30 Mayıs 2012 Çarşamba

Çamlıca tepesine dev cami: İstanbul'da yeşil alan kalmasın istiyor


Başbakan Erdoğan Çamlıca tepesine 15 bin metrekare üzerine dev bir cami yapılacağını açıkladı. Erdoğan caminin İstanbul'un her yerinden görülebilecek şekilde tasarlandığını söylerken, Çamlıca tepesinin 1. derece doğal sit alanı ve şehirdeki az sayıdaki yeşil alanlarından biri olması endişe uyandırıyor.

Başbakan Erdoğan Çamlıca tepesine 15 bin metrekare üzerine dev bir cami yapılacağını açıkladı. Erdoğan caminin İstanbul'un her yerinden görülebilecek şekilde tasarlandığını söylerken, Çamlıca tepesinin 1. derece doğal sit alanı olması ve şehirdeki az sayıdaki yeşil alanlarından biri olması endişe uyandırıyor.


'Dozerler 2 ay içinde çalışmaya başlar'

Üsküdar Belediyesi Kandilli Geleneksel El Sanatları Merkezi'nin açılışında konuşan Erdoğan, Ataşehir'de yapımı devam eden Mimar Sinan Camisinin bitmek üzere olduğunu söyledikten sonra Çamlıca tepesine değindi ve şu ifadeleri kullandı:


"Bu alanda yine 4-5 cami daha yapılıyor. Bunlar da yakında bitecek ama çok daha önemlisi bir de Çamlıca'da başlayacağız. Çamlıca'daki televizyon kulesinin yanında 15 bin metrekare üzerinde bir cami yapacağız. Bunların da proje çalışmaları son safhalarına geldi. Öyle zannediyorum ki 2 ayda dozerler çalışmaya başlar."

Caminin her türlü olanakla donatılacağını belirten Erdoğan, ayrıca İstanbul'un her yerinden de görüleceğini ifade etti:

"Yani buralar geçmişte nasıl kenarda medrese odaları varsa, bugünkü anlamda yine çalışmalarını mimarlarımız yapıyorlar. Çamlıca'daki bu dev cami, İstanbul'un her yerinden görülecek şekilde dizayn edildi. İnşallah Üsküdar'ın camlarında artık farklı yansımalar olacak'' diye konuştu.

Erdoğan'ın bahsettiği caminin yapılması planlanan Çamlıca tepesi 1. derece doğal sit alanı ve İstanbul'un az sayıdaki yeşil alanlarından biri konumunda. Bu nedenle söz konusu alana 15 bin metrekare büyüklüğünde herhangi bir yapının inşa edilmesi, büyük bir çevre katliamı anlamı geliyor ve bu nedenle kentleşme açısından büyük riskler barındırıyor.


Erdoğan'ın kent kültürü anlayışı Osmanlıcılık ve fetihçilikten ibaret

Erdoğan konuşmasında ayrıca "kent kültürü" üzerine görüşlerini de ifade etti. Yine Osmanlıcı bir söylem kullanan Erdoğan'ın kültürü yalnızca geçmişten devralınan bir şey olarak tanımladığı görüldü. Erdoğan şu ifadeleri kullandı:


"Şehr-i İstanbul’u fethimizin üzerinden geçen 559 yılda, bu şehri gerçekten ’bizim’ yapmak için mimarlarımız, şairlerimiz, sanatçılarımız gece-gündüz çalıştı, üretti, eser ortaya koydu. Medeniyet inşa etmek elbette zordur ama yan gelip yatarak medeniyet inşa edilmez. Düşüneceksin, uygulayacaksın ondan sonra da onu kazıyacaksın ki, o medeniyet asırlara mütecaviz bir şekilde bir mühür olarak devam etsin. Ama, en az bunun kadar önemlisi, bu medeniyete ve kültüre sahip çıkmak, onu yaşatmak, devralınan mirası mümkün olduğu kadar geliştirmektir. Tarih içinden süzülüp gelen kültürel miras, nesillerin ekleriyle zenginleşir ve süreklilik kazanır.

Düşünürlerimizden bir tanesi, 'Kültür nedir?' diye sorulduğunda net bir tanım yapıyor, 'Ecdattan devralınan maddi ve manevi mirasın tümüdür' diyor. Mesele işte bu. Ecdattan devralınan mirası geleceğe taşımak. Bunu başarabilmek. Onun için bugünü kadim kültüre, geleneğe bağlamak ve yeniden üretmek durumundayız. Türkiye olarak, geçmişte bu konuda maalesef yeteri kadar hassas davranmadılar, davranamadık. Sahip olduğumuz değerlere geçmişte yeterli ihtimamı gösteremediğimizi görüyoruz. Geçtiğimiz 9,5 yılda, medeniyetimizin ve kültürümüzün maddi-manevi bütün unsurlarına sahip çıkma, bunları yeniden ayağa kaldırma konusunda fevkalade hassas davrandık. 4 bini aşkın vakıf eseri restore ettik ve bugüne kazandırdık."



(soL - Haber Merkezi)


3. Köprü ihalesi sonuçlandı


İstanbul Boğazı'na inşa edilecek 3. köprünün yapımını da içeren 'Kuzey Marmara Otoyolu Projesi'nin Odayeri-Paşaköy (3. Boğaz Köprüsü dahil) Kesimi'nin ihalesini İçtaş-Astaldi ortaklığı kazandı. Ortaklık yapım ve işletme süresi dahil 10 yıl 2 ay 20 günlük teklif verdi

Uzun süren ihale girişimlerinin ardından 3. Köprü ihalesi sonuçlandı. İhaleye yönelik yapılan son değerlendirmeler sonrasında teklif veren üç grup kalmıştı. Bu gruplardan Cengiz İnşaat-Kolin İnşaat-Limak İnşaat-Makyol İnşaat-Kalyon İnşaat Ortak Girişim Grubu verdiği 14 yıl 9 ay 4 günlük teklifle elenirken, kazanan İçtaş İnşaat Sanayi Ticaret AŞ-Astaldi Ortak Girişim Grubu oldu.

Salini-Gülermak Ortak Girişiminin teklifi ise şartnameye uymadığı gerekçesiyle iptal edildi.

İçtaş-Astaldi ortaklığı, yapım ve işletme dahil 10 yıl 2 ay 20 günlük teklif verdi.


"Hedef 36 ayda tamamlanması"


Ulaştırma Bakanı Binali yıldırım, ihaleyi yapım süresi dahil en kısa süre işletmeyi teklif eden firmanın kazandığını söyledi. Yıldırım, "Üçüncü köprünün en kısa zamanda hizmete girmesi için karayolları genel müdürlüğünde gereken özen gösterilecektir. Öngörülen yatırım tutarı yaklaşık 2.5 milyar dolar (4.5 milyar lira). Bu rakam düşebilir de artabilir. İdare tarafından bizim bu konuda bir öngörümüz yok. Bu rakam değişebilir. Artabilir azalabilir. Biz bazı işler verirsek bu fiyata yansımaz, ilave iş verirsek, süreye ilave edilecektir. Hedefimiz 36 ay içinde köprüyü yapıp, 2015'in sonunda faaliyete sokmaktır" dedi.

Bundan sonraki ikinci adımın Bakanlık onayı olduğunu kaydeden Yıldırım, "İhale komisyonu çalışmalarını tamamlayıp, bakanlığa onay için gönderecek. Bakanlıktan çıkan onaydan sonra adı geçen şirket gerekli hazırlıkları yapıp, bakanlıkla birlikte çalışacak. Firma isterse öz kaynakla çalışmaya başlayabilir, biz de böyle olmasını arzu ediyoruz" diye konuştu.


İhale katılacak şirket bulamamışlardı

Daha önceden gerçekleştirilen ihalelere girecek şirket bulamayan AKP, projede revizyona gitmişti. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım revize edilen yeni projenin öz kaynaklarla yapılacağını açıklamış, bu açıklamanın ardından şirketler ihaleye girmişlerdi. 3. Köprüye Karşı Yaşam Platformu ise İstanbul’u yok edecek bu projeye karşı çıkmıştı.


Sendika.Org





Hopa direnişinin 1. yılında AKP önüne


Hopa direnişinin ve Metin Lokumcu’nun katledilişinin birinci yıldönümünde Hopa’nın yanısıra İstanbul’da da eylem var. “AKP’nin zulmüne, emek, halk, doğa düşmanlığına karşı her yer Hopa, her yer direniş” diyenler 31 Mayıs Perşembe saat 19.30’da Şişli Cami önünde buluşarak AKP Şişli ilçe binasına yürüyecek



Hopa halkının AKP’ye meydan okumasının Türkiye çapında yankılandığı 31 Mayıs’ın 1. yıldönümüde Hopa direnişi ve Metin Lokumcu eylemlerle anılıyor. Hopalılar, “aynı gün, aynı meydanda, ‘Metin olmak’ için, dürenişi büyütmek için yan yana geliyoruz” diyerek Hopa Meyanı’nda buluşurken İstanbul’da da AKP Şişli ilçe binası önüne bir yürüyüş düzenlenecek.

Perşembe günü Şişli Camii önündeki buluşmayla saat 19.30’da başlayacak olan yürüyüş aşağıdaki kurumların çağrısıyla gerçekleştiriliyor: DİSK İstanbul Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Tabip Odası, Derelerin Kardeşliği Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu, Su Politik Çalışma Grubu, Halkevleri, Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği, Laz Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Politeknik, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifleri, BDSP, BDP, EHP, ESP, ÖDP, SDP, TKP.



Kurumlar adına yayımlanan çağrı metni:

31 Mayıs 2012 Perşembe günü Şişli Cami önünde buluşarak saat 19.30’da AKP’ye yürüyoruz

31 Mayıs 2011, Hopa halkının meydan okumasıdır. AKP iktidarı seçim mitingi için ilk defa bir “ilçeyi” seçmiş ve Erdoğan 31 Mayıs tarihinde Hopa’ya gelmiştir. Hopa, AKP için özel bir tercihtir. Çünkü; Hopa, sermaye yağmasına açılan Karadeniz’in en direngen noktalarından biridir. Emeğine, deresine, doğasına sahip çıkanların, iktidara biat etmeyenlerin, sol-devrimci değerleri geçmişten bugüne taşıyanların, hak aramaktan, halkların kardeşliğini savumaktan, özgür bir yarını kurmak için mücadeleden vazgeçmeyenlerin yeridir

Evet, Başbakan’ın koruma ve polis ordusu ile Hopa’ya gelirken yaptığı hesaplar, 31 Mayıs’ta genci yaşlısı, kadını çocuğu ile direnişe geçen Hopa halkı tarafından bozulmuştur. Hopa halkı susmamış, boyun eğmemiş emek, halk ve doğa düşmanı AKP iktidarına, faşizme direnişle cevabını vermiştir. AKP’ye Hopa’dan defol demiştir.

Hopa halkına yönelen saldırı sonucu “beni de alın memleketi kurtarın” diyerek son sözünde bile direnmeyi seçen öğretmen Metin Lokumcu AKP emrindeki polisler tarafından uygulanan şiddetle katledilmiştir. Hopa halkı, muhalefet güçleri meşru direnişleri nedeniyle yargılanırken, Lokumcu’nun katillerine dokunulmamıştır.

Hopa halkının direnişi AKP iktidarının gerçek yüzünü tüm çıplaklığı ile açığa çıkarırken aynı gün ülkenin dört biryanında “Her yer Hopa, her yer direniş” diyen onurlu insanlar AKP iktidarının emek, halk ve doğa düşmanı politikalarının, baskı ve zor siyasetinin yenileceği asıl yeri işaret etmiş, sokağa çıkmıştır. Hopa süreci, eylemlere dönük saldırılar, açılan davalar, tutuklamalar, baskılarla sürmüştür. Hopa halkı ve ülkenin dört bir yanında emeğine, yaşamına sahip çıkanlar bu baskılara da direnişle, AKP’nin “adalet” olarak sunduğu adaletsizliği mahkum ederek cevap vermiştir.

31 Mayıs 2011’den bu yana yaşadığımız her gün tüm muhaliflere, sendikacılara, Kürt halkına, gazetecilere, sanatçılara, üniversitelilere, devrimcilere, doğasını ve yaşamını savunan halka yönelik saldırılar; Roboski katliamı; kentsel dönüşümden, 4+4+4’e; sağlıkta dönüşümden, güvencesizlik yasalarına kadar arka arkaya gündeme gelen yapısal dönüşüm ve yıkım programları, iş cinayetleri AKP’nin, faşizmin, sermayenin iktidarı olduğunu yeniden ve yeniden kanıtlamıştır. AKP’den sonra HESçileri de vadilerinden kovan Hopa halkının kanıtı ise hala elindedir; AKP’nin temsil ettiği talan, sömürü ve zulüm düzeni sokakta yenilecektir.

Hopa halkının direnişinin simgesi Metin Lokumcu’yu Hopa gibi direnerek, direnişi büyüterek yaşatacağız. Metin Lokumcu’nun hesabını sokakta soracağız. 31 Mayıs 2012 tarihinde Hopa Halkı aynı meydanda, Hopa meydanında “Metin” olmak direnişi büyütmek için yanyana geliyor. Hopa halkına yanıt veriyor, çağrılarını İstanbul’a taşıyoruz.

Bizler de Hopa direnişinin ve Metin hocamızın ölüm yıldönümü olan 31 Mayıs’ta İstanbul’da sokakta olacağız. Herkesi AKP iktidarına karşı direnişi sokağa taşımaya çağırıyoruz.




Sendika.Org



Trabzon'da jandarma eşliğinde kurulan HES şantiyesine protesto

Trabzon’nun Çaykara İlçesine bağlı Karaçam Beldesi Derebaşı mevkiinde HES inşaatı için şantiye kurulmasına karşı bölge halkı bugün bir protesto eylemi düzenledi. Yüzlerce jandarma eşliğinde bölgeye iş makinaları getiren şirket yetkililerine dönük protesto sırasında üç kişi gözaltına alındı.

Trabzon’nun Çaykara İlçesine bağlı Karaçam Beldesi Derebaşı mevkiinde HES inşaatı için şantiye kurulmasına karşı bölge halkı bugün bir protesto eylemi düzenledi. Yüzlerce jandarma eşliğinde bölgeye iş makinaları getiren şirket yetkililerine dönük protesto sırasında üç kişi gözaltına alındı.

Şekerbank'a ait olan projede bugün şantiye kurmak isteyen şirket yetkilileri, gelen bilgilere göre 600'den fazla güvenlik görevlisi eşliğinde iş makinalarını bölgeye getirdi. Jandarma, protestoyu gerçekleştiren halk ile şantiye arasında barikat kurarken, yapılan eylem sırasında bir basın açıklaması yapıldı

Derelerin Kardeşliği Platofrmunun da yer aldığı protesto sırasında duruma tepki gösteren yöre halkı, demokratik haklarını sonuna kadar dile getireceklerini ifade etti. Yapılan açıklamada, “Araçları geleceğinin haberin akşam almıştık. Yöre halkı olarak demokratik tepkimizi ortaya koyabilmek, tekrar konuşabilmek için belli sıkıntılarımızı anlatmak amacıyla önlerine çıkma kararı aldık. Açıkçası bu kadar kalabalık geleceklerini beklemiyorduk. Gerek Trabzon Valiliği, gerekse Çaykara Kaymaklığı bölgemizi ziyaret ettikleri dönemlerde verilen mücadeleye saygı duyduklarını ve bize destek verdiklerini söylediler. Biz de Polisimizle, Jandarmamızla karşı karşıya gelmeyeceğimizi düşündük. Sabah saatlerinde gördüğümüz manzara karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşadık." denildi.



(soL - Haber Merkezi)


Dışişleri Bakanlığı yalan söyleyerek Suriyeli diplomatları kovma kararı aldı


Dışişleri Bakanlığı, Hula Katliamı'nı gerekçe göstererek Suriyeli diplomatları ülkeden kovma kararını açıkladı. Açıklamada, Hula Katliamı'nı Suriye güvenlik güçlerinin gerçekleştirildiği ifade edildi ancak bu yönde bir bilgi yok.

Dışişleri Bakanlığı Hula Katliamı'nı gerekçe göstererek Suriyeli diplomatların ülkeden ayrılmasını istedi. Fransa, Almanya, İngiltere, Portekiz, Avustralya, İtalya, İspanya, Kanada gibi ülkeler de dün Hula Katliamı'nı gerekçe göstererek Suriyeli diplomatları kovma kararı almıştı.

Hula Katliamı'nın kimler tarafından işlendiği henüz bilinmese de, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu NATO güçleri, bu katliamı Suriye'ye dış müdahale bahanesi olarak kullanmak için düğmeye bastı. Türkiye'nin Suriye'de sayısı terör eylemi düzenleyen ve sayısız asker ve sivilin ölümüne neden olan silahlı islamcı muhalifleri barındırdığı biliniyor.


Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklama şöyle:

"Suriye güvenlik güçlerinin Humus’un El-Hule ilçesinde gerçekleştirdiği, 50’si çocuk olmak üzere en az 110 masum sivilin hayatlarına malolan toplu katliam, uluslararası camiada büyük bir infiale yol açmıştır.

İnsanlığa karşı suç niteliğindeki bu eyleme karşı sessiz ve tepkisiz kalınması söz konusu dahi olamaz. Sivil halka karşı toplu bir katliama girişenlerin işledikleri bu vahim insanlık suçu cezasız kalamaz. Bu alçakça katliama karşı tek sesle, birlik içinde gerekli tepkileri vermek uluslararası toplumun ortak sorumluluğudur.

Bu anlayış doğrultusunda, ülkemiz tarafından da Suriye Yönetimi’ne karşı yeni tedbirler alınması gerekli görülmüştür. Evsahibi ülke olarak, Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi’nin 9. Maddesi uyarınca, Suriye’nin Ankara’daki Maslahatgüzarı ve Büyükelçilikteki diğer tüm diplomatik personelin 30 Mayıs 2012 tarihinden itibaren 72 saat içinde ülkemizden ayrılması talep edilmiştir.

Bakanlığımıza çağrılan Büyükelçilik Geçici Maslahatgüzarı’na bugün (30 Mayıs) bir Nota ile gerekli bildirim yapılmıştır.

Suriye Yönetimi’nden beklenen, uluslararası camianın çağrıları doğrultusunda, bir an önce sivil halka yönelik şiddet eylemlerine son vermesi ve halkın meşru talepleri doğrultusunda, ülkede demokratik bir geçiş sürecinin önünü açmasıdır.

Bu yapılmadığı ve insanlığa karşı suç işlenmeye devam edildiği takdirde, ülkemiz ve uluslararası toplum daha ileri tedbirler alacaktır. Bu komşu, tarihdaş ve kardeş Suriye halkına karşı manevi ve vicdanı sorumluluğumuzdur."



(soL - Haber Merkezi)


Enerji işçileri, AKP ve ülkü ocakları saldırılarına karşı direnişte!


Maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle anayasal haklarını kullanıp iş bırakan 120 Enerji-Sen üyesi işten çıkarılmalarının ardından BEDAŞ önünde direniş eylemi başlattı. Eylemde AKP’nin taşeronlaştırma sistemine de ülkü ocakları güdümlü sendikaların da saldırılarına boyun eğilmeyeceği dile getirildi.

Haklarını almak için iş bırakan ve işten çıkarılan 120 Enerji Sen üyesi elektrik işçisi BEDAŞ önünde direnişe geçti. Geçtiğimiz hafta ülkü ocakları tarafından grevi kırmak için yapılan saldırıya tepki gösterilen açıklamada, AKP’nin taşeron sistemine teslim olunmayacağı vurgulandı.


“Enerji işi kolu, güvencesizleştirmenin en yoğun olduğu iş kollarından biri”

İşten çıkarmalara karşı direnişe geçen BEDAŞ işçileri saat 12.00’de Taksim’de toplanarak buradan BEDAŞ önüne bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe birçok sendika ve siyasi parti de katılarak destek verirken, işçiler sık sık “taşerona teslim olmayacağız” sloganları attı. BEDAŞ önünde bir araya gelen enerji işçileri adına burada Enerji Sen Genel Başkanı Kamil Kartal bir açıklama yaptı.


Güvencesizleştirme sürecinin en fazla etkili olduğu iş kollarından birinin enerji iş kolları olduğunu belirten Kartal, enerji iş kollarında çalışan işçilerin yüzde 90’ının taşeron adı altında çalıştırıldığını ifade etti.

Bu iş kolunda iş kazalarının en hafif şekilde uzuv kaybı şeklinde gerçekleştiğini vurgulayan Kartal, yaşanan bu sürece karşı Enerji Sen’in, enerji iş kolunda taşeron işçi çalıştırılmaması için önemli bir mücadeleye başladığını söyledi.

Örgütlendikleri her yerde üç şeyin altını çizdiklerini belirten Kartal, bunların işçi sağlığı, kuralsızlaştırmaya karşı mücadele ve işverenin iki dudağı arasında olan işçi işten çıkarmalarına son vermek olduğunu dile getirdi.


“Ülkü Ocakları, BEDAŞ ve AKP tezgâhı var”

DİSK’in örgütlenme ilkeleri ile mücadele verdiklerini ve bunun için bir yıldır örgütlendiklerini vurgulayan Kartal, Ülkücü Ocakları, BEDAŞ, AKP ve polisin tezgâh kurarak sendikayı iş yerlerinden tasfiye etmeye çalıştıklarını söyledi.
Enerji Sen’in yasa dışı sendika olarak gösterilmeye çalışıldığını belirten Kartal, buna kanıt olarak da DİSK’in Enerji-Sen’i üye olarak kabul etmemesinin gösterildiğini ifade etti.



“Enerji Sen’in DİSK’e üyelik başvurusu olumlu sonuçlanacak”

Enerji Sen Genel Başkanı Kamil Kartal’ın ardından söz alan DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, AKP’nin kamu emekçilerine, havayolu emekçilerine, enerji işçilerine kısacası tüm emekçilere dönük bir saldırı gerçekleştirdiğini dile getirdi.


DİSK olarak tüm bu saldırılara karşı emekçilerle omuz omuza olduklarını belirten Küçükosmanoğlu, Enerji Sen’in DİSK’e üyelik başvurusunun reddedilmediğini, önümüzdeki süreçte bu konuda olumlu bir karar çıkmasını beklediklerini söyledi.


“Ülkü ocakları zoruyla iş başı yaptırılmak istendi”

Açıklamada son olarak söz alan Enerji Sen üyesi BEDAŞ çalışanı Arif İnan Başgedik, maaşlarının ödenmemesi üzerine anayasal haklarını kullanarak iş bıraktıklarını bunun üzerine ise hukuksuz biçimde işten çıkarıldıklarını dile getirdi.


21 Mayıs’ta iş bırakmalarını ardından 6 bölgenin 5’inde yüzde 100’e yakın bir katılımla iş bırakma eyleminin sürdüğü sırada, kendilerine Ülkü Ocakları üyelerinin saldırdığını ve işçilerin zorla işe çıkarılmaya çalışıldığını ifade eden Başgedik, Ülkü Ocakları bağlantılı bir sendika ile işçi direnişinin kırılmasına izin vermeyeceklerini söyledi.

AKP’nin taşeron sistemini kabul etmediklerini vurgulayan Başgedik, işlerini geri alana kadar direnişlerini sürdüreceklerini açıkladı.



(soL – Haber Merkezi)


Kürtaj hakkı değil yasağı cinayettir

BAKAN FATMA ŞAHİN ‘BİLİMİN DEDİĞİ OLUR’ DEDİ, BİLİM HÜKÜMETİ BÖYLE UYARDI


Başbakan Erdoğan’ın kürtaj ve sezaryen açıklamalarını değerlendiren Türk Tabipleri Birliği (TTB) kürtaj hakkının kadının yaşamsal bir hakkı olduğunu, kürtajın yasaklandığı ülkelerde anne ölüm oranlarının arttığı uyarısını yineledi.

TTB merkez binasında yapılan basın toplantısına basın yoğun ilgi gösterdi. Toplantıda, TTB Merkez Konseyi, TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, Ankara Tabip Odası yer aldı. TTB 2. Başkanı Feride Aksu Tanık, açıklamasına Başbakanın “kürtaj” konulu açıklamalarının “Aile planlaması yasasının sinyalleridir” değerlendirmesini yaparak başladı. Düşükler ve kürtajlarla ilgili yasaklamaların olduğu ülkelerde yasa dışı ve güvenli olmayan koşullarda düşük başvurularının arttığını söyleyen Tanık, istenemeyen gebeliğin sonlandırılmasının bir sağlık hizmeti olduğunu hatırlattı.



ÖLÜMLERİ AZALTAN YASA DEĞİŞECEK


1993 yılında kabul edilen Aile Planlaması Yasası’nın üreme hakkı ve kadın sağlığı ile ilgili olumlu bir yasa olduğunu söyleyen Tanık, anne ölümlerini ciddi bir biçime azaltan bu yasanın değiştirilmesinin planlandığını kaydetti. Tanık, “Bunlar adım adım ülkemizin hafızasında kamu yararına ne varsa silinmesi ve hafızanın yeniden yaratılması planlarıdır” dedi.

Kürtaj hakkının kadınlar için yaşamsal bir hak olduğunun altını çizen Tanık, istenmeyen gebeliklerin şu anda artış gösterdiğini, böylelikle gebeliği sonlandırmanın arttığını belirterek, yasaklanan kürtaj yerine farklı yöntemlerle bebekten kurtulmak isteneceğini, anne ölüm oranlarının ise artacağını söyledi. Tanık, “Kürtajı yasaklama girişimi kadını birey olarak görmeyen bir anlayışın sonucudur. Kadının bedenini, cinselliğini, doğurganlığını denetleme arzusudur” dedi.



‘SEZARYEN ARTIŞI SİZİN ESERİNİZ’


Tanık, sezaryene karşı da bir kısıtlama getirecekleri sinyalini veren AKP Hükümetinin aslında Sağlıkta Dönüşüm Politikası ile sezaryendeki artışın sorumlusu olduğuna dikkat çekti. Tanık, “Sağlıkta Dönüşüm Programının hastayı müşterileştiren, müşteri memnuniyetini en öne koyan, ameliyat sayılarının artışı ile övünen, özel hastane patlaması yapan süreciyle ilişkisi değerlendirilmelidir” dedi.    Tanık, “Bizlere ve gebeliğini sonlandıran kadınlara cani diyerek, ‘Milleti ortadan kaldırıyorlar’ diyerek Uludere’deki katliamı unutturamazsınız. Biz hastalarımızın hakkını ve hekimlik onurunu savunmaya devam edeceğiz” diye konuştu.  



‘YOK EDİLMEK İSTENEN KÜRTLER Mİ?


TTB Başkanı Eriş Bilaloğlu da, Başbakanın “Kürtaj Uluderedir” sözlerinin daha katliamın acısının dinmediği bir halk üzerinde nasıl bir etki yaratacağı düşünülmeden ortaya atılmış bir laf olduğunu söyledi. Sözlerin söylendiği sırada Uludere’de bulunduğunu belirten Bilaloğlu, “Oradaki insanlar bize şu soruyu sordular: ‘Başbakan katliamı kürtaja benzetti. İstenmeyen bir şeye kürtaj yapılır. Başbakan neden Kürtleri istemiyor? Biz kardeşlik ve barış içerisinde yaşamak istiyoruz’. Bu benzetmeyi nasıl yapıyorsunuz? Nasıl bu cümleleri kuruyorsunuz? Kürtler bundan ne çıkarır diye hiç mi düşünmediniz? Bir milleti yok etmek sezaryenle, kürtajla o kadar kolay değildir ama siz bu halka bir daha acı verdiniz” diye konuştu.


BAŞBAKANIN YALANLARI VE GERÇEKLER


TTB’den yapılan açıklamada, Başbakanın kürtaj ve sezaryenle ilgili uygulamalarının halkı yanıltmasına sebep olduğu kaydedildi.  

* Başbakan: Sezaryenle doğum, ülkenin nüfus artışını engellemek ve para kazanmak için yapılan bir işlemdir.    

TTB: Sezaryen normal doğumla gerçekleşemeyen doğumlarda annenin ve bebeğin sağlığını korumak amacıyla uygulanması gereken cerrahi işlemdir. Normal doğuma da üstün bir işlem değildir.

* Başbakan: Kürtaj ile gebeliğin sonlandırılması ile yeni doğmuş bir bebeği öldürmek arasında fark yoktur. İkisi de cinayettir.   

TTB: Düşükleri azaltmanın yolu, onu yasa ile yasaklamak değildir. Gebeliği önlemenin yaygın ve ulaşılabilir olmasıdır. Kürtaj hakkı bu anlamda kadınların yasal hakkıdır.

* Başbakan: Sezaryen ile gebeliğin sonlandırılması “bu milleti” dünya üzerinden silmek için uygulanan bir planın parçasıdır.   

TTB: Sezaryen doğumu cinayetle eşleştirmek sınır ötesi müdahaledir. Çünkü tıbbi gereklilikle uygulanan sezaryenler anne ve bebeğin yaşamını kurtarmak için eldeki en önemli olanaktır.

* Başbakan: Kürtaj, Uludere’dir.    

TTB: Bizlere ve gebeliğini sonlandıran kadınlara cani diyerek Uludere’deki katliamı unutturamazsınız. Bizlere saldırarak, katliamın üzerini örtemezsiniz. Sezaryen, kürtaj, Uludere; hekimleri, hastaları, sağlığı kullanmanızın sınırı yok mudur?



ŞAHİN: BİLİMİN DEDİĞİ OLUR


Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin , kürtaj ve sezaryen konusunda Başbakan Erdoğan’a destek vermeye devam ediyor. ”Koruyucu Aile Şenliği”ne katılmak için Denizli’ye gelen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Kürtaj ve sezaryen konusunda “akıl ve bilimin dediği”nin uygulanacağını ileri süren Şahin, sezaryenle ilgili Avrupa Birliği (AB) standartlarını yakalanması gerektiğini söylerken, İrlan ve Malta dışında hiçbir AB ülkesinde yasak olmayan kürtaj ile ilgili ise şöyle konuştu: “Hayat hakkı anne karnında başlıyor. Annenin hakkı varsa, bebeğin de yaşam hakkı var. O yüzden her şeyi dengeli yapmamız lazım.  Dünya nereye gidiyorsa, bilim ve akıl ne ediyorsa onun arkasında olmamız lazım. Doğru neyse onun arkasında kadın erkek mücadele edeceğiz. Sağlık Bakanlığı bünyesinde çalışma yapılacak. Ben bu duruşumu Bakanlar Kurulu’nda da aynen ifade edeceğim. Ortak akıl neyi gerektiriyorsa, istişare ve toplumun talepleri beklentileri ne gerektiriyorsa, onu yapacağız. Herkes rahat olsun” dedi.



KADINLAR YASAĞA KARŞI SOKAKTA


Adana Kadın Platformu yaptığı eylem ile Başbakanın kadınların bedeninden değil, Roboski Katliamı’ndan ve sistematik kadın cinayetlerinden sorumlu olduğu ifade edildi.

Adana 5 Ocak Meydanı’nda bir araya gelen Adana Kadın Platformu üyeleri “Başbakan elini bedenimden çek, Roboski cinayettir kürtaj değil, kadınlar artık susmayacaklar” sloganları atarak İnönü Parkı’na kadar yürüdü. Burada kadınlar adına basın açıklamasını okuyan Suna Gülşen, Başbakanın söylemleri ile kadınların yaşam, sağlık ve kimlik haklarını ihlal ettiğini belirtti. Başbakanın kadınların bedenlerinden değil kadın cinayetleri ve Roboski’den sorumlu olduğunun altını çizen Gülşen, kadınların bedenleri ve cinsellikleri ile haklarının kısıtlanmasına izin vermeyeceğini dile getirdi. Gülşen, kadınların Başbakanın söylemlerine karşı mücadele etmeye devam edeceğinin altını çizdi.



SAĞLIK İÇİN BÜYÜK TEHLİKE


Başbakan Erdoğan’ın kürtaja dair yaptığı açıklamaya İzmir Tabip Odası da tepki gösterdi.  Tabip Odasında yapılan basın toplantısında konuşan Oda Başkanı Dr. Suat Kaptaner, istenmeyen gebeliklerin güvenli koşullarda sonlandırılmasının ve anne ölümlerinin önlenmesinin önemli bir sağlık sorunu olduğunu belirtti. Türkiye’de kürtajın yasallaşmasının ardından anne ölüm hızının 100 bin canlı doğumda 250 iken, 28’e düştüğünü belirten Kaptaner, “Düşüğe bağlı anne ölümleri ender rastlanan olaylar haline geldi” dedi. Kaptaner, kürtajın yasaklanması ya da sınırlandırılması durumunda, istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasında rahim içine şiş sokmak, rahim içine aspirin vb. koymak, yüksekten atlamak ve ağır kaldırmak gibi yöntemler ile sağlıksız koşullarda fahiş fiyatla yapılan yasa dışı kürtajların gündeme geleceğini belirtti. Yeterli ve nitelikli aile planlaması hizmetlerinin verilmesinin, koruyucu sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması ve ücretsiz verilmesinin kürtajı azaltacağına dikkat çeken Kaptaner, sağlık konusunda bilimsel olan ve ülke gerçeklerini gözeten yaklaşımlar sergilenmesi gerektiğini belirtti. Kaptaner, “Uludere olayında tartışmalar iktidar açısından olumsuz noktaya geldi. Kürtaj, sezaryen gibi konuların başka tartışmalara alet edilmesini doğru bulmuyoruz” dedi.



EVRENSEL



İÜ Tıp Fakültesi sağlık emekçileri her gün iş bırakıyor


İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi sağlık emekçileri, performans sisteminin yarattığı adaletsizliğe ve performans ücretlerinden yapılan kesintilere karşı her sabah iki saat iş bırakma eylemi yapıyor. Sağlık emekçileri performans sistemine karşı eşitlik talebinde bulunuyor.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Çapa ve Cerrahpaşa hastanelerinde çalışanlar arasında eşitsizliği derinleştiren, “Performansa Dayalı Döner Sermaye Sistemi” sonucu performans ödemelerinde oldukça fark bulunmasına ve performans ücretlerinden yaklaşık 300-350 TL’ye kadar kesintilerin yapılmasına karşı sağlık emekçileri her gün iki saatlik iş bırakma eylemi yapıyor.


“Performans sisteminden vazgeçilsin”

Sağlık çalışanları yaptıkları eylemle, sağlık hizmetinde tedavinin başarısını değil, kurumun kazanacağı parayı hedefleyen, hastayı müşteri sağlığı mal gören performans sisteminden vazgeçilmesi gerektiğini vurguladı.

Performans sistemine karşı fakültede ortak havuz oluşturularak adil bir dağıtım yapılmasını isteyen sağlık emekçileri, üniversite yönetimine de eksik yatırılan döner sermaye paylarını derhal ödeyerek yaşatılan mağduriyeti giderene dek iş bırakma eylemlerine devam edeceğini duyurdu.


Her sabah iki saat iş bırakma eylemi

Pazartesi gününden bu yana her sabah 08.00-10.00 arası İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi monoblok önünde bir araya gelen sağlık emekçileri, “Dekanlık uyuma çalışana sahip çık”, “Eşitlik, adalet istiyoruz”, “Sefalet zammını kabul etmiyoruz” sloganlarıyla Dekanlık binasına doğru yürüyüş gerçekleştirdi.


“Performans sistemi, sağlıkta özelleştirme”

Dekanlık binası önünde iş bırakan sağlık emekçileri adına SES İstanbul Aksaray Şubesi yaptığı açıklamada, performans sisteminin sağlıkta özelleştirmenin bir ayağı olduğunu, hastanelerin ticarethaneye dönüştürüleceğini ve sağlık çalışanlarının ticarethanelerde güvencesiz, esnek ve angarya çalıştırılmasının istendiğini vurguladı.


“Maaşlar insanca yaşayacak düzeye çıkarılmalı”

Kamu emekçilerine verilen 4+4 maaş zammı hakkında da yapılan açıklamada, “Toplu sözleşme yapacağız diye yapılmayan maaş zamlarının elektriğe ve doğalgaza yapılan zamlar oranında yapılmasını, her türlü ek ödemelerin ve döner sermayenin maaşlara eklenerek emekliliğe yansıtılmasını ve temel maaşlarımızın insanca yaşayacak düzeye çıkarılmasını istiyoruz” denildi.

Açıklamanın ardından sağlık emekçileri, performans adaletsizliğine son verilene dek eylemlerin daha da güçlenerek devam edeceğini ve sağlık hizmeti üretiminden gelen güçlerini kullanmaktan çekinmeyeceklerini ilan ettiler.



(soL - İstanbul)


20 Mayıs 2012 Pazar

Hükümet memura yeni teklif getirmedi

Memur topla görüşmelerinde 7’nci oturum sona erdi. Yüzde 3+3 zam teklifi sunan hükümetten yeni bir teklif gelmedi. Şimdi gözler 21 Mayıs'ta yapılacak son oturuma çevrildi.

Kamu İşveren heyeti ile kamu görevlileri sendikaları ve konfederasyonları arasındaki toplu sözleşme görüşmelerinin 7. oturumu gerçekleştirildi.  Hizmet kollarının taleplerinin şekillendirildiği bu oturumda kamu görevlilerinin tamamını ilgilendiren konulara geçildi.
 

Buna göre;


4/C'li personelin çalışma sürelerinin 11 ay 28 gün olarak belirlenmesi,

Sendika üyesi kamu görevlilerine ödenen Toplu Sözleşme İkramiyesinin artırılması,

Aile yardımı ödeneğine zam yapılması,

Kamu görevlilerine 2012 yılının maaş zamlarının gecikmesi dolayısıyla gecikme zammı verilmesi,

Eğitim-Öğretim tazminat tutarının artırılması,

2005 yılından sonra göreve başlayan kamu görevlilerine ilave 1 derece verilmesi,

Yerel yönetimlerde ve TRT'de çalışan sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesi,

Emekliye ayrılan kamu görevlilerine ödenen emekli yolluğunun artırılması konularında anlaşma sağlandı.

Toplu Sözleşme İkramiyesi, aile yardımı, eğitim-öğretim yılına hazırlık ödeneği ve gecikme zammının ne kadar olacağı ise 21 Mayıs Pazartesi günü yapılacak son oturumda netlik kazanacak.

Bütün bu gelişmelere rağmen Kamu İşveren tarafı, 2012 ve 2013 yılları için kamu görevlilerinin tamamı için uygulanacak maaş artışları konusunda yeni bir teklif getirmedi. Şimdi gözler 21 Mayıs'ta yapılacak Toplu sözleşme görüşmelerinin son oturumuna çevrilmiş durumda.

Hatırlanacağı üzere Kamu İşveren tarafı, kamu görevlilerinin maaşlarına 2012 yılı için yüzde 3+ 3 ve 2013 yılı için de yüzde 2+3'lük bir maaş artışı önermiş, bunun üzerine de Türkiye Kamu-Sen ve KESK 23 Mayıs günü 1 günlük iş bırakma kararı almıştı.



EmekDünyasi.Net


Sosyalistlerin Meclisinden Antakya'da Suriye paneli


Sosyalistlerin Meclis tarafından yapılan basın açıklamasında Suriye'ye dönük savaş kışkırtıcısı kampanyalara karşı 19 Mayıs tarihinde Antakya'da bir panel düzenleneceği bildirildi.




Sosyalistlerin Meclis tarafından yapılan basın açıklamasında Suriye'ye dönük savaş kışkırtıcısı kampanyalara karşı 19 Mayıs tarihinde Antakya'da bir panel düzenleneceği bildirildi. Açıklamada AKP hükümetinin Suriye karşıtı ve savaş kışkırtıcısı kampanyaları kınanırken, bu tavrın ülkemizi ve bölge halklarını büyük bir tehlikeye attığına dikkat çekildi.

"Suriye'deki gelişmeleri nasıl anlamalı? Türkiye ne yapmalı?" başlıklı panel 19 Mayıs Cumartesi günü saat 16:00'da Antakya'da bulunan Nahırlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nde yapılacak. Panelin katılımcıları ise şöyle: Ahmet Abakay, Sosyalistlerin Meclisi Üyesi, Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı; Aydemir Güler, TKP Merkez Komite üyesi, Sosyalistlerin Meclisi üyesi; Çetin Yiğenoğlu, yazar, Sosyalistlerin Meclisi üyesi; Erhan Nalçacı, TKP Merkez Komite üyesi, Sosyalistlerin Meclisi üyesi; Mehmet Karasu, Türkiye Yazarlar Sendikası Antakya Temsilcisi.



(soL - Haber Merkezi)


Çay üreticileri eyleme hazırlanıyor


Üretim sezonuna kota sıkıntısı, açıklanan yaş çay bedelinin düşüklüğünün öfkesiyle başlayan çay üreticileri seslerini duyuracak eylemlere hazırlanıyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker tarafından kilo başına 1 TL 10 kuruş taban fiyat ve 12 kuruş destekleme primi olmak üzere 1 TL 22 kuruş olarak açıklan yaş çay fiyatını eylemlerle karşılayan çay üreticileri yarın bir çok ilçede kitlesel basın açıklamaları yapacak.

Tüm Üretici Köylüler Sendikası (Tüm Köy Sen) Fındıklı Şube Başkanı Hasan Zorlucan, çay kampanyasının üreticiyi sıkıntıya sokacak birçok gelişme ile başladığına işaret ederek şunları söyledi: “Çay alımının başlamasından iki gün sonra kontenjan uygulamasına geçildi.Dönüm başına on kilo çay alınmakta. 1.22 kuruşluk fiyat tam bir fiyaskodur. Açıklanan fiyatın geçen seneden sadece 12 kuruş fazla olması üreticilerin tepkilerine neden oluyor.”


21 MAYISTA ÜRETİCİLER EYLEMDE

Rize’de üreticiler Tarım Bakanı Mehdi Eker’e tepki olarak bir kamyon çayı asfalta döktü, Kemalpaşa’da yol trafiğe kapatıldı. Fındıklı’da alım yerlerinde üreticiler tepkilerini dile getirdi.  21 Mayıs Pazartesi günü bir çok yerde sokağa çıkacaklar.

Fındıklı’daki eylem saat 13’de merkez cami önünde yapılacak.


GÜBRE NE KADAR ARTIYORSA...

Hasan Algün: Özel sektör devletin yaş çaya verdiğinden daha düşük fiyatla çay alıyor. Geçen yıl verdiği fiyattan 30-50 kuruş daha düşük fiyattan aldılar. Benim, 10 tonda 3 bin lira özelin kestiği paradan kaynaklı kaybım var. Taban fiyatı hiçbir zaman beklediğimiz fiyat olmadı. Gübre ne kadar artıyorsa, ekmek ne kadar artıyorsa çay fiyatı da o kadar artmalı.

Mehmet Aslan: Ben çayı yarıya topluyorum. Çayı satmak çok dertli bir iş oldu. Kota var, kontenjan var. Gübrenin tonunu 1080 liradan alıyoruz. Mayısta aldığımız çay parası zaten gübreye gidiyor. Bunun işçisi var, taşıması var yüklemesi  var; var da var. Taban fiyatın altında da özeller çay alıyor. Bu duruma devlet müdahale etmeli. Ya ÇAYKUR bizden alıp özele vermeli ya da taban fiyatın altında alımları yasaklamalı.



EVRENSEL

DTCF öğrencileri saldırılara karşı eylemdeydi


Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencileri, son haftalarda artan faşist saldırılara ve okul yönetimi tarafından başlatılan soruşturma dalgasına karşı bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde daha önce yaşanan satırlı saldırılar ve sonrasında okul yönetiminin açtığı soruşturmalara dair bugün bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

Yapılan basın açıklamasının ardından, son bir hafta içinde solcu öğrencilere açılan soruşturmalar, okul önüne gerilen ipe asıldı.

İHD Ankara Şubesi adına Rojin Saadet Yılmaz’ın yapılan saldırıları kınadığı açıklamanın ardından öğrenciler şiirleri, türküleriyle okul önünden Adalet Sarayı’na gelerek, burada bir oturma eylemi gerçekleştirdiler. Yapılan suç duyurusunun ardından eylem tamamlandı.


DTCF'de ne olmuştu?

3 Mayıs 2012 tarihinde bir grup solcu öğrenci okulda arka kantin ve ortabahçe gibi bir ayrımın olmaması gerektiğini söyleyerek kendini "ülkücü" olarak tanımlayan grubun kantinine sabah saatlerinde gitmişti. Bunu haber alan eli satırlı, bıçaklı sekiz "ülkücü" okulu basıp kantinde bulunan öğrencilere saldırıda bulunmuştu. Olayda bir öğrenci bacağından satırla ağır yaralanmış, on öğrenci ise sopa, soda ve taşlarla hastaneye kaldırılmıştı.



Dekan’dan olaya dair açıklama: 'Yaşam alanları belli'

Saldırıların ardından bir açıklama yapan Dekanlık ise, "Okulumuzda sağcı ve solcu öğrencilerin yaşam alanları belli. Bu bize 80 Darbesi’nin mirasıdır." demişti. Ayrıca okula olay esnasında giren polis "delikanlı adamlarmış satır kullanmışlar", ÖGB ise "Satır mı, biz görmedik. Bakmazsan görmezsin." diyerek ülkücülerin arkasında durmuşlardı.



Aynı hafta içinde soruşturma silsilesi

Olayın hemen ardından 22 solcu öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştı. Daha sonra bir solcu öğrenci okuldan atılırken, öğrencilere 1 ila 4 ay arasında cezalar verilmişti. Daha sonra, okuldan uzaklaştırılan solcu öğrenciler evlerinin önünde, okul çıkışında, otobüslerinde saldırıya uğramıştı. Bunların bir kısmı polise de bildirilmişti.



Soruşturmalarda yaşanan keyfiyet: Dekanlık geleceği okuyor!

Öğrenciler, kendilerine toplu şekilde açılan soruşturmalarda sadece isim boşluğu bırakılmaya başlandığını belirtiyorlar. Örneğin, 15 Mayıs 2011 tarihinde açılmış görünen soruşturma 29 Mayıs 2012 de işlenmiş "suçu" da işaret ediyor. Muhtemelen "evrak hatası" olarak izah edilecek bu durumun sekiz öğrencinin başına geldiği bildiriliyor.



(soL - Haber Merkezi)

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Liman işçileri kazandı


Mersin Uluslararası Liman İşletmeciliğinde (MIP) işçilerin iş bırakma eylemi sonuç verdi. Sendikalı ve taşeron işçilerin, son yılların en güçlü ve geniş katılımlı eylemi olarak tanımladıkları eylem sonrasında, MIP, işçilerin dile getirdiği talepleri kabul etti. Bunun üzerine işçiler, işlerinin başına döndü.

İşçilerin işletme önünde yaptıkları eylemde, MIP’ye tepkileri oldukça sertti. Bu tepki, “Performans burada yönetim nerede”,  “Direnişi kıranın kafasını kırarız”, “Burası Türkiye Singapur değil” gibi atılan sloganlara da yansımıştı.

Üretimin durdurulduğu limanda eylemin sebebi, yıllık performans ikramiyelerinin ödenmemesi ve işçilerin ücret dengesizliği olarak ifade edilmişti. 2 bini aşkın işçinin katıldığı eylemde; sendika 18 madde formüle etmişti. 18 maddenin 10 tanesinin işçi sağlığı ve emniyetli çalışma kapsamında taleplerdi.

MIP 18 maddenin tamamına yakınını kabul etti. Alınan bilgilere göre; yalnızca bir maddede anlaşmazlık devam ediyor. Uzlaşma sağlanamayan maddede ise, taşerondan ana firmaya geçen işçilerin 750 TL olan ücretlerinin yükseltilmesi öngörülüyordu.



EVRENSEL


Hurafe amfide, bilim kapıda


MARMARA ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ YARATILIŞÇI SEMPOZYUMU PROTESTO ETMEK İSTEYENLER ENGELLENDİ



Yer Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü. Giriş kapısı kalabalık. Kampüste Ord. Prof. Reşat Kaynar Salonu’nda ‘Bilim Türler Arası Evrimi Neden Kabul Etmiyor?’ başlıklı sempozyum düzenleniyor.

Sempozyumu düzenleyenler ‘yaratılış görüşünün bilimsel olarak ifade edilebilmesi’ hedefiyle yola çıktıklarını söylüyor. Üniversite yönetimi izin vermiş, içeride yerleri ayrılmış...

Bir de kampüs kapısı yüzlerine kapatılanlar var. Marmara Üniversitesi Öğrencileri, akademisyenler, Üniversite Konseyi üyeleri içeri alınmıyorlar. Bu üniversiteden olup da kapıdan içeri giremeyenlerin, evrim üzerine panel düzenleme girişimlerine de izin verilmemiş. ‘Özgürlük’ adı altında yaratılış görüşünün üniversitede bilimsel bir kuram gibi sunulmasına itirazları var. Üniversitede böyle bir toplantı yapılmasının ‘evrim karşıtlığı üniversiteden bilim dünyasından destek görüyor” algısı yaratacağını söylüyorlar.

Ama üniversite yönetimi onlara karşı hazırlıklı. Demir kapı onların yüzüne kapatılmış. Özel güvenlikerl kapı önünde bekleyen akademisyenlere, bilimi savunanlara ve öğrencilere karşı bekliyor. Onlara üniversitenin kapıları kapalı. Az sonra iki minibüs çevik kuvvet ekibi gelince üniversitenin kapıları ardına kadar açılıyor. Sempozyum için gelenler kampüse alınıyor, öğrenciler alınmıyor. Doğal olarak dışarıda kalanlar öfkeli. Kapıların açılmasını istiyorlar. ‘Gericilik dışarı bilim içeri’ ‘Tayyibi alana Adnan Oktar bedava’ ‘Karanlığa karşı bilim içeri’ sloganlarını atıyor, ‘Marmara Üniversitesi’nde Bilim: Evrim karşıtlığı, biber gazı, satır’ ‘Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar’ ‘Ortak Atayı Bulduk: AKP’ dövizleri taşıyorlar.

Zaman ilerledikçe ortam da geriliyor. Marmara Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenler kimliklerini gösterip soruyorlar ‘Bizi ne hakla içeri almıyorsunuz” diye. Öğrenciler kapıya yüklenip, içeri girmekte direttikçe özel güvenlikler daha sıkı kapıyı tutmaya çalışıyor. Sanki onlar hancı da öğrenciler yabancıymış gibi bir hava var. Bir süre sonra öğrencilerin,  akademisyenlerin ve bilimi savunanların çabası sonuç veriyor. Ve nihayet demir kapı öğrenciler ve akademisyenlere açılıyor.


BİR İNANÇ SİSTEMİ BİLİM OLARAK DAYATILMAZ

Çevik kuvvetle doldurulmuş kampüs içerisinde ilk açıklamayı Üniversite Konseyleri adına yapan emekli öğretim üyesi Alaeddin Şenel, tam bir aydır yürütülen imza kampanyasıyla Marmara Üniversitesi’ne, bilim karşıtlığına ev sahipliği yapmama çağrısında bulunduıklarını hatırlatarak “Ne yazık ki toplanan binlerce imzaya rağmen bilimin üretildiği ve öğretildiği yerler olması gereken üniversitelerden birinde bugün tamamen bilim dışı bir sempozyum gerçekleşiyor” dedi. Düzenlenen sempozyumun başlığının dahi çarpıtma olduğunu ifade eden Şenel, bilimdışı safsataların üniversitelerde bilimmiş gibi tartışılmasının bilimsel özgürlükle bağdaşmayacağını belirterek “ Üniversiteler bilimsel bilginin üretildiği kurumlardır. Bilimsel bilgi ise inançla değil, bilimsel süreçlerle üretilir. Yaratılış görüşü bilimsel bir zemine dayanmamakta, bir inanç sistemini temsilen karşımıza çıkmaktadır. Bir inanç sistemini bilimsel olarak dayatmak bilime aykırıdır. Çünkü bilimsel bir hipotezin test edilebilir ve delillere dayalı olması gerekir” diye konuştu.

Evrimin bir sav değil bilimsel bir gerçeklik olduğunu, tıptan tarıma birçok alanda evrim kuramından yola çıkarak yol alındığına dikkat çeken Şenel “Tüm üniversite bileşenlerini bilimsel düşüncenin yaygınlaştığı aydınlık bir gelecek için birlikte mücadeleye çağırıyoruz” dedi.


EVRİM PANELİNE UYGUN YER YOK

Eğitim Sen 6 Nolu Üniversiteler Şubesi adına konuşan Suat Bozkurt, yaratılış görüşü bilimsel bir kuram değil, insanların inancına ilişkin bir düşünce olduğunu belirterek “Sempozyumun duyulmasının ardından çeşitli dallarda çalışan bilim adamları olarak Marmara Üniversitesi yönetiminden istediğimiz randevu taleplerimize yanıt verilmedi. Daha sonra üniversitede evrim üzerine düzenlenmek istenen panel talebi de ‘Üniversitede herhangi bir salonda, herhangi bir saatte, uygun yer olmadığı gerekçesiyle” geri çevrilmiştir” dedi.  Artık birçok üniversitede evrimin ders konusu olmaktan çıkarıldığını, birçok üniversitede felsefe derslerinde sadece İslam Felsefesinin öğretildiğini söyleyen Bzokurt “ TÜBİTAK evrim tartışmaları nedeniyle ciddi bir tasfiye sürecinden geçirilmiştir. Evrim tartışmalı bir teori değildir. Evrimi inkar etmek bugünkü yaşam bilimlerini topyekün yok saymakla eşdeğer bir gaflettir” dedi.


KAMPÜS BAHÇESİNDE EVRİM DERSİ

Açıklamaların ardından İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Cihan Demirci Tansel, kampüs bahçesinde sembolik evrim dersi verdi. 2006 yılında Nobel Ödülü’nü alan evrimin kayıp halkasını gösteren Tansel “İşte bu suda yaşayan hayvanların karaya nasıl geçtiğini gösteriyor. Bu sudan karaya geçen ara formun en bariz örneğidir” dedi.Yanında getirdiğ lahana, brokoli, brüksel lahanası ve karnabaharı gösteren Prof.Dr. Tansel “Doğada yol kenarında sarı sarı hardal bitkileri görülür. Bu yabani bitkiler rüzgar ve doğa koşulları nedeniyle farklı farklı yerlere giderek lahana, karnabahar ve brokoliye dönüşür. Bunların tatları da birbirine çok benzer. Bu da evrime güncel bir örnektir.” Evrim dersinin ardından öğrenciler halaylar çekerek açıklamayı bitirdiler.


ÜNİVERSİTE DEĞİL MEDRESİDİR BURASI

Bilim ve Gelecek Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ender Helvacıoğlu ise bugünden itibaren burası Marmara Üniversitesi değil Marmara Medresesidir diyerek “Rektör artık Marmara’nın imamıdır. Bugün bütün dünyanın kabul ettiği o olmadan bilimin yapılamayacağı Darwin’in Evrim kuramını savunanlar üniversiteden dışarı atılmıştır. Bilimle alakası olmayanlar üniversitenin içine alınmıştır. Bu üniversite kavramına yakışmaz” diye konuştu.

Marmara Üniversitesi Öğrencileri adına konuşan Hukuk Fakültesi öğrencisi Atilla Güler, bilimin sermayeden, siyasal iktidardan ve dinden bağımsızlığı bilimin özünü oluşturmaktadır diyerek şöyle konuştu;“ Marmara Üniversitesi rektörlüğüne Zafer Gül’ün gelmesiyle üniversitemizde neoliberal ve gerici müdahaleler artmıştır. Eğitimin ticarileşmesi, akademisyenlere gözdağı bu sürede artmıştır” dedi. Marmara Üniversitesi öğrencileri olarak AKP’nin ve Zafer Gül’ün neo liberal ve gerici müdahalelerine izin vermeyeceklerini söyleyen Güler “Bilim dinden, sermayeden, iktidardan bağımsız olduğunda özgür olacaktır.”

  

Vural Nasuhbeyoğlu


EVRENSEL

Türk Metal Bos(ch)'a kürek sallıyor


Bosch’ta isitfa eden işçilerin imzaları farklıymış

Bursa’da Bosch fabrikasında Türk Metal Sendikası’ndan istifa edip işçilerin noter huzurunda Birleşik Metal-İş Sendikası’na geçmesinin ardından Türk Metal’den “işçilerin imzası farklı” iddiası geldi.

Bursa’da 3 bin 500 Türk Metal Sendikası üyesinin istifa edip Birleşik Metal-İş Sendikası’na geçmesinin ardından Türk Metal’de yaşanan deprem sürüyor.

İşçilerin istifa etmemesi için işçilere ve Birleşik Metal-İş yöneticilerine saldırılarda bulanan Türk Metal’den bu defa “pes dedirten” bir iddia geldi. Türk Metal, istifa eden işçilerin noterde attıkları imzaların “farklı imza” olduğunu öne sürüyor.

Birleşik Metal-İş Sendikası yetkilileri, “Bosch işçilerinin 30 yılı aşkın süredir çektiği yetmezmiş gibi şimdi de sendikamıza üyelik fişlerini sağda solda yayınlayarak üyelerimizin isimlerini kullanıyorlar” diyor.


NOTER HUZURUNDA İSTİFA EDİP ÜYE OLDULAR

Bosch’da yaklaşık 3500 istifa yaşandığını işlemlerin tümü Noter huzurunda ve Noter tarafından gerçekleştirildiğini vurgulayan Birleşik Metal-İş yetkilileri, “Türk Metal’den istifa edip sendikamıza üye olan tüm işçiler, Noter huzurunda imzalarını atmış, kimlik bilgilerini Noter huzurunda teslim etmiş ve irade beyanlarını Noter huzurunda gerçekleştirmişlerdir

Her bir işçi için istifa 6, üyelik 5 nüsha formdan oluşmaktadır. Bu da 40 bine yakın form demektir. Sendikamıza üye olan işçiler tarafından toplamda 40 bin forma imza atılmış, Noter tarafından bu 40 bin forma kimlik bilgileri işlemiş ve 40 bin forma yevmiye numaraları verilmiştir.

Noter, bu 40 bin formu 3 gün içinde hazır hale getirip ilgili yerlere postalamakla yükümlüdür. Tüm bu süre içinde bu ölçekte işlem yapılırken birkaç hatalı yazım sözkonusu olabilmiş, tüm bunlar yine Noter tarafından ve yine prosedüre uygun olarak düzeltilmiştir” diyor.


TÜRK METAL HAKKINDAKİ DAVA İSTEMLERİ

Türk Metal’in eski üye fişlerinde imzaları farklı dediği işçilere, Türk Metal’den istifalarındaki imzaların kendilerinin imzaları olup olmadığının sorulması yeterli olduğunu kaydeden sendika, “Sitede üyelik fişlerini yayınladıkları üyelerimizin isimlerini deşifre etmeleri, onların adlarını kullanmaları ise diğer bir ahlaksızlık örneğidir” dedi.

“Onlar, baskı, tehdit, usulsüz noter işlemleri ve daha nice konuda haklarında açılan davaların paniği ile sağa sola çamur atmaya, kendi sahtekarlıklarının üzerini örtmeye çalışıyorlar”  diyen sendika, bu dönemde Türk Metal yöneticileri hakkında yapılan suç duyurularına birkaç örnek verdi:

-“Örgütlenme faaliyetlerimizin devam ettiği Şubat ayı içinde, Bosch işçileri ile yaptığımız toplantıları hukuk dışı davranışlarla engellemeye çalışan Türk Metal Bursa 2 Nolu Şube Başkanı ve 8 yöneticisi hakkında ceza davası

-Üyelerimize sendikamızdan istifa edip Türk Metal’e yeniden üye olmaları için baskı yapan işveren vekilleri ve sendika yönetici/temsilcileri hakkında TCK’nın 118.maddesi gereğince cezalandırılmaları talebiyle suç duyurusu

-İşyeri önüne gelerek sokak ortasında işlem yapan Bursa 3., 12., ve 21.Noterleri hakkında suç duyurusu.

-Aynı noterler hakkında soruşturma açılması talebiyle Noterler Birliği’ne başvuru

-Sendikamızın yasal basın açıklamasına katılan üyelerimiz ve Bosch işçilerine düzenledikleri saldırı hakkında, yaralama, tehdit, hakaret ve sendikal hakların engellenmesi nedeniyle Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusu.

-Baskı ve tehdit altında işyerinin önünde getirilen Noter vasıtasıyla yaptırılan istifa işlemlerinin, üyelerimizin özgürce sendikalarını seçme iradelerini sakatlaması nedeniyle iptali talebiyle Bursa İş Mahkemeleri’ne açılan davalar.”

Sendika, “Kimsenin şüphesi olmasın. Bosch işçisi Birleşik Metal-İş’e özgür iradesiyle üye olmuştur. Bu iradeyi sakatlamaya çalışanlar yargı önünde hesap vereceklerdir” vurgusuında bulunuyor.



EmekDunyasi.Net


Çocuklar kuran kurslarına emanet: 900 özel kuran kursu açılacak!


Milli Eğitim Bakanlığı özel Kuran kursları açılması için Hayrat Vakfı ile anlaştı. Hayrat Vakfı 900 Kuran kursu açacak ve denetimleri Diyanet değil MEB yapacak. Ayrıca vakfın açtığı kurslarda, Osmanlıca öğretilecek ve ücret alınmayacak.

Eğitimde gericileşmeye dönük adımlar 4+4+4 ile atılırken bir yandan da kuran kurslarının sayısı arttırılmaya devam ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı özel Kuran kursları açılması için Hayrat Vakfı ile anlaştı. 900 kurs açacak vakfı MEB denetleyebilecek.


Diyanet denetleme yapamayacak

Radikal gazetesinden Tarık Işık’ın haberine göre, 4+4+4 düzenlemesi Meclis’ten 30 Mart tarihinde geçmiş, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da 10 Nisan’da onaylanmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ile Hayrat Vakfı arasında imzalanan protokol de 3 Nisan 2012 tarihini taşıyor. Protokol, Kuran öğretimine önemli değişiklikler getiriyor.


Şimdiye kadar, kuran kurslarını Diyanet İşleri Başkanlığı açıyordu. Diyanet’in açtığı kursların denetimi MEB tarafından yapılıyordu. Ancak geçen aylarda yapılan düzenlemeyle Diyanet’in açtığı Kuran kurslarının denetimiMEB ’den alınarak Diyanet’e verilmişti. Hayrat Vakfı ile MEBarasında imzalanan protokolde ise Diyanet tamamen devre dışı bırakıldı. Diyanet, Hayrat Vakfı’nın açacağı kurslarda söz sahibi olmadığı gibi denetimini de yapamayacak. “Özel” kursların denetimi MEB ’de olacak.


Osmanlı Türkçesi öğretilecek

Protokol, MEB ile vakfın işbirliğinde Türkiye genelinde Osmanlı Türkçesi kursları, Osmanlı Türkçesi eğitimcinin eğitimi kursları, Kur’an-ı Kerim Okuma ve Tecvitli Okuma kurs ve seminerleri ile ilgili planlama, uygulama, organizasyon, belge tanzimine ilişkin esas ve yükümlülükleri kapsıyor.



Ücret alınmayacak

Protokole göre kursiyerlerden ücret alınmayacak. Her eğitim faaliyeti sonrasında kursu başarıyla bitirenlere belge verilecek. Vakıf, ilk aşamada 300 merkez açarak Osmanlıca ve Kuran eğitimi vermeyi planlıyor. Vakfın amacı bu rakamı kademeli olarak arttırarak 900’e çıkarmak. Tüm Türkiye ’deki Halk Eğitimi Merkezleri de bu amaçla kullanılabilecek.



Vakıf, Refahyol döneminde de kurs açmıştı

Hayrat Vakfı, 1974’te Bediüzzaman Said Nursi’nin öğrencilerinden Ahmet Hüsrev Altınbaşak tarafından kuruldu. Hayrat Vakfı, 1997 yılında Refahyol hükümeti döneminde de Kültür Bakanlığı ile işbirliği yaparak 52 il merkezinde Osmanlıca kursları açmıştı.




(soL-Haber Merkezi)