırganlar tarafından katledildi. Kardeşlerimizi bir kez daha rahmetle yadediyoruz. Azerbaycan'ı bir kez daha dayanışma mesajlarını iletiyoruz. İstanbul'daki mitingde marjinal ve münferit birkaç pankartın olması Hocalı katliamına dair acımızı ve dayanışmamızı gölgelemeye yetmez. Etnik kökenine, inancına bakılmaksızın her bir vatandaş birinci sınıf vatandaştır. Biz Hocalı katliamını unutmayacağız, unutturmayacağız"

-Uludere Katliamı ile ilgili de konuşan Erdoğan, ""Terör örgütünün maskesi her geçen gün biraz daha düşüyor. Örgüt içinde istismar edilen çocuklar tek tek ortaya dökülüyor. Güvenlik birimlerinin motivasyonunu olumsuz etkileycek her türlü girişim karşısında terör örgütü bizi bulacaktır. Uludere'deki kardeşlerimizi unutmadık. En az onlar kadar acı hadisenin aydınlatılmasını bekliyoruz. Gerek sivil yargı, gerekse askeri yargı iki koldan çalışmayı sürdürüyor. Süreç devam ediyor. Büyük bir hassasiyetle devam ediyor. Komisyon çalışmalarında gizlilik esastır. Önüne gelen konuşma yapamaz. Her komisyonun başkanı olduğu gibi bir de sözcüsü vardır. Baktık ki, birileri hemen bir şeyler kaçırmak için hemen açıklamalar yapmaya, dezenformasyana gitmek gibi bir gayret gördük. Uludere'deki kardeşlerimizle dayanışma amacıyla ilgili bakan arkadaşlarımın eşleriyle bir ziyareti olacak. Oradaki alilelerle biraraya gelecekler. Kendilerini kardeşlerimiz yalnız hissetmesinler" dedi.



(SoL-Haber Merkezi)



Boğaziçi Üniversitesi: 4+4+4 bilim dışı!


Boğaziçi Üniversitesi, bugün yazılı bir açıklama yaparak 12 yıllık kesintili eğitim tasarısının geri çekilmesini talep etti. Fakülte tarafından yapılan açıklamada, eğitim sisteminde öngörülen değişikliklerin bilim dışı olduğu gibi, insan haklarına ve eşitlik ilkesine de aykırı olduğu vurgulandı.

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi bugün yazılı bir açıklama yaparak, 12 yıllık kesintili eğitim tasarısının geri çekilmesini talep etti.

Talebin gerekçelerinin sıralandığı açıklamada, tasarının bilim dışı olduğunun ve bunun yanı sıra insan hakları ve eşitlik ilkesine aykırı olduğunun altı çizildi. "Bir ülkedeki eğitim sistemi ve bunun uygulanmasını içeren model değişiklikleri, ancak daha önceki sistem ve uygulamalar bilimsel değerlendirmelerle ele alınıp gelişim ve değişimin zorunlu olduğu saptanırsa, gerekli olabilir" saptamasıyla başlayan açıklamada, "Böyle bir bilimsel değerlendirmeye dayanmayan değişiklikler, insan gücü açısından olduğu kadar ekonomik açıdan da savurganlığa neden olur" denilerek tasarının geri çekilmesi talep ediliyor.


Açık öğretim seçeneği, çocukların sosyal ve duygusal gelişimine ket vuracaktır

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi tarafından yapılan açıklamada, çağ nüfusu bilişsel gelişim açısından ayrıştırıldığında, 7-11 yaşın somut işlemler, 12 yaş üstünün ise soyut işlemler dönemleri olarak belirlendiğini, bu yüzden dördüncü sınıftaki bir çocuğun, somut işlemler döneminin tam ortasındayken ilköğretimin ikinci kademesine geçmesinin, bilimsel veriler ve bulgulara ters düştüğü belirtildi.


Açıklamada ayrıca, "Çocukların soyut işlemler dönemine girmeden bir öğretim kademesini tamamladığı hiçbir gelişmiş ülke bulunmamaktadır" ifadelerine yer verildi.

Tasarının, kız ve erkek çocuklarında %98'e ulaşan okullaşma oranını düşüreceği, bu düşüşün, "alt sosyo-ekonomik düzeyden gelen" çocuklar için daha fazla yaşanacağı belirtilerek, "Böyle bir eşitsizlik, insan hakları açısından olduğu kadar insan gücü niteliğinin düşmesi açısından da eleştiriye açıktır" denildi.

Modelin ikinci dört yılından itibaren "açık öğretim"in devreye girmesine ilişkin de açıklamada, "okullaşma yalnız bilişsel gelişimin ‘olmazsa olmazı’ değil, aynı zamanda sosyalleşme süreçlerinin gerçekleştiği, çocuğun birey olarak toplum içinde etkin iletişim ve etkileşimi öğrendiği süreçleri kapsar. Sosyal ve duygusal gelişim, okullaşma süreci içinde önemli yer tutar. Bu nedenle, erken dönemde bu sosyal ortamın dışındaki seçenekler yalnız bilişsel gelişime değil, aynı zamanda da sosyal ve duygusal gelişime de ket vuracaktır" deniliyor.


İkinci dört yılda mesleki yönlendirme bilim dışı

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi tarafından yapılan açıklamada, tasarının, ikinci dört yıldan itibaren mesleki ve teknik yönlendirmeyi içermesi ile ilgili olarak da "ikinci 4 yılın mesleki ve teknik yönlendirmeyi içermesi, bilimsel açıdan kabul edilir bir seçenek değildir. On yaşındaki bir çocuğun ilgi, yeti, bilgi ve becerileri, kalıcı bir hale gelmemiştir. Bilimsel veriler, bu alanlardaki değişmezliğin ergenlik dönemi sonunda bile oluşmadığını açıkça göstermiştir. On yaşındaki çocukları ömür boyu çalışacakları alanlara yöneltmek, bilimsel açıdan olası değildir. Bilimsel veriler ilgi, bilgi, yeti ve becerilerin 15 yaşlarında bile kararlılık göstermediğini ve kaygan bir zeminde olduğunu saptamıştır. Bu nedenle 9-10 yaş gibi bir gelişim döneminde, çocukları bu tür seçimleri yapmaya zorlamak, hiç bir bilimsel veri ve sonuçla bağdaşmamaktadır" ifadeleri yer alıyor.

Açıklamada, 12 yıllık zorunlu eğitimi öngörmesi, tasarının bilimsel temellere dayanan ve insan gücü niteliği açısından önem arz eden bir önerisi olarak niteleniyor. Ancak, bu eğitimin zorunlu olması yanında genel ve çağın gerektirdiği temel eğitim yaklaşımını içermesi gerektiği, önemle üzerinde durulması gereken bir konu olarak vurgulanıyor. "Unutulmamalıdır ki en iyi mesleki eğitim etkin bir genel eğitim üzerine kurulabilir" denilen açıklamada, imam hatipler kast edilerek, "Toplumun çeşitli kesitlerinin farklı tercihleri, zorunlu ve genel eğitim içinde zengin bir seçmeli dersler havuzu çerçevesinde karşılanmalı ve bir insan hakkı olan eğitim, tüm çağ nüfusunu içine alacak bir bütünsellik göstermelidir" deniliyor.

Açıklama, "Eğitim sistemimizde yapılacak değişikliklerin bilimsel veriler ışığında gerçekleşmesi, farklılıklar açısından büyük kaynak, enerji ve birikimi içinde barındıran toplumumuzun insan gücünü donanımlı hale getirmemizde etkin olacaktır. Eğitim Fakültesi’nde çalışan bilim insanları olarak bu konudaki duyarlılığımızı, dayandığı bilimsel temeller ışığında iletiyor, bu olguyu gerçekleştirme gücüne toplum olarak sahip olduğumuzu düşünüyoruz" ifadeleriyle son buluyor.


(soL- Haber Merkezi)


Hani Termik Santral Yapılmayacaktı?


Bartın Yaşam Birlikteliği Amasra'ya kurulması planlanan termik santralin yaşam alanlarını yok edeceği, su kaynaklarının kurumasına neden olacağı ve ekolojik dengeyi bozacağını için izin vermeyeceklerini açıkladı.

"Hani Amasra'ya termik santraller yapılamayacaktı?" Bartın Yaşam Birlikteliği adına yapılan basın açıklamasında AKP Bartın milletvekili Yılmaz Tunç'a böyle seslenildi.

Amasra'da yapılması planlanan termik santrale karşı birleşen yöre halkı, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) resmi web sitesinde de yayınlanan habere tepki gösterdi.

22 Şubat günü proje için imzaların atıldığı haberi şu şekilde verilmişti: "Hattat Holding'e ait Hema Endüstri AŞ'nin Bartın-Amasra'da yerli taşkömürüyle kuracağı 1.320 Megavatlık (MW) termik santrallin 'mühendislik, satınalma ve inşaat' işleriyle ilgili, Hattat Holding Çinli AVIC International firması 1 milyar dolarlık bir çerçeve anlaşması imzalandı."

Bu törende konuşan Hattat Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Hattat, Bartın-Amasra santralinin ve çıkacak kömürün yöreye, memlekete ve gelecek nesillere fayda sağlayacağını söylemişti.

Bartınlıların ise projeye ve kömürün "yararlarına" itirazı var. Bartın Yaşam Birlikteliği basın açıklamasında Hattat'ın Amasra'ya kurmak istediği santralin yaşam alanlarını yok edeceği, su kaynaklarının kurumasına neden olacağı ve ekolojik dengeyi bozacağını için izin vermeyeceklerini açıkladı.

Yaşamımıza sahip çıkıyoruz

Açıklama şu sözlerle sona erdi: "Biz her yerdeyiz. Amasra'da, Gerze'de, Foça'da var olduk. Ünye'de, Çanakkale'de, Yalova'da, Bandırma'da var olacağız. Yatağan'da da, Çatalağzı'nda, Afşin-Elbistan'da, Sugözü'nde de... Enerji yatırımı adı altında yaşam alanları üzerinden zenginleşmeye çalışan bütün şirketlerin karşısında olacağız. Amasra ve Bartın halkı olarak yasadığımız topraklara; yaşamımıza sahip çıkıyoruz."



Ekin ÇAKIR

BİA Haber Merkezi-İstanbul



TÜSİAD-Erdoğan atışması


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bugünkü grup toplantısında TÜSİAD'a çatmasının ardından, TÜSİAD'dan açıklama geldi. Yüksek perdeden bir tepki vermeyen patron kulübü, kesintili eğitimin özüne karşı olmadıklarını gösterdi.

Eğitimde 4+4+4 sistemiyle ilgili tartışmalarda, AKP'ye CHP ve TÜSİAD tarafından yapılan eleştiri, Başbakan Erdoğan'ın bugünkü grup konuşmasında gündem olmuş, Erdoğan, "8 yıllık kesintisiz eğitimin mimarlarından, akıl hocalarından biri olan TÜSİAD’ın bugün bir kez daha statükoculuğu savunması, ibretlik bir durumdur. Kusura bakma TÜSİAD senin arzun olmayacak. Milletin arzusu olacak." demişti.

Bu sözler üzerine bir açıklama yapan TÜSİAD, "TBMM’ye sevk edilmiş bir kanun teklifine, bir sivil toplum örgütü olarak görüş bildirmek demokratik anlayışın gereğidir" derken, eğitimle ilgili önerilerini de tekrar hatırlattı.


'Mesleki eğitim önemli'

Açıklamada, eğitimin niteliği konusunun TÜSİAD tarafından birinci gündem maddesi olarak ele alındığı söylenirken, Başbakan'ın sözleri nedeniyle daha önce TBMM'deki ilgili komisyona sunulan görüşlerin bir kez daha tekrarlanmasına ihtiyaç duyulduğu belirtildi.


"Günümüzde ve gelecekte beklenen hızlı teknolojik değişimler, toplumdaki herkesin bu değişime ayak uydurmak için öncelikle 'temel eğitimlerinin ve becerilerinin' güçlü olmasını gerektiriyor" diyen TÜSİAD, şöyle devam etti:

"Temel eğitimi sağlam olmayan gençlerimizin, günümüzün ve geleceğin işgücü piyasasında giderek çeşitlenen ve detaylanan mesleklere uyum sağlaması da mümkün olmayacaktır. Nitekim eğitim konusunda ihtisas sahibi birçok sivil toplum kuruluşunun raporları, birçok gelişmiş ülkede çocukların 16 yaşına gelene kadar temel eğitimin dışında bir öğretim programı ile karşılaşmadığını ve mesleki programlara yönlendirilmediğini, bu anlamda kesintisiz eğitim hizmeti sunulduğunu göstermektedir. Öğrencilerin farklı yetenekleri aynı program içinde, seçmeli dersler ve ders dışı etkinliklerle geliştirilmektedir. Bu bağlamda 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin önemi açıktır."


'Mesele din eğitimi değil'

Açıklamada, Erdoğan'ın meseleyi din eğitimine çekmesinin doğru olmadığı belirtilerek şöyle devam edildi:


"Kanun teklifi ile ilgili açıklamamızda din eğitimi konusuna değinmemiş, mesleki eğitime bütünsel bakışla konuyu değerlendirmiştik. Sayın Başbakan gündeme getirdiği için belirtmek isteriz ki, eğitim sisteminde hangi modelin uygulanacağı sadece din eğitimi bağlamında tartışıldığı takdirde sağlıklı bir sonuca ulaşamayız. TÜSİAD olarak diğer konularda yaptığımız eleştirilerin de kanun teklifinin olgunlaşmasına yardımcı olduğuna ve olacağına inanıyoruz. Bu kapsamda, okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınmasını, zorunlu eğitimin süresinin hangi tarih itibariyle uzatılacağının belirsiz bırakılmayıp, bir takvim çerçevesinde belirlenmesini talep ediyoruz."

TÜSİAD'ın eğitimin piyasalaştırılması, emekçi çocuklarının mesleki eğitime yönlendirilmesi gibi konularda hükümetten farklı düşünmediği biliniyor. 2006 yılında hazırlanan "Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme: Türkiye Deneyimi, Riskler ve Fırsatlar" başlıklı raporda, eğiitmin "ekonomik boyutta büyüme, rekabet gücü ve verimlilik artışı, sosyal boyutta ise yoksullukla mücadele, gelir dağılımının iyileştirilmesi, katılımcılık, sosyal uyum ve çevrenin korunması gibi politika alanlarının merkezinde" yer aldığı belirtilirken, "Dar meslek alanları yerine geniş tabanlı sektörel eğitimin verildiği, modüler yapıyla esneklik özelliğine sahip ve çalışma yaşamının ihtiyaçlarına cevap verebilen bir mesleki ve teknik eğitim sistemi için çalışmalar hızlandırılmalıdır." deniyordu.

(soL - Haber Merkezi)