Egemen Bağış eğer uluslararası yargıya giderse kolunun altına, Hrant Dink'in 11 Ocak 2007'de AİHM'ne başvurduğu bu dosyayı mutlaka almalı. 14 Eylül 2010 tarihinde dava sonuçlandığında Dink'in hayatta olmadığı dosyadan söz ediyorum.
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, 30
Ocak günü Zürih'te, yayın yoluyla yaptığı "Ermeni soykırımı yoktur diyorum, gelsinler beni tutuklasınlar"
açıklamasıyla hem bir parlamenter olarak tarih yazmış, hem de Fransa
Parlamentosu'nda kabul edilen Soykırımı İnkar Yasası ile üçüncü bir ülkeyi,
İsviçre'yi de tartışmanın ortasına çekmişti.
Bağış, dün bir lisede katıldığı "kariyer
günleri"ndeki konuşmasında da "Ben İsviçre'de söyledim. Fransa'da da
söylerim. Dünyanın dört bir yanında da söylerim. Bizim elimizdeki bilgilere
belgelere göre soykırım yaşanmamış. Aksini ispat etsinler ondan sonra oturup
konuşalım. Arkamda kapı gibi duracağını bildiğim bir Başbakan ile çalıştığım
için bugün bunları söylüyorum " dedi.
Lise öğrencilerine büyük ihtimalle kariyerlerinde lazım
olabilir düşüncesiyle soykırım hakkındaki görüşlerini ileten Bağış'ın ifade
hakkını kullanırken referansının Başbakan olduğunu da bu vesile ile öğrenmiş
olduk.
Belli ki bu hakkın bir birey olarak kendisine Anayasa ve
uluslararası sözleşmelerle zaten tanındığını çok da önemsemiyor. Yoksa genç
zihinlere, görüşlerin ifade edilebilmesi konusunda verdiği mesajda güvence
olarak Başbakan'ı değil, ilk başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (AİHS)
gösterirdi; en azından Avrupa Birliği'nden sorumlu bir bakan olarak.
Bağış, bu söylemleriyle ilgili bilindiği üzere kısa bir
süre önce amacına ulaştı ve Zürih Savcılığı'na yapılan bir şikayetle kendisi
hakkında ön soruşturma başlatıldı. Bundan sonraki aşama İsviçre iç hukuk
mevzuatının nasıl yürütüleceği ile belli olacak.
Sonuçla ilgili olasılıklardan biri, Bağış'ın Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'ne başvuracak olması. Gerekçe, AİHS'nin
10.maddesinin ihlali: "Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne
sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke
sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de
içerir."
Kulağa oldukça tanıdık gelmiyor mu?
Dink-Türkiye
Dava dosyasını da yanına almalı
Dava AİHM'ne taşınırsa o aşamada yüksek ihtimalle
kendisine (Başbakan'ın güvencesi dışında) Hrant Dink - Türkiye davası da ışık
tutacak, karara atıfta bulunulacak. Egemen Bağış eğer uluslararası yargıya
giderse kolunun altına, Hrant Dink'in 11 Ocak 2007'de AİHM'ne başvurduğu bu
dosyayı mutlaka almalı. 14 Eylül 2010 tarihinde dava sonuçlandığında Dink'in
hayatta olmadığı dosyadan söz ediyorum.
İfade özgürlüğünün ihlali ile başlayıp, AİHM tarafından
kamu görevlilerinin sorumluluklarının tespit edildiği bir cinayetle sonuçlanan
ve hükümete göre "deneyimli bir gazeteci olan Fırat Dink'in, TCK'nın söz
konusu maddesi (eski TCK 159-yeni TCK 301) uyarınca cezai takibata uğrayacağını
makul bir düzeyde öngörebilecek durumda" olduğu dosya.
Uluslararası yargı; Hükümetin, Dink Davası için AİHM'ne
savunma verdiği dosyanın, ifade özgürlüğünün ihlali ile ilgili karar kısmında
şöyle diyor: "AİHM, söz konusu başvuruda, Yargıtay'ın başvuranı,
sözleri nedeniyle suçlu ilan ederek, Devlet'in 1915 olaylarının soykırım olarak
kabul edilmesine karşı çıkan kurumlarını eleştiri konusu yapması nedeniyle,
dolaylı yoldan cezalandırdığı tespitine ulaşmaktadır"
Ardından ekliyor: "(...) AİHM'ye göre, belli bir
önemi haiz tarihi olaylar üzerine kurulu tartışmaların gerçekleştiği böyle bir
toplumda, bu tartışmaların özgürce yapılabilmesi öncelikli unsurlardan biridir.
AİHM diğer yandan, bir noktanın daha altını çizme şansını bulmaktadır: tarihi
gerçeklerin araştırılması, düşünce özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. (...)
Mahkemeye göre, yargılama kurulları tarafından Fırat Dink hakkında verilen
suçluluk hükmünün onaylanması, tecrit edilmesi ve aşırı milliyetçi militanlar
tarafından yapılabilecek ölümcül bir saldırıya karşı koruyucu önlemler
konusundaki eksiklik, başvuranın düşünce özgürlüğü hakkına yersiz bir müdahale
oluşturmaktadır. Sonuç olarak AİHS'nin 10. maddesi ihlal edilmiştir."*
Eğer sayın Bakan ifade özgürlüğü konusunda Fransa'yı,
İsviçre'yi bir kenara bırakıp Türkiye'nin AİHM'ndeki 10.madde ile ilgili
dosyalarına göz atarsa konu ile ilgili pratiğini oldukça arttırabilir,
arttırması da gereklidir. Zira; konser salonlarında, liselerdeki kariyer
günlerinde kendi ifadesiyle "arkasını Başbakan'a dayayıp" konuyla
ilgili hesapsızca demeç varmak, değil bir hükümet yetkilisi, sokaktaki vatandaş
için bile oldukça sıradan kabul edilecek bir davranış şeklidir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü, bütün temel hak ve özgürlüklerin
omurgası olması nedeniyle son derece önemli ve ciddi bir mesele; yumurtadan
kirlenen ceket için karakola gitmeye, Da Vinci şakası yapmaya benzemez.
Ayrıca; bugün kendi ülkesinde düşünce ve ifade özgürlüğü
güvencesini Başbakan'dan ya da dokunulmazlık zırhından değil sadece
uluslararası sözleşmeler ve yasalardan alan onlarca gazeteci, yazar, öğrenci ve
bilim insanı tutuklu bulunurken, başka bir ülkenin ifade özgürlüğünü test
etmeye kalkışmak da tamamen abesle iştigaldir. (AT/HK)
* Yargıtay'ın internet sitesinden alınmıştır.
Elif ATALAY
İstanbul - BİA Haber Merkezi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder