21 Nisan 2012 Cumartesi





DİKKAT !!!



01.05.2012 TARİHİNE KADAR YAYINA ARA VERİLMİŞTİR.



16 Nisan 2012 Pazartesi

Çaycuma yeni felaketlere hazır!



Çaycuma, köprünün yıkılması sonucu 15 kişinin yaşamını yitirmesinin ardından yeni bir felaketle karşı karşıya. 2007 yılında "acil tahliye ve yıkım" kararı verilen Çaycuma Anadolu Lisesi göz göre göre çürürken, öğrenciler binanın hemen yanındaki prefabriklerde eğitim görüyor


Geçtiğimiz günlerde HES inşaatı ve karayolu ihmalleri nedeniyle Çaycuma'daki köprünün yıkılması ve 15 kişinin yaşamını yitirmesinin ardından ilçe, yeni bir tehlikeyle karşı karşıya. Zonguldak Valiliği, 16 Nisan 2007 tarihinde Çaycuma Anadolu Lisesi hakkında, depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle "acil tahliye ve yıkım" kararı verdi. Ancak bina, çatısı çökmesine, duvarlarındaki çatlaklar ve iki bina arasındaki yarılma açıkça görülmesi, her an yıkılma tehlikesi altında olmasına karşın 5 yıllık sürede halen yıkılmadı.

Dahası, tahliye ve yıkım kararının ardından bina boşaltıldı, ancak eğitim-öğretim binanın hemen bitişiğindeki prefabrik binalara taşındı. Dersliklerin yanı sıra öğrencilerin teneffüs yaptıkları, dinlendikleri, spor ve oyun alanı olarak kullandıkları alanda 350 öğrenci ve 30 personel ölümle burun buruna.
 

'5 yıldır uyarıyoruz'

5 yıldır yaşanan ihmal ile ilgili bir açıklama yapan Eğitim-Sen Çaycuma Temsilcisi İsmet Akyol, eksikliklerin giderilmesi ve sağlıklı bir ortamın sağlanması amacıyla her eğitim-öğretim yılının başında ve sonunda konuya dikkat çektiklerinin altını çizdi. Hazırladıkları raporları kaymakamlığa ve Çaycuma Milli Eğitim Müdürlüğü'ne de ilettiklerini hatırlatan Akyol, öğrencileri, öğretmenleri ve velileri de duyarlı olmaya davet etti.

"Çaycuma Köprüsü'nün yıkılmasıyla acıya boğulmuş bu kenti göz göre göre tekrar acıya boğmaya hiçkimsenin hakkı yoktur. Sunulacak hiçbir mazeret binanın kaldırılmasına engel olamaz. Çünkü söz konusu olan insan canıdır" diyen Akyol, konuyu tüm yönleriyle takip edeceklerini belirtti.

Sendika.org

TKP'den açıklama: 'Barış kazanacak'


Türkiye Komünist Partisi Suriye'ye yönelik savaş çığırtkanlığını protesto etmek üzere düzenlediği Barış Seferi'nin İçişleri Bakanlığı'nın yayımladığı bir genelgeyle yasaklanmaya çalışılması konusunda bir açıklama yaptı.

Türkiye Komünist Partisi (TKP), Hatay'a yapılacak Barış Seferi'nin İçişleri Bakanlığı'nın yayımladığı bir genelgeyle yasaklanmaya çalışılması konusunda bir açıklama yaptı. TKP açıklamasında "barış kazanacak" dedi.

TKP Genel Merkez imzasını taşıyan açıklamanın tam metni şu şekilde:

Türkiye Komünist Partisi, emperyalizmin Suriye’ye yönelik saldırgan politikalarını ve Türkiye’nin bu politikalarda öncü rol üstlenmesini protesto etmek amacıyla, bir Barış Seferi düzenledi. TKP, emperyalizmin Suriye’ye müdahalesi sonucunda tetiklenecek olan bir savaşın bölge halkları arasında büyük bir yıkım anlamına geleceğini anlatmak için Türkiye’nin Suriye sınırından barış sesini yükseltmeyi amaçladı.

AKP’den olağanüstü hal


Suriye’ye yönelik saldırganlıkta kararlı görünen AKP hükümeti, İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bir genelge ile Barış Seferi’ni engellemeye çalıştı.

Dün geceden bu yana, çeşitli illerden Hatay’a doğru yola çıkmak için hazırlanan Barış Seferi otobüslerinin hareketine, bakanlık genelgesi ve Hatay Valiliği’nin bu doğrultuda aldığı karar gerekçe gösterilerek izin verilmedi.


Ankara’da engellenen TKP üyeleri, Tunus Caddesi’nde 01.30 ile 02.30 arasında oturma eylemi yaptılar.

14 Nisan Cumartesi günü, İstanbul’dan yola çıkan otobüsler, Pazar sabahı saat 06.20’de Aksaray’da polis tarafından durduruldu. Uzun süre bekletilen katılımcılar, daha sonra yeniden hareket ettiler, ancak saat 12.30’da yeniden durdurularak uzun süre bekletildiler ve yola devam etmelerine izin verilmeyeceği belirtildi.

Gaziantep'ten yola çıkmaya hazırlanan TKP’lilerin hareket etmeleri de polis zoruyla engellendi. Otobüslerin polis tarafından bağlanması nedeniyle Antepli Barış Seferi katılımcıları, kendi olanakları ile Hatay'a ulaşmaya çalıştılar. Adana’dan yola çıkan otobüsler "araçlardaki eksiklikler" bahane gösterilerek, polis tarafından bağlandı. Adana’nın Ceyhan ilçesinde 7 kişi polis tarafından gözaltına alındı. Mersin’den yola çıkan otobüslerin önü şehir çıkışında polis tarafından kesildi. Ayrıca Ceyhan ile Hatay arasında, polis fiilen olağanüstü hal ilan ederek, otoyolda ilerleyen özel araçları dahi durdurup arama yaptı.

Barış seslerini engelleyemediler

AKP Hükümetinin tüm engelleme girişimlerine rağmen Barış seferi katılımcıları, engellendikleri yerleri eylem alanına çevirdiler.


Ankara’dan yola çıkması engellenen Barış Seferi katılımcıları, bu engellemeyi protesto etmek amacıyla Pazar günü saat 13.30’da Başbakanlık binası önünde bir gösteri yaptılar. Savaşa hayır diyenlerin seslerinin kesilemeyeceğini vurgulayan TKP’liler, Başbakanlık binasının duvarına “Savaşa hayır” yazdılar.

Barış Seferi’nin kente ulaşmasını bekleyen Hataylı TKP’liler ve savaş karşıtları ise öğle saatlerinde, yoğun polis ablukasına karşın bir protesto eylemi düzenlediler. Daha sonra Hatay Halkevi’ne yürüyerek, burada Halkevleri üyelerinin de katılımı ile bir basın toplantısı yaptılar.

Engellenen Barış Seferi katılımcıları, Eskişehir ve Adana’da da bu durumu protesto ettiler. Adana’daki protesto eylemine ÖDP ve Halkevleri üyeleri de destek verdi.

Barış Kazanacak!

Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlık gün geçtikçe yoğunlaşıyor. Askeri bir müdahalenin zemini adım adım hazırlanıyor. Türkiye de AKP öncülüğünde bu saldırganlığın bir parçası haline getirilmiş durumda. Türkiye'nin silahlandırdığı terör gruplarının kışkırtmaları ile bölgede bir savaş ortamı yaratılmaktadır.


Bu saldırganlığın sonucu, gerek Türkiye’de yaşayan gerekse bölgedeki diğer halklar için büyük bir yıkım olacaktır. Savaş ağalarının kuyruğuna takılıp, Suriye halkına karşı savaş kışkırtıcılığı yapanlara dur denilmelidir.

Barış Seferi, savaş karşısında barışın sesini yükseltmeyi, bu açıdan bir hareketlilik yaratmayı hedefliyordu, bu amaca ulaşılmıştır. Öte yandan AKP hükümeti, gerek yayınladığı resmi genelgelerle ve aldığı kararlarla, gerekse sudan bahanelerle ortaya koyduğu engellemelerle Suriye’ye dönük saldırganlığın bir parçası olmakta kararlı olduğunu ve barışı savunanların sesini kısmaya niyetli olduğunu ortaya koymuştur.

Barışı savunanların, savaşa hayır diyenlerin sesini kısmak mümkün olmayacaktır. Bölge halkları arasında düşmanlık tohumu ekmek isteyenler, bu niyetlerinde başarılı olamayacaktır. Barışın sesi, savaşın sesini bastıracaktır.


(soL-Haber Merkezi)


Gülen’i sorgulayacak cesur bir savcı var mı?


28 Şubat soruşturmasına dair BDP de sessizliğini bozdu.

Soruşturmayı değerlendiren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, hükümetin darbelerle hesaplaştığı söyleminin gerçekçi olmadığını belirterek, “O dönem darbeyi destekleyenler, darbe ortamını yaratanlar post-modern darbenin gerçekleşmesi için her türlü entrikayı çeviren kim varsa elbette ki bunlar sorumludur. Ama ben merak ediyorum; mesela Fethullah Gülen’i Türkiye’de sorgulayacak yürekli savcı var mı? Kendisi darbeyi desteklemiştir ve övmüştür. Darbe yapıldıktan sonra orduya teşekkür etmiştir. Fakat o yürekli savcı Türkiye’de var mı bilmiyorum” diye konuştu.

‘ORTADA BİR HESAPLAŞMA YOK’

Darbe ile hesaplaşma, darbe ile yüzleşmenin başlı başına olumlu bir konu olduğunu belirten Demirtaş, “Yani hiçbir darbe girişimin ve gerçekleşmiş bir darbenin hesapsız sorgusuz bir şekilde kalmaması lazım. Burası muhakkak. Şimdi hem 12 Eylül ile ilgili olarak, hem de 28 Şubat için yapılan soruşturmalarda yürütülen davalarda darbe ile yüzleşmek ve darbe ile bütün kurumlarını zihniyetini ortadan kaldırmak gibi geniş kapsamlı bir yaklaşım yok. Ortada bir darbe ile yüzleşme darbe ile hesaplaşma yok. Keşke bu olsa. Bu olsaydı sonuna kadar destek vereceğiz. Ama bütün bu olanlara da tabi ki biz karşı duruyor ve yetersiz buluyoruz” dedi.
Hükümetin iki kişiyi sorgulayarak ‘darbeyle hesaplaşıldığı’ izlenimini vermeye çalışmasının abes olduğuna değinen Demirtaş, darbe kurumlarının bugün ayakta ve AKP tarafından tam kapasite kullanılmasının yaratılan izlenimle çelişkisine işaret etti.

KİMLERE ‘DOKUNULACAK’?

28 Şubat muhtırasından o dönem darbe ortamını yaratanlar, post-modern darbenin gerçekleşmesi için her türlü entrikayı çeviren kim varsa sorumlu olduğunu vurgulayan Demirtaş, şunları söyledi: “Ama ben merak ediyorum; mesela Fethullah Gülen’i Türkiye’de sorgulayacak yürekli savcı var mı? Kendisi darbeyi desteklemiştir ve övmüştür. Darbe yapıldıktan sonra orduya teşekkür etmiştir. Fakat o yürekli savcı Türkiye’de var mı bilmiyorum? Yoksa bir gazeteciye dokunmak kolay. Gazeteciyi tutup içeriye atarlar. 100 tane gazeteci var içeride, 50 daha alır 150 olur. Mesela Milli Güvenlik Kurulu’nu kaldırabilecek yürekli bir hükümet var mı? Sanmıyorum. Suçu olan varsa alsınlar soruştursunlar. Özel yetkili mahkemeleri kaldırabilecekler mi? Önemli olan budur.

‘ÜLKEYİ GÜLEN VE EKİBİ YÖNETİYOR’

Demirtaş sözlerine şöyle devam etti:

”Darbeyi destekleyen Fetthullah Gülen şuan Türkiye’yi yönetiyor. Demek ki darbe ile yüzleşilmiyor. Fethullah Gülen’in ekibi ve kadroları vali, polis, savcı, hakim, bakan, milletvekili, öğretmen olmuş. Her yerde Gülen’in zihniyeti ile hareket ediyorlar. Gülen’in talimatı ile kurdukları hücre örgütlenmeleri ile her yeri yönetiyorlar. Sanıyor musunuz ki Diyarbakır Valisi kendi başına kararlar alıp yapıyor? Diyarbakır Emniyet Müdürü tek başına karar alabiliyor mu? Yok. Cemaatin hücre örgütlemeleri izin vermeden operasyon yapabiliyorlar mı? Yapamıyorlar. Hani darbe ile yüzleşme, darbe ile hesaplaşma? O yüzden kimse kimseyi kandırmasın. Biz gerçekleri görüyor ve onları söylüyoruz. Bu darbe ile hesaplaşılacaktır er ya da geç. Ama böyle değil. Yarım yamalak değil. Bu şekilde hesaplaşılmaz, bu hükümet hesaplaşamaz.”

NE OLMUŞTU?

Fethullah Gülen, 28 Şubat sonrasında Necmettin Erbakan'ı sert şekilde eleştirenler arasında yer almış, dönemin hükümetine ‘bırakın gidin’ çağrısı yapmıştı.
Gülen 29 Mart 1997'de Samanyolu TV'da katıldığı bir programda silahlı kuvvetleri muhtıra vermekle eleştirenlere seslenerek, ". Burada 'Askeriye muhtıra verdi' diye suçlanmak isteniyor. İsteselerdi, bu öyle bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup onlarla meseleyi altı saat mülahaza etmezlerdi. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler" demişti.
16 Nisan 1997'de Kanal D'den Yalçın Doğan'a verdiği röportajda ise, askerlerin anayasanın kendilerine verdiği yetkiyi kullandıklarını belirtmişti:
"Onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat."
BirGün, 28 Şubat soruşturması başladığında arşivlerden Gülen’in övgülerini çıkarıp, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın CHP’ye yönelik kullandığı “Korkmasınlar 28 Şubat’ı alkışlayanlara bir şey olmayacak” ifadelerine gönderme yaparak,“Gülen de telaşlanmasın” manşeti atmıştı.


Bir Gün

Çiftçi-Sen’den Bakan Eroğlu’na tepki

Orman ve Su İşleri Bakanı Bakan Veysel Eroğlu’nun, HES’lere karşı açıklamalarıyla tanınan Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Prof. Dr. Beyza Üstün’ü YÖK'e ve Üniversiteye şikâyet edeceğini açıklamasına bir tepki de Çiftçi-Sen’den geldi.

Çiftçi-Sen’den yapılan yazılı açıklamada, “Sermaye bakımından güçlü, sırtını hükümete dayamış azınlık bir grup var. Bu azınlık grup toplumun ortak varlıklarına saldırıyor, toprak gaspı ve su korsanlığı yapıyor. Adil olmayan, yaşamı tehdit eden bu durum karşısında büyük bir çoğunluk (halk) var. Halk, doğadaki canlı ve cansız tüm varlıkları hükümet desteğindeki sermayeye ve hükümete karşı korumaya çalışıyor” dedi.

Açıklamada şunlar ifade edildi: “Doğal varlıkların korunması için hukuk ve demokratik yolları kullanan bu çoğunluk kesim (halk) mücadelesini, haklar mücadelesi perspektifinden ve etik kurallar çerçevesinde sürdürüyor. Fakat küçük bir azınlığın çıkarları için doğanın tahribatına onay veren hükümet kolluk kuvvetlerini devreye sokarak halkı yıldırmaya, bakanı ise yanlış yerde durarak doğa katlini sürdürmeye çalışıyor, halktan yana mücadeleye omuz veren bilim insanlarını YÖK’e şikayet edeceğini, haklarında mahkemeye başvuracağını söyleyerek nerede ve neye karşı olduğunun altını çizmekle kalmıyor, tarihe kendi sözleriyle not düşüyor. Bakanın doğaya, halka, bilim insanına karşı davranışlarını protesto ediyoruz.”



EmekDunyasi.Net


Bosch-Türk Metal işçilere saldırdı



Bursa’da Bosch fabrikasındaki 6 bin işçinin Türk Metal’den istifa ederek Birleşik Metal-İş’e geçmesinin ardından Türk Metal’in baskıları da arttı. Bugün sabah saatlerinde basın açıklaması yapmak isteyen Birleşik Metal-İş üyeleri, başlarında Türk Metal Genel Sekreteri Muharrem Aslıyüce’nin bulunduğu bir güruhun saldırısına uğradı.

Taş, sopa ve demir kullanılarak gerçekleştirilen saldırıya rağmen Birleşik Metal-İş üyeleri basın açıklamasını gerçekleştirdi. Saldırı sonucu aralarında DİSK Genel Başkan Yardımcısı ve Nakliyat İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu'nun da olduğu 7 işçi yaralandı. 

Saldırının ardından Birleşik Metal-İş bir basın açıklaması yayımladı. Saldırının da anlatıldığı açıklamada Türk Metal’in Bosch işvereni tarafından cesaretlendirildiğini belirtildi ve şu ifadelere yer verildi:

“Bugün açıktan sarı sendikanın tarafında duran, çalışanlara baskı yapan, grup başlarını tek tek işten çıkarmakla korkutan, sözleşmeli çalışanlarının sözleşmelerini yenilememekle tehdit ederek istifaya zorlayan, çalışanlarını psikolojik baskı altına alan, fabrika içinde ve kapı önünde noterlerin çalışmasına izin veren, üretimi durdurarak sarı sendikanın propaganda yapmasına izin veren ve işçileri istifaya gönderen, sarı sendikanın bütün kadrolarına izin veren, toplu halde bölümleri gezerek işçilere gözdağı vermesine göz yuman da Bosch işverenidir.”

Saldırıyla ilgili bir basın açıklaması yayımlayan Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu-DİSK de, "Büyük bir tahammülsüzlükle, işçilerin temel haklarından olan örgütlenme özgürlüklerini kullanmalarını baskı ve şiddet yöntemleri kullanarak engelleyenlere şunu hatırlatmak isteriz ki; bütün bunlar boşa çabalardır! Bosch İşçileri kararlarını verdiler bir kez. Kimden gelirse gelsin, ne baskı ne de tehdit Bosch işçilerinin özgür iradelerini kullanmalarını engelleyemeyecektir! Bugününe ve geleceğine sahip çıkmaya devam eden Bosch İşçisi, yoluna DİSK çatısı altında devam edecektir! Bosch işverenini ve saldırgan tutumuyla ortamı terörize eden sendikayı uyarıyoruz: Yaptığınız baskı ve sindirme operasyonları bir suçtur ve bu suç DİSK’e karşı işlenmektedir. Bu tutumunuzdan vazgeçin!" dedi.

  

Sendika.org

Devrimci Eğitim Şurası toplandı


“Eğitimde gericiliğe, piyasacılığa ve eşitsizliğe karşı” şiarıyla yola çıkan Devrimci Eğitim Şurası Türkiye toplantısı gerçekleştirildi.

Devrimci Eğitim Şurası (DEŞ) Türkiye toplantısı saat 10.00’da paralel oturumlar halinde düzenlenen ve dört farklı konuda gerçekleştirilen çalışma gruplarının çalışması ile başladı.

Eğitimin Örgütlenmesindeki Değişim: Piyasalaşma, Özelleştirme ve Eşitsizlik; Eğitimin İçeriğindeki Dönüşüm; Eğitim Emekçilerinin Durumu: Güvencesizlik ve Geleceksizlik ve Devrimci Eğitim İçin Öneriler başlıklarında gerçekleşen oturumlarda, başlıklarla ilgili tebliğler değerlendirildi. Bu toplantılarda, DEŞ Yürütme Kurulu tarafından, oturumlarda tartışılmak üzere oluşturulan karar önerileri ve gerekçeleri de ele alındı.

Saat 13.00’te Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde öğrenci, öğretmen ve velilerin katılımıyla gerçekleştirilen Türkiye toplantısının açılış konuşmasını Prof Dr. Rıfat Okçabol yaptı. Okçabol, konuşmasında DEŞ’in önemine vurgu yaparak Türikiye’deki eğitim sisteminin nasıl gericileştiği ile ilgili örnekler verdi. Eğitim sisteminin sorgulamayan, biat eden nesiller yetiştirmek üzere kurgulandığını ifade eden Okçabol, tarihsel sürece değinerek 4+4+4 yasası olarak bilinen ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan yasanın gerici ve özgür düşünceyi yok edecek olmasına dikkat çekti.

Karar önerileri ve katkılar


Okçabol’un konuşmasının ardından, sabah gerçekleşen oturumlarda tartışılan karar önerileri gerekçeleri ile birlikte toplantının tüm katılımcılarına ilan edildi. Karar önerileri ile ilgili tartışmalarda çok sayıda kişi söz aldı.
Katılımcılar eğitim üzerine çeşitli konularda söz alarak görüş ve önerilerini dile getirdi.

Konuşmalarda Türkiye’de eğitimin öğrencileri rekabete sürükleyen elemeye dayalı bir sistem olması sebebiyle fırsat eşitliğinin ortadan kalktığına dikkat çekilerek, bireyin yeteneklerini ön plana çıkaran ve kişinin kendini gerçekleştirmesine olanak sağlayan bir eğitim sistemi için mücadele edilmesi gerektiği ifade edildi.

 
Eğitimde bilimsellik ilkesinin vazgeçilmez ilkelerden olduğu vurgulanarak, aynı ölçüde eğitim felsefesinin de masaya yatırılması gerektiği belirtildi. Eğitimde cinsiyetçiliğe son vermek ve özellikle kadın velilerle temas kurmak için yepyeni bir dil ve iletişim yolu bulunması gerektiği söylendi.

Nitelikli eğitim için her branşta alternatif ders kitapları yazılması konuşmacıların önerileri arasında yer aldı. Özellikle fen bilimleri derslerinde okutulan kitaplarda evrim teorisi anlatımına yer verilmesi, evrimin inkar edilemez bir bilimsel gerçek olduğunun vurgulanması gerektiği ve 4+4+4 yasası ile seçmeli ders haline getirilen dil derslerinin anadilde eğitim hakkının gasp edilmesi anlamına geldiği ifade edildi.

Milli Eğitim Bakanlığı içerisindeki kadrolaşma ve Eğitim Fakültelerinde yaşanan dönüşüme dikkat çekildi. Eğitim emekçilerinin örgütlenmesi konusunda özellikle sınıf temelli bir sendikal anlayış benimsenmesi gerektiğine vurgu yapıldı. Sendikalardaki kafa karışıklığının eğitim konusundaki yasal düzenlemelere karşı yürütülen mücadeleyi etkilemesine izin verilmemesi gerektiği belirtildi.

Dinci gerici anlayışın zorunlu din dersleri ile Alevi yurttaşlar üzerinde baskı kurduğu ifade edildi. Laiklik ilkesinin tanımlanması ve eğitimin laik bir çerçevede yürütülmesi için çaba sarf edilmesi gerektiği belirtildi. Değerler eğitimi ile ilgili bir kitap çalışması yapılması önerildi.

Okullarda okul aile birliklerinin işlevini yitirerek yalnızca mali kaynak sağlama birimleri olarak görev yaptığına dikkat çekilerek, öğretmen-öğrenci-veli birlikleri kurulması yönünde adım atılması gerektiği ifade edildi.

Karar önerileri ile ilgili görüş ve öneriler, Şura Yürütme Kurulu tarafından değerlendirildi. Toplantı sonunda son şeklini alan karar önerileri tüm salona duyuruldu. Alkışlar eşliğinde kabul edilen karar önerilerinin, ilerici, aydın eğitim emekçilerinin önünde birer mücadele başlığı olarak yer alması gerektiği vurgulandı.

Devrimci Eğitim Şurası uzun bir hazırlık döneminin ardından gerçekleştirdiği geniş katılımlı toplantı ile şekillendirdiği kararlar doğrultusunda çalışmalarına devam edeceğini duyururken, “Halkımıza Çağrı” başlıklı bir çağrı metni de yayınladı.

Devrimci Eğitim Şurası toplantının ardından aldığı şu kararları kamuoyuna duyurdu:

"Eğitim emekçileri, öğrenciler, akademisyenler ve veliler 4+4+4 yasası gibi gericilik ve piyasacılık temelinde yaşanan dönüşümün temelinde yer alan 18. Milli Eğitim Şurası’nı gayri meşru ilan etmektedir.

Karar 1:
Eğitim temel haktır ve bütün aşamalarında, herkes için eşit ve parasız olmalıdır.
Eğitimin niteliği, insanı her yönüyle geliştirerek özgürleştiren ve bunu hedeflerken toplumsal yararı ve insanlığın ilerici birikimini gözeten temeller üzerine kurulmalıdır. Kâr yerine toplumsal yararı, her türden eşitsizlik ve rekabet yerine eşitliği temel almalı, özel okullardan dershanelere bütün özel öğretim kurumları kapatılmalıdır.

Karar 2:
Eğitim alanında yaygınlaşan piyasalaşma ve gericileşme süreci, sınıfsal eşitsizliklerin yanında, cinsiyet ve etnik temelli eşitsizlikleri de derinleştirmektedir. Bu eşitsizliklere karşı mücadele edilmelidir. Kız çocuklarının eğitim sürecinden erken kopmasına neden olan yasalar kaldırılmalıdır. Diğer hakların da farkına varılmasının ve edinilmesinin temeli olan anadilinde eğitim hakkı, kabul edilmeli ve uygulanmalıdır. Devrimci ve ilerici eğitim emekçileri, bu eşitsizliklerin sonucunda eğitim süreçlerinin dışında kalan çocukların haklarının takipçişi olacaktır.

Karar 3:
Eğitim insanın yetenek ve yaratıcı gücünü ortaya çıkaran, geliştiren bilimsel içerikli bir etkinlik olmalıdır. Bu ise, amacı aydınlanma olan bir eğitim sistemi ve anlayışı ile mümkündür.
Eğitimin amacı aydınlanma olmalıdır. Dinî kuralların etkisinin genişlediği ve derinleştiği gerici müfredatlar kullanılmamalı, reddedilmelidir. Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri ve 4+4+4 olarak bilinen yasayla eğitim siteminde yer edinecek gerici içerikli seçmeli dersler, okul programlarından kaldırılmalıdır.
Bilimsel, laik alternatif müfredatlar ve ders kitapları hazırlanmalı ve kullanılmalıdır.

Karar 4:
Eğitim emekçileri kadrolu ve güvenceli çalışmalıdır. Öğretmenlerin ders ücretli, vekil gibi iş güvencesinden yoksun bir biçimde istihdam edilmelerinin önüne geçilmeli, tüm eğitim emekçileri kamusal güvenceye sahip ve kadrolu olarak istihdam edilmelidir. Güvenceli çalışmaya karşı her türlü saldırı reddedilmelidir.

Karar 5:
Öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin örgütlenmesinde ve haklarının elde edilmesinde önem taşıyan Eğitim-Sen, sınıf siyasetine yakınlaştırılmalı, güçlendirilmeli ve kitlelere güven veren bir sendika haline gelmelidir. Eğitim-Sen tüm eğitim emekçilerinin örgütlendiği bir adres haline dönüşmelidir. Bu içerikte, Eğitim-Sen’de bir yenilenme hedeflenmelidir.

Karar 6:
Devrimci öğretmenler, öğrencileri arasında rekabeti değil dayanışmayı teşkil etmek, hurafeleri değil bilimsel olguları öğretmek için çalışır. Öğrencilerinde eşitliği ve özgürlüğün, kolektif mücadelenin anlamını, öğrenme ve araştırmanın zevkini yerleştirmeye çalışır.

Karar 7:
Engelli öğrencilerin eğitimi piyasaya terk edilemez. Engelli öğrencilerin eğitimi için gerekli personel yetiştirilip uygun koşullar yaratılmalı, sadece yasal düzenlemelerden ve ayrıca piyasadan çözüm beklenmemelidir.

Karar 8:
Evrim olgusal bir gerçektir, evrim kuramı bilimin temel kuramlarından biridir. Evrim kuramını anlatmak, bilimsel eğitimin önemli bir parçasıdır.Fen öğretiminde insan merkezli, insanı canlı yaşamının dışında ele alan- bakış açısı terk edilmelidir. Evrim kuramı karşıtlığıyla okullarda, kentlerde mücadele edilmeli; bu karşıtlık aracılığıyla toplumsal yaşamın din üzerinden daha fazla belirlenmesine izin verilmemelidir.

Karar 9:
Mesleki ve teknik eğitim, AKP iktidarının elinde, okulları ve çocuklarımızı küçük yaşta patronların eline teslim etmek üzerinden yeniden yapılandırılmaktadır. Çocuklarımızın sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, mesleki ve teknik eğitim, beceri eğitimi gibi adlarla çocuk işçiliğe yönlendirilmesi kabul edilemez. Mesleki ve teknik eğitim, beceri eğitimi gibi adlarla çocuklarımızın küçük yaşta yoğun sömürü ortamı içerisine sokulması, işçileştirilmesi durdurulmalıdır. Mesleki ve teknik eğitim, toplumun ihtiyaçları ekseninde, bilimsel ve pedagojik ilkeler ışığında yeniden yapılandırılmalıdır.

Karar 10:
Okullarda öğrencileri bulunan velilerimiz AKP’nin dayattığı gerici ve piyasacı politikaların reddedilmesi mücadelesinde öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz kadar önemli birer öznedirler. Önümüzdeki dönemde eğitim alanına gerici ve piyasacı müdahalelerin daha da derinleştirilmesi amaçlanırken, velilerimiz kendi örgütlenme araçlarını yarataratak öğretmenleri ve öğrencileri ile birlikte bu sürecin karşısına güçlü bir şekilde dikilmelidir. Velilerimiz Devrimci Eğitim Şurası’nın ardından hızla veli komitelerini oluşturmalı, gerici ve piyasacı eğitime karşı mücadelenin önemli bir parçası haline gelmelidir.

Karar 11:
İkinci Cumhuriyet ve eğitim politikalarına, Sosyalist Cumhuriyet’le son verilecektir. Sosyalist Cumhuriyet, üretim araçlarını kamulaştıracak, merkezi planlama ile bölgesel eşitsizlikleri ortadan kaldıracak, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine son verecektir. Sosyalist Cumhuriyet’te eğitim, bilimi, insanlığın ilerici birikimini temel alacaktır. Eğitim emekçileri güvenceli ve kurallı çalışma koşullarına kavuşacaktır. Anadilinde eğitim, eğitimin doğal ve ayrılmaz bir parçası olacaktır."

(soL - Haber Merkezi)


Yoksul aile 1 ayakkabıyı zor alırken zenginlerin derdi araba oluyor!


19 milyon ailenin en zengin ve en yoksul yüzde 20'lik kesiminin yaptığı harcamalar dikkate alınarak yapılan araştırmada yoksulluğun boyutları ortaya çıktı. Buna göre en yoksul 3 milyon 761 bin aile yılda bir ayakkabıyı zor alırken, zenginlerin araç masrafı yoksulların gıda masrafını geride bıraktı.

İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası yaptığı incelemelerin ardından "En zenginler ve en yoksulların Türkiye harcama görünümü" raporunu açıkladı. Rapora göre yoksullar yılda 1 ayakkabıyı zor alırken zenginler 651 bin 144 araba alıyor.

Yoksul aileler gıdada zorlanırken, zengin ailelerde yok yok


Türkiye'de yoksulu gıda, barınma ve yakıt masrafı zorlarken, yüksek gelir grupları gıda yanında, araç alımına, kiraya, restoran ve kefelere kaynak ayırabiliyor. Bunun dışında yoksul ailelerin bütçe ayıramadığı eğitim, kültür ve eğlence ancak zengin ailelere mahsus…


Zengin için gıda ve araç alım payı neredeyse eşit oranda

Zengin için gıda ile araç alımının payı ise neredeyse aynı olduğunun ortaya çıktığı rapora gör en zengin ve en yoksul kesim arasındaki farkın önemli oranda belirginleştiği diğer konular sigorta ve sosyal hizmetler alanında.


En yoksul yüzde 20 risklere karşı kendini korumak amaçlı sigorta yaptıramazken, sosyal amaçlı hizmetler satın alamıyor. Rapordaki verilere göre; örneğin yıllık toplam sigorta poliçesi adedi en yoksul 3 milyon 761 bin hane halkı için 2 bin 515 iken, en zengin 3 milyon 761 bin hane halkı için toplamda 1 milyon 207 bin.

"En Yoksulların Türkiye Harcama Görünümü" adlı rapora göre, en yoksul haneler yılda yalnız bir çift ayakkabı alabilirken, en zengin aileler 7 çift ayakkabı alıyor.

Zenginin araba masrafı yoksulun gıda masrafından fazla

Türkiye'de sayıları 18 milyon 808 bin 172 olan hanenin en zengin 3 milyon 761 bin 634 hanesi ile en yoksul 3 milyon 761 bin 634 hanesinin harcama analizlerine göre; zenginin araba masrafı bile yoksulun gelirinden fazla durumda.


Rapora göre en yoksul 3 milyon 761 bin hane halkı 2010 yılında sadece 377 adet araba alabilirken, aynı sayıdaki en zengin hane halkı 651 bin 144 araba aldı. Zengin için gıda ile araç alımının payı ise neredeyse aynı. Yoksullar ve zenginler arasındaki farkı ortaya koyan rakamlar şöyle: yoksul aileler yılda 377 araba alabilirken, zengin aileler için bu rakam 651 bin 144.

Yine yoksul aileler 3 bin 747 ayakkabı satın alabilirken, bu rakam zenginler için tam 26 bin 79 olarak tespit edildi. Yoksul aileler sadece 18 bin tatil paketine katılabilirken, zengin aileler 940 bin tatil paketine katıldı.

Toplam harcamaların yüzde 42’sini en zengin kesim yaptı

Bir yıllık TÜİK verilerine göre hane halkları toplam 416 milyar TL tüketim harcaması yaptı. Bunun 173 milyar TL'sini yani yüzde 42'sini en zengin yüzde 20'lik kesim yaptı. Buna karşın en yoksul yüzde 20'nin yaptığı harcama 30 milyar TL ve yüzde 7'lik pay ile sınırlı kaldı.


Zenginlerin sigara masrafı, yoksulların gıda harcamasının yarısından fazla

En zengin ile en yoksul kesim arasında tütün ve sigara tüketimi açısından fark ise sadece 3,4 kat. Bu fark alkollü içeceklerde 14,1'e çıkıyor. Yoksul alkole yıllık sadece 8 TL ayırabilirken, tütün ve sigaraya 410 TL ayırıyor. Buna karşın en zengin kesimin yıllık alkollü içecek bütçesi 119 TL, sigara ve tütün bütçesi 1409 TL. Buna göre en zengin yüzde 20'nin sigara ve tütün masrafı, yoksullun yıllık gıda harcamasının yarısından fazla.


Yoksul ailenin bir yıllık sinema ve tiyatro harcaması 11 TL

Rapora göre; dar gelirli, aylık sadece 93 kuruşunu şans oyunlarına, sinemaya, tiyatroya ya da maça ayırabiliyor. Yıllık olarak bu tutar 11 TL'yi buluyor. Bu tutarla maça, sinemaya, tiyatroya gitmek mümkün değilken, yılda sadece 1 kere çeyrek bilet alma, ayda 1 kere sayısal loto ya da şans topu oynama imkânı var.


Buna karşın en zengin yüzde 20, bu kalemler için yıllık 560 TL'lik bütçeye sahip.


(Sol - Haber Merkezi)

14 Nisan 2012 Cumartesi

Taşeron Cumhuriyeti


TAŞERON ŞİRKETLERDE 498 BİN İŞÇİ ÇALIŞIYOR

Türkiye, beraberinde güvencesiz çalışmayı, örgütsüzlüğü, iş cinayetlerini getiren taşeron sistem için adeta bir cennet.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) İstanbul Milletvekili Levent Tüzel’in soru önergesine verdiği yanıtta Türkiye’de 27 bin 643 taşeron firmada 498 bin 277 işçinin çalıştığını bildirdi. Çelik, kamu kurumlarında çalışan taşeron işçilerin şartlarının kadrolu işçilerle eşitlenmesi konusunda bir çalışmaları bulunmadığını da ifade etti.

HDK İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Çalışma Bakanı Çelik’e kamu kurumlarında kaç taşeron işçisinin çalıştığını sormuş, taşeron firmalarda çalışan işçilerinin sorunlarının çözülmesi için Bakanlığın ne tür girişimleri olduğu konusunda bilgi istemişti.

Bakan Çelik, Tüzel’e verdiği yanıtta, geçtiğimiz Ocak ayında bazı derneklerle yapılan toplantılarda taşeron işçilerinin sorunlarını dinlediklerini, bu çerçevede işçilerin ücretlerinin tam ve zamanında ödenmesini güvence altına almaya, kıdem tazminatı bakımından işçinin hak kaybına uğratılmasını önlemeye ve yıllık ücretli izinlerin kullandırılmasına yönelik çalışmaları gündemlerine aldıklarını ifade etti. Ancak yanıtta çalışmaların ne yönde ilerlediğine dair bilgi verilmedi.

Tüzel’in kamu kurumlarında çalışan taşeron işçilerin kadrolu emekçilerle neden aynı mali ve sosyal haklara sahip olmadığı yönündeki sorusuna da şu yanıtı verdi: “Kamu kurum ve kuruluşlarınca alt işveren yanında çalışan işçiler, Kamu İhale Mevzuatı hükümleri uyarınca gerçekleştirilen ihaleler yoluyla istihdam edilmektedir. Bu nedenle alt işveren yanında çalışan işçilerin ‘ihale mevzuatına dâhil olan hususlar’ bakımından kadrolu personel ile eşitlenmesi yönünde bir çalışmamız bulunmamaktadır.”

Bakan Çelik yanıtında, Türkiye çapında alt işveren sayısının 27 bin 643, bu alt işveren yanında çalışan işçi sayısının da 498 bin 277 olduğunu bildirdi.


TAŞERON FİRMALARA NE ÖDENDİ?

Bakan Çelik, Tüzel’in şu sorularına ise yanıt vermedi:

*Kamu kurumları tarafından bir yılda taşeron şirketlere yapılan ödeme miktarı ne kadardır?

*Kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılan taşeron işçiler asıl işlerde mi, yardımcı işlerde mi çalıştırılmaktadır?

*2002-2012 yılları arasında, kurumlar itibariyle kamuda çalıştırılan taşeron işçilerin sayısı yıllar itibariyle ne kadardır?

*Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde, Sosyal Güvenlik Kurumu ve İŞKUR Genel Müdürlüğü bünyesinde kaç taşeron firma, ne kadar taşeron işçi çalıştırılmaktadır?

*Taşeron şirketler, yıllarca fiilen aralıksız çalışan işçilerin sigorta prim ödemelerini düzenli olarak eksiksiz mi yatırmakta, ya da genellikle on birinci aydan sonra giriş çıkış mı yapılmaktadır?


EVRENSEL


İşveren Bosch işçilerini tehdit ediyor



Birleşik Metal Sendikası, Bursa Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulu bulunan Bosch'a ait üç fabrikada, Türk Metal'den istifa ederek Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye olan işçilerin dün yönetim tarafından tehdit edildiğini açıkladı.

DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, Bosch Fabrikası'na ait üç ayrı fabrikada işçilerin üye oldukları Türk-İş'e bağlı Türk Metal-İş'den istifa ederek Birleşik Metal’e üye olmalarının ardından Türk Metal Sendikası'nın işverenle birlikte işçilere baskı uyguladığını açıkladı. Sendika, "Baskılara karşı direneceğiz" dedi.

Konuya ilişkin yazılı bir açıklama yapan Birleşik Metal-İş Sendikası, işveren ve Türk Metal-İş'in işçiler üzerindeki baskılarının amacına ulaşamadığını belirtti. Açıklamada, "Bursa'da Bosch işçileri geçtiğimiz ay, sarı sendikanın 32 yıllık esaretinden kurtulmak için büyük bir adım attılar. 6 bin işçinin çalıştığı fabrikada haklarını almak ve özgür bir düzen kurmak için kendi hür iradeleriyle Türk Metal'den istifa edip sendikamıza üye oldular" denildi.


YÖNETİM 3 VARDİYADAKİ İŞÇİYİ DE TEHDİT ETTİ

Bosch işçilerinin sendikalarına geçtikten sonra yoğun baskılara maruz kaldığına dikkat çeken Birleşik Metal-İş, "Türk Metal, kendi çabalarıyla sonuç alamayınca Bosch yönetimi sendikamıza üye olan işçilerin bu işbirlikçi sendikaya geri dönmesi için yoğun bir baskıya başladı. Dün her üç vardiyada işçiler yönetim tarafından tehdit edildi" dedi.

Noterin fabrikanın içinde bekletilerek işçileri Türk Metal Sendikası'na geri döndürme faaliyetlerinin yoğunlaştığının belirtildiği açıklamada, toplu iş sözleşmesi döneminde Bosch işçileri adına görüşmeleri Birleşik Metal-İş Sendikası'nın yürüteceği belirtildi.





EmekDunyasi.Net

Arınç: Eğitim olursa anarşist yetişmez


Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ”Türkiye’nin geleceği eğitime bağlı. Eğitimi iyi verirsek ülkede anarşist yetişmez. Kimse kimsenin boğazına sarılmaz” dedi


Manisa'nın Turgutlu ilçesinde Dr. Hüseyin Orhan İlköğretim Okulu’nun açılış töreninde konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç yine ilginç ifadeler kullandı.

Okulda pek çok rektör, belediye başkanı yetişeceğini ifade eden Arınç, şunları kaydetti:"Türkiye’nin geleceği eğitime bağlı. Çocuklarımızın doğru, dürüst, çalışkan olması, vatanına, toprağına bayrağına bağlı olması ancak eğitimle mümkün. Eğitimi iyi verirsek Türkiye’de anarşist yetişmez, ülkede güzellikler olur, kimse kimsenin boğazına sarılmaz, herkes annesine ve babasına saygılı olur, küçüklerini sever, 75 milyonu da kucaklar. ’Ne büyük memleketim var’ diye iftihar eder. Eğitimden uzak kalırsak bütün kötülüklerin anası olan zulümlerle karşılaşırız."

Kurdelayı Özkök'le kesti

Bu arada açılışa eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de katıldı. Turgutlu Belediye Başkanı Serhat Orhan ilçedeki çok büyük hizmetlere hükümetin desteğiyle imza attıklarını söyledi. Hilmi Özkök’ün ”demokrasinin gururu” olduğunu söyleyen Orhan, ”Turgutlu da Özkök’le gurur duyuyor” dedi. Konuşmaların ardından Serhat Orhan’ın annesi Hatice Orhan’a plaket veren Arınç, okulun açılış kurdelesini Özkök’le kesti ve sınıfları gezdi. Arınç, Özkök'ü gördüğü için çok mutlu olduğunu kaydetti. Arınç daha önce de 12 Eylül Darbesi'nin mimarı Kenan Evren ile bir açılıştak kurdela kesmişti.




Bir Gün

Refah değil ucuz işçi merkezi


BAKAN ŞİMŞEK, ‘DOĞU VE GÜNEYDOĞU BÖLGESİ TÜRKİYE’NİN ÇİN’İ OLACAK’ DEDİ


Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, son 60 yılın en büyük küresel krizinin geride kaldığını söyleyerek, güneydoğu ve doğu bölgelerinin Türkiye’nin Çin’i olacağını söyledi.

Şimşek, Türkiye’deki yeni teşvik paketini 38 ülkeden gelen şirket temsilcilerine anlatırken “Türkiye’nin neresinde yatırım yaparsanız çok güçlü destekler var. Vergileri neredeyse sıfırladık. 6’ncı bölgede tamamen kaldırdık. Türkiye’nin doğusu, güneydoğusu Türkiye’nin Çin’i olacak” dedi.

6. BÖLGE VURGUSU

Yeni sistem ile “muazzam teşvikler” verildiğini ifade eden Şimşek şunları söyledi: “Vergileri neredeyse sıfırladık. 6. bölgede tamamen kaldırdık. Gelir vergisi, sosyal güvenlik primi yok. Kurumlar vergisi bile yüzde 90 indirimli. Türkiye’nin doğusu, güneydoğusu Türkiye’nin Çin’i oluyor. Ona aday. Tüm bunlar refah artışı için. Yollar, eğitim yetmiyor. Yolsuzlukla da mücadele etmemiz lazım.”

UCUZ İŞGÜCÜYLE ÜRETİM

“Türkiye’nin Çin’i” tanımlamasını gazetemize değerlendiren Ondokuz Mayıs Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Görevlisi Özgür Öztürk, “Türkiye’nin Çin’i olmak, ucuz emek gücüyle emek-yoğun üretim yapılan bir coğrafya olmak anlamına geliyor” diye konuştu. Paketin bölgesel asgari ücretle birlikte düşünüldüğünü ifade eden Öztürk, “Ayrıca bölgedeki yerel burjuvazinin de bu yönde talepleri zaten vardı. Diyelim ‘300 liraya çalışmaya hazır binlerce insan varken neden 700 lira verelim’ diye düşünüyorlar” dedi.

KAPİTALİST CENNETİ

Kurumlar vergisinin yüzde 90 indirilmesi ve Bakanın ifadesiyle vergilerin ‘neredeyse sıfırlanmış’ olmasıyla bölgenin büyük bir serbest bölgeye dönüştürülmek istendiğini ifade eden Öztürk, bunu “Tam bir kapitalist cenneti” olarak tanımladı. Öztürk sözlerini şöyle sürdürdü: “Böyle bir ortamda küçük ve orta boy işletme sayısında bir patlama yaşanacağını düşünüyorum. Çalışanlar açısından ise sonuç taşeronlaşma, enformelleşme, güvencesizlik gibi mevcut sorunların derinleşmesi olacaktır.”

REFAH ARTMAZ

Yeni teşvik paketinin ve bölgenin Çin’leştirilmesinin refah artışı getireceğini düşünmediğini belirten Öztürk, “Daha önce kırsalda yaşayan ve son yirmi-otuz yılda çeşitli nedenlerle kentlere yığılan insanlara ‘iş olsun da nasıl olursa olsun’ anlayışı dayatılmış olacak. İşsiz yoksulun yerini çalışan yoksul alacak. Bunun ötesinde, böyle bir paketten geniş kitlelerin yaşam seviyesinde ciddi bir düzelme beklemek, sosyal refahın artmasını ummak hayalcilik olur. Kapitalizmin yarattığı sorunları kapitalist ilişkileri derinleştirerek ve yaygınlaştırarak aşmak olanaklı değil.” dedi.

ELEŞTİRİYDİ ÖVGÜ OLDU

Öğretim Görevlisi Özgür Öztürk : Türkiye'de sermaye kesimi açısından bölgesel bazda daha etkili bir teşvik sistemi uzun zamandır gündemdeydi. 2009 yılında çıkartılan teşvik paketi sermayenin taleplerini önemli ölçüde karşılamıştı. Yine de, işçi sınıfının genel olarak dağınık ve örgütsüz olduğu ve ayrıca kriz nedeniyle işsizliğin arttığı koşullarda sermaye örgütleri beklentilerini yükseltmişlerdi. Daha fazla teşvik talep ettiler, sonuç bu yeni paket oldu. Tekstil gibi bazı emek yoğun sanayileri Kürt illerine kaydırma çabası bu yeni pakette çok daha belirgin. Daha önce eleştiri amacıyla kullanılan "Türkiye'nin Çin'i" ifadesi şimdi bakan tarafından olumlu bir slogan olarak ortaya konuluyor.



EVRENSEL


YÖK pedagojik formasyonu kaldırdı


Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ataması yapılmayan öğretmenler sorununun çözümünü Fen Edebiyat fakültesi öğrencilerine verilen pedagojik formasyonu kaldırmakta buldu.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) rektörlere gönderdiği bir yazı ile 5 Nisan günü yapılan toplantıda alınan karar gereği Fen Edebiyat fakültesi öğrencilerine pedagojik formasyonu ve eğitim fakültelerinin bazı bölümlerinin ikinci öğretimlerini kaldırdığını duyurdu. 21 Mart günü yapılan Öğretmen Çalışma Grubu'nun yaptığı toplantıya atıfta bulunulan kararın sebebi olarak bu bölümlerde ortaya çıkan öğretmen fazlası gösterildi.

YÖK'ün rektörlere gönderdiği kararlar şöyle sıralandı:

a) Yüksek Öğretim Genel Kurulu’nun 09.02.2012 tarihli toplantısında alınan öğretmenlik programlarında açık veya uzaktan eğitim sistemiyle lisans programlarına öğrenci alınmaması hususundaki kararı da dikkate alınarak 2012-2013 eğitim-öğretim yılı da dahil olmak üzere Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi bünyesinde yer alan Okul Öncesi Öğretmenliği ile İngilizce Öğretmenliği programları ile öğrenci alan mevcut uzaktan eğitim öğretmenlik prgramlarının öğrenci alımının durdurularak kapatılmasına,

b) Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen ihtiyacı olan Okul Öncesi Öğretmenliği, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, Özel Eğitim Bölümü öğretmenlikleri, İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği ikinci öğretim programları hariç eğitim fakülteleri bünyesinde yer alan diğer alanlardaki mevcut ikinci öğretim programlarının kapatılmasına, kapatılan alanlarda yeni ikinci öğretim programlarının açılmamasına,

c) Yeni pedagojik formasyon sertifika programları açılmamasına ve daha önce açılmasına izin verilen programların da mevcut öğrencilerin işlemleri bittikten sonra kapatılmasına, karar verilmiştir.

Öğrencilerden karara tepki

Okula başladıklarına kendilerine formasyon verileceği söylenen Fen Edebiyat Fakültesi öğrencileri karara tepki verdiler. Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğrencileri ve akademisyenleri 16 Nisan Pazartesi günü saat 10.00'da yapacakları bir eylemle kararı protesto edecekler.


(soL – Haber Merkezi)


Barınma hakkına kurşun: 2 yaralı



Ankara Dikmen Vadisi’ne sabaha karşı gelen panzerler ve polisler Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in “Havalar düzelince yıkımlara devam edeceğim ve kimsenin gözünün yaşına bakmayacağım” sözlerinin hakkını vermek için yıkıma başladılar.


Kentsel dönüşüm projeleri kapsamında 6 buçuk yıldır gerçekleştirilen yıkımlarda daha önce yaşanan çatışma görüntüleri bu defa da yaşandı ancak bir farkla; bu kez polis evlerini terk etmek istemeyen vadi halkına tazyikli su ve gazın yanında plastik mermi ile karşılık verdi.

POLİS PLASTİK MERMİ KULLANDI: 2 YARALI

Vadi’nin yukarısında bulunan gecekonduları yıkmak isteyen ekibe yüzlerce çevik kuvvet ve TOMA’lar da destek verdi. Polisin attığı plastik mermi sonucu bir kişi kolundan ve bacağından bir kişi de karın bölgesinden yaralanırken, yıkıma direnen iki kişi de gözaltına alındı. Gecekondularda yıkım ekibi evleri yıkarken, polis de her gecekondu için 500 kişilik ekiple saldırıya geçti ve halkın direnişini kırmaya çalıştı.

YAŞLI KADINA BİBER GAZI SIKTILAR

Polisin evlerinden eşyalarını bile almasına izin vermediğini söyleyen bir gecekondu sahibi, “Evimizi terk etmek istemeyince yaşlı, tansiyon hastası annemin yüzüne bile biber gazı sıkmışlar. Bu ne kindir anlamadım” diyerek feryat etti.

“Ben evsiz kalınca Gökçek rahat edecek mi?” diye soran Vadili başka bir yurttaş ise, Gökçek’in kendilerine vermek istediği ev karşılığında ödeyemeyecekleri kadar para istediğini, “Veremiyorsanız limon satın” dediğini aktardı ve “Benim buradan ölüm çıkar da evimi onlara vermem” dedi.

Gecekondu sahiplerinden bazıları polisin saldırısına karşı eşyalarını yakarak karşılık verdi.
'VADİ, GÖKÇEK'E TESLİM EDİLMEYECEK'

Çatışmanın devam ettiği sırada CHP Ankara Milletvekili Levent Gök ve BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt gelerek polislerle görüştü. “İnsanlar burada barınma haklarını savunuyorlar, Gökçek’in rant projeleri için evlerini terk etmeyeceklerdir elbette” diyen Gök, vadi halkının yanında olduğunu söyledi.

Dikmen Vadisi Halkının direnişi sonunda polis geri çekilerek vadiyi terk etti. Halk daha sonra kendilerine destek vermek için gelen kitle örgütleri ile Barınma Hakkı Bürosu'nda açıklama yaptı.

KURT: “VADİ ROBOSKİ GİBİ BOMBALANDI”

Melih Gökçek’in provakasyoncu diyerek hedef gösterdiği Vadi halkından Tarık Çalışkan Gökçek’in İsrail’in Filistinlilere saldırdığı gibi kendilerine saldırdığını söylerken, barınma haklarına hiçbir saldırıyla karşı koyamayacaklarını ifade etti.

BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt ise devletin Dikmen Vadisi’ni tıpkı Roboski gibi bombaladığını dile getirirken, “Ne Roboski’de ne de Dikmen Vadisi'nde direniş bitmedi, bitmeyecek” dedi.

NE OLMUŞTU?

Dikmen Vadisi, kentsel dönüşüm projeleri kapsamında 1 Şubat 2007 tarihinden beri Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin hedefinde yer almıştı. Evlerini yıktırmamak için yıllardır mücadele veren Dikmen Vadisi halkı, televizyon programlarında Melih Gökçek tarafından hedef gösterilmiş, defalarca polis şiddetine maruz kalmış, ancak yaşam alanlarını teslim etmemişti.



Bir Gün



'Artık oyunları Belediye seçecek'


Önce İskender Pala ardından Hadi Uluengin ve Mustafa İsen ile başlayan 98 yıllık İBB Şehir Tiyatrolarına dönük saldırı son noktasına ulaştı. Artık oyun seçiminden kimlerin oyunda yer alacağına dair her şeye sanatçılar değil belediye bürokratları karar verecek. Düzenleme sanatçıların büyük tepkisine yol açtı.

Uzun süredir gerici basının hedefi haline getirilen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na dönük saldırı, tiyatronun belediyenin şube müdürlüğüne dönüştürülmesiyle son noktasına ulaştı. Belediyenin düzenlemesi bugün yüzlerce tiyatrocunun tepkisiyle karşılandı.


“Tiyatro, belediyenin şube müdürlüğüne dönüştürülüyor”


Düzenlemeye ilişkin Muhsin Ertuğrul Tiyatro Binası önünde bir araya gelen yüzlerce sanatçı adına ilk sözü tiyatro sanatçısı Tolga Yeter aldı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a şehir tiyatrosu adına yazılan mektubu okuyan Yeter, Şehir Tiyatrosunun tiyatro oyuncuları için 98 yıldır kutsal bir yuva olduğunu dile getirdi.

 “Şehir tiyatrosu sanatçıları olarak, 100. yılını kutlamaya hazırlanan bir sanat kurumunu, kültürel mirasımız olarak yüceltmek yerine basit bir şube müdürlüğüne indiren böylesi bir yönetmeliği kabul edilemez buluyoruz” diyen Yeter, yönetmeliğin Topbaş tarafından imzalanmamasını istedi.


“Medyanın saldırısının nedeni anlaşıldı”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nin hazırladığı basın açıklamasını okuyan Aslı Öngören ise, bir süredir bir kısım medyanın iftira içeren haksız saldırılarına maruz kaldıklarını söyledi.

İlk başta anlamlandıramadıkları bu saldırının nedenini önlerine çıkan düzenleme ile anladıklarını belirten Öngören, burada amacın 98 yıldır tiyatrocular tarafından yönetilen bir kurumu tamamen bürokratlara devretmek olduğunu ifade etti.



“Genel sanat yönetmeni yerine belediye sekreteri geçecek”

“Yönetmelikle birlikte Şehir Tiyatrosu sanat kurumu olmaktan çıkarılarak basit bir şube müdürlüğüne dönüştürülecek” diyen Öngören şöyle konuştu:

“Yönetim kurulumuza genel sanat yönetmeni yerine, belediye genel sekreter yardımcısı başkanlık edecek. Tüm sanatsal kararla belediye bürokratlarının çoğunlukta olduğu yeni yönetim kurulu tarafından alınacak. Tüm bunlar 98 yıllık bir kurumun büyük mirasının sonu demektir. Bizce muhafaza edilmesi gereken değerler gayet açık. Bu yönetmeliği kabul etmiyoruz. Hiçbir güç bizi yolumuzdan alı koyamaz.”


“Hiçbir şey eskisi gibi değil”

Konuşmaların ardından yapılan protesto eylemine katılan tiyatro sanatçılarına düzenlemeye ilişkin düşüncelerini sorduk.

Orhan Aydın: “Burada gördüğümüz Muhsin Ertuğrul binası adeta bir beton yığını. Biz bu tarihsel yapımının yıkılıp gitmemesi için mücadele verdik. O zaman demiştik ki, buraya atılacak beton yığını aslında sanatın üzerine atılan bir beton yığını olacak. Şimdi o beton yığınını atan zihniyetin diğer adımlarını da görmeye başladık. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen'in söylediği muhafazakâr sanat anlayışının ilk adımlarından biri şehir tiyatrolarının yönetimini sanatçılardan alınıp bürokratlara verilmesiyle ortaya çıkmış oldu. Bu adıma karşı gerek Sanatçılar Girişimi olarak biz gerekse şehir tiyatrolarında faaliyet sürdüren tiyatrocu arkadaşlar ortak bir mücadele etmeliyiz. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi değil.”


“Ucube zihniyetinin sonucu”

Yücel Erten: “Düzenlemeye ilişkin olumlu bir şey düşünmek mümkün değil. Bu tarz yönetmeliklerin sanat kurumları için son derece kullanışsızdır. Bu adımı atanlar bunun da farkında değil sanırım. Sanat kurumların bürokratların denetimine verilmesi akıl alacak gibi değil. Bu tavır çağ gerisidir. Ucube zihniyetinin sonucudur.”


"Vahim bir düzenleme"

Üstün Akmen: Bu düzenleme çok vahim. Bu düzenleme şehir tiyatroları için ölüm fermanıdır. İsen’in açıklamalarının ardından böyle bir adım bekliyordum açıkçası ama bu kadar radikal bir adım tahmin etmiyordum. Buna karşı direnilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sanatı ve kültürü kendi idealleri doğrultusunda sanatı yönlendirmek istiyorlar. Burada İstanbullulara büyük görev düşüyor. İstanbulluların kendi tiyatrolarına sahip çıkmaları gerekiyor.


 “İleri demokrasi bu mudur?”

Orhan Kurtuldu: Bu direk saldırı için faşizmin ayak sesleri denilebilir. Bu tablo derin uykunun sonucunda geldi. Sanatçılar olarak büyük bir direniş organize etmek durumundayız. Tiyatrocuların işine, ne yapacağına başkası karar veremez. Bürokratlar hiç veremez. Bu uygulama çağdışı bir kafanın sonucudur. Bu mücadeleyi uluslararası camiaya da taşıyacağız. Dünya tiyatrocuları da Türkiye’de neler olduğunu görmelidir. İleri demokrasi bu mudur?


“Kahvaltı sofralarında yalakalık yapan sanatçılar nerede?”

Ender Yiğit: “Faşizm her gün gerçek yüzünü göstermeye devam ediyor. Gördüğünüz gibi faşizm sadece sanatçıları yakmıyor aynı zamanda susturuyor. Yakında salonları da kapatırlar. 12 Eylül böylesine bir adımı denemişti ama sonuna kadar gidememişti. O zaman başarılamayan bugün islamo-faşistler tarafından gerçekleştirilemeye çalışılıyor. Özel tiyatrolara turne olanağı tanınmayacak, şehir tiyatroları baskı ile susturulacak. Bu apaçık faşizimdir. Hani o kahvaltı sofralarında yalakalık yapan sanatçılar nerede, onları burada göremiyorum.”


"Tiyatro yenilmez"

Tuncer Cücenoğlu: Her yer ve bütün kurumlarına olduğu gibi sıra şehir tiyatrolarına yönelik saldırıya da geldi. Ama tiyatro aşar bu saldırıları. Tiyatro yenilmez. Bu güne kadar hep direndi ve kazandı yine aynısı olacak ve kazanacak.


“Bu düzenleme sanatı öldürmektir”

Emre Yetim: "Yapılan düzenlemeyle tiyatroların başından sanatçıların alınıp bürokratların getirilmesi açıkça sanatı öldürmektir. Şehir tiyatrolarının 98 yıllık bir kurum. Ülke tiyatroları için adeta bir mihenk taşı. Buraya dönük yapılan bu saldırı, ülke sanat kurumlarından en güçlü olanına dönük de bir saldırı aynı zamanda. Bu saldırının ardından özel tiyatrolara da bir saldırı gelmesi ihtimal dahilindedir. Bilindiği gibi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Devlet Tiyatrolarının da kapatılmasının gündemde olduğunu dile getirmişti. Tüm bu gelişmelere karşı aydınlanmadan yana olanlar, sanatçılar bir araya gelmeli ve mücadele etmelidir."


“Düzenleme bir an önce geri çekilmelidir”

Şebnem Bozoklu: "Sanat kurumlarının başından sanatçıların alınması ve yerlerine bürokratların geçirilmesinin anlaşılabilecek bir tarafı bulunmuyor. Düzenlemenin Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sağduyu göstermesi sonucunda bir an önce geri çekilmesi gerektiğini düşünüyorum."

(soL - Haber Merkezi)


Maraş’ta patlama: 4 işçi öldü, 9’u yaralı


Yine ‘iş kazası’, yine ölümler…

Kahramanmaraş'ta kot boyama fabrikasının boya kazasında bakım ve onarım çalışması sırasında meydana gelen patlamada 4 işçi öldü, 9 işçi de yaralandı.

Olay, saat 12.30 sıralarında Kahramanmaraş- Kayseri karayolunun 7'inci kilometresinde bulunan Şirikçiler Mensucat'a ait tekstil ve boya ünitelerinin bulunduğu ek binada meydana geldi. İşçiler boya kazanında bakım ve onarım yaparken henüz bilinmeyen bir nedenle patlama oldu. Kazanın büyük gürültüyle patlamasıyla birlikte, binanın büyük bölümü çöktü. Savaşı andıran bir görüntü ortaya çıktı.

Patlamayla birlikte orada bulunan işçilerden Erkan Gölge (25) ve İlhami Çetin (40) olay yerinde öldü. Ağır yaralı olarak Kahramanmaraş Devlet Hastanesi'ne götürülen Mehmet Nuri Özgüner ise (39) doktorların çabasına rağmen kurtarılamadı. Binanın çöken enkazı altında kalan işçilerden Çelebi Başkurt da (45) yaşamını yitirdi. Başkurt'un cesedi, Kahramanmaraş Belediyesi arama kurtarma ekiplerinin çalışması sırasında olaydan 3 saat sonra çıkarıldı.


9 İŞÇİ DE YARALANDI

Patlama ve göçükte yaralanan işçiler Şahin Uzun (42), Yusuf Kaya (32), Mahmut Dinler (26), Kerim Yılmaz (28), Mustafa Küçükkaya (39), Aydın Ünal (27), Yakup Kel (31), Bilal Alma (44) ve Osman Kurt ise (39) götürüldükleri Kahramanmaraş Devlet Hastanesi ile Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedaviye alındı.



Demokrat Haber