Ekonomi

06/11/2012


Türkiye ekonomisinin enflasyonla imtihanı


Yapılan zamlar, arttırılan vergiler anlaşılan Merkez Bankası (MB) için sürpriz oldu. Hükümet gibi MB de yılsonu enflasyon hedefini yükseltti. Ekonomistler tarafından enflasyon tahmininde eksik kalmakla eleştirilen MB Başkanı ise “%5 enflasyona biz inandık, siz de inanın” şeklindeki gayri ciddi sözleriyle tepki çekti.

Merkez Bankası yılın son enflasyon raporunu geçen hafta açıkladı. Rapora göre, Merkez Bankası 2012 enflasyon tahminini 1,2 puan artırarak yüzde 7,4’e yükseltti.
Buna göre, yıl sonu enflasyon tahminini orta noktası yüzde 7.4 olmak üzere yüzde 6,9-yüzde 7,9 aralığı olarak belirlendi. Böylece enflasyon tahmininin orta noktası, bir önceki rapora göre 1,2 puan artırılmış oldu.
Hatırlanacağı üzere, yılın ilk yarısında yılsonu enflasyonun yıllık yüzde 6,5 olacağına yönelik Merkez Bankası güçlü bir tahminde bulunduğunu ifade etmişti. Ancak Merkez Bankası 3 ay önce bu taahhüdünü yinelemekle kalmamış, yılsonu enflasyon tahminini yıllık yüzde 6,2’ye düşürmüştü.
Bu dönemde dolaylı vergilerdeki artışı ve zamları yaptığı tahminlere dâhil etmeyen Merkez Bankası, bu artışları da hesaba katarak yılsonu enflasyon tahmini yükseltmek durumunda kaldı.


Enflasyon tahmini revize edildi

TCMB Başkanı Erdem Başçı raporu açıklamak için düzenlediği basın toplantısında, bir önceki rapora göre enflasyon tahminlerinde 1,2 puan artış olduğunu belirterek, "Temmuz Enflasyon Raporu’nda 110 dolar olarak belirttiğimiz 2012 yılı ortalama petrol fiyatı varsayımını, 112 dolara çektik; yakın dönemdeki gerçekleşmeleri ve vadeli fiyatları göz önüne alarak, ithalat fiyatları varsayımımızı bir önceki rapora göre yukarı yönlü güncelledik. Bu güncellemelerin toplama 0,4 puan yükseltici etkisi oldu" şeklinde konuşmuştu.
Başçı, enflasyonun öngörülenden yüksek gözlenmesinde, petrol işlenmemiş gıda ve kamu fiyat ayarlamalarının belirli olduğunu belirterek, çekirdek enflasyon görünümünün ise öngördükleri gibi aşağı yönlü eğilimini sürdürdüğünü ifade etmişti.
Başçı kısa vadeli enflasyon tahminlerinde güncelleme gerektiren en temel gelişmenin, yakın dönemdeki vergi artışları ve enerji fiyatlarındaki artışlar olduğunu bu nedenle 2012 yılsonu enflasyon tahminini 0,9 puan arttırdıklarını dile getirmişti.
Aynı şekilde hükümette iki hafta önce orta vadeli program (OVP) çerçevesinde yılsonu enflasyon tahminini yüzde 7,4 olarak tespit etmişti.


Enflasyon hakkında olmayan enflasyon raporu

Hürriyet Daily News yazarı Emre Deliveli'ye göre MB enflansyon raporu da, Başkan Başçı’nın açıklamaları da enflasyon ile ilgili değil. Deliveli’ye göre özellikle son birkaç yıldır Merkez Bankası’nın enflasyon hedefleri eksik.
Merkez Bankası Başkanının doğrudan enflasyonla ilgili olmayan fiyat istikrarı, finansal istikrar ve verimlilik artırıcı yapısal reformlar üzerinde durduğunu ifade eden Deliveli, Citi Türkiye ekonomistlerinin son raporunda Merkez Bankası’nın Mart 2011 tarihinden bu yana enflasyon beklentilerinin oluşumunda belirleyici bir faktör olmadığının altını çizdi.
Aynı şekilde Habertürk yazarı Ercan Kumcu da yayımladığı raporlar değerlendirildiğinde Merkez Bankası’nın bir süredir enflasyon tahmininde çok zayıf kaldığını belirterek, Başçı’nın “%5 enflasyona biz inandık, siz de inanın” sözlerini çok büyük talihsizlik olarak nitelendirdi.


Madalyonun diğer yüzü: Enflasyon

Diğer taraftan, Uluslararası Para Fonu (IMF) ekim ayında yayımladığı Dünya Ekonomik Görünümü raporundaki veriler ele alındığında ise Türkiye enflasyon bakımından neredeyse en kötü ülkelerden biri oldu. IMF, 2013 için Türkiye'nin enflasyonunu yüzde 5,7 olarak tahmin ediyor. Bu yıl için ise IMF, OVP'deki yüzde 7,4’lük tahmine karşılık yüzde 6,5’lik bir enflasyon beklentisi içinde.
Büyüme oranlarıyla parlatılan Türkiye ekonomisine karşılık görüldüğü gibi Merkez Bankası da hükümette enflasyonda hep yüzde 5 ya da biraz üstünde hedeflerle yola çıkıyor. Orta vadeli programlar çerçevesinde hükümet 2011 yılı için yüzde 5,3, bu yıl için yüzde 5,2’lik enflasyon hedeflerken, Merkez Bankası ise tahmini değiştirip yüzde 5 olarak açıkladı.
Oysaki önemli olan, öngörülen bu rakamlara göre gerçekleşmenin hangi düzeyde olduğu ve bu gerçekleşmenin diğer ülkelerle olan farkı. Ayrıca uzmanlar bu yılki yüzde 7,4’lük tahminde de geçen yılki gibi yarı yarıya bir sapma olabileceğini ifade ediyor.
Dolayısıyla bu rakam IMF'nin Dünya Ekonomik Görünümü raporunda yer alan ülkeler ile kıyaslandığında gayet yüksek bir orana tekabül ediyor. Türkiye dâhil 12 ülkenin oranlarına yer verilen IMF raporunda, Türkiye geçen yılki yüzde 10,5 enflasyonla ilk sıralarda yer alıyor. Öte yandan ciddi bir kriz ile karşı karşıya olan Avro bölgesinde ise enflasyon yüzde 2,7 düzeyinde gerçekleşti. 2012 için ise Türkiye'de resmi olarak yüzde 7,4 düzeyinde tahmin edilen enflasyona karşılık Avro bölgesinde enflasyonun yalnızca yüzde 2,3 olması bekleniyor.


(soL-Ekonomi)


OVP'de önemli ayrıntı: Yeni yıl yeni zamlarla gelecek



10/10/2012/10/2012

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından dün açıklanan AKP hükümetinin 2013-2015 arası dönemi kapsayan Orta Vadeli Program'ının (OVP) detayları, elektrik, doğalgaz ve ÖTV'ye yapılacak zamlarla vatandaşın cebinden 5,5 milyar lira fazladan para toplanacağını ortaya koydu.


Hürriyet gazetesinden Aysel Alp'in haberine göre, hükümet son zamları yapmasa ve bütçe mevcut performansıyla devam etseydi, yani 8 ayda toplanan 182,2 milyarlık performans sürseydi, yıl sonuna gelindiğinde devletin kasasına vergi geliri olarak 273,3 milyar lira girecekti. Oysa hükümet 2012 yılı bütçesinde öngördüğü 277,7 milyarlık hedefin bile üzerine çıkarak 278,8 milyar lira vergi toplayacağını ilan etti. Bu da bütçeye 5,5 milyar lira ilave gelir yazdı.
Alp, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in geçen hafta yaptığı basın toplantısında, dün açıklanan OVP konusunda sinyalin önceden verildiğine işaret eden iki önemli açıklamayı hatırlattı. Bu açıklamalardan birincisi, yapılan zamların bütçe açığını karşılamaya yetmediği vurgusu olurken, ikincisi ise "Enerji KİT'leri arasındaki nakit akışı ne kadar iyileşirse bütçemiz o kadar iyileşir" sözleriydi.
Dün açıklanan OVP'de, KİT'lerin 2012 yılı sonunda 2 milyar lira açık vereceği ilan edildiği halde 2013 yılında, değil açık vermek, 200 milyon liralık fazla verecekleri öngörüldü. KİT'lerdeki bu performans artışı, "yeni yılda yeni zamlar mı var" sorusuna neden oldu. Konu Maliye Bakanı Şimşek'in geçen haftaki sözleri ile birlikte ele alındığında, AKP hükümetinin 2013 yılında doğalgaz ve elektrik zamlarına devam ederek, BOTAŞ, EÜAŞ ve TETAŞ'ı görev zararından kurtaracağı anlaşıldı.
Savaş ekonomisi mi?
2014 yılında KİT'lerin 2,1 milyar, 2015 yılında ise 600 milyon lira fazla vermesinin öngörülmesi, önümüzdeki 2 yılın da yüksek zamlardan nasipleneceğini gösterdi.
Ekonomi yönetiminin en büyük sıkıntılarından birini petrol ve dolardaki artışları doğalgaz ve elektrik maliyetlerine yansıtamayan BOTAŞ, TETAŞ ve EÜAŞ'ın görev zararları oluşturuyor. İşte bu zararın azaltılması için de doğalgaz ve elektrik fiyatlarına ilave zamlar yapılması bekleniyor.
2013-2015 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program'ın (OVP) açıklandığı basın toplantısına Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz'la birlikte yer alan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir gazetecinin "bütçe açığının yükselmesinde güvenlik harcamaları mı, yoksa seçim etkisi mi söz konusu" sorusu üzerine, "biz seçim bütçesi yapmadık, savaş bütçesi de yapmadık" iddiasında bulundu.
Şimşek, yanıtının devamında "Fakat şöyle hususlar var. Örneğin Büyükşehir Belediye tasarısı gitti Meclis'e. Merkezi bütçeden mahalli idarelere yaklaşık yıllık 4 milyarlık aktarım öngörüyor. Bu husus geçen sene OVP'yi yaparken gündemde yoktu. İkinci olarak geçen senenin sonlarında intibak yasası çıkarıldı. Orada da 3 milyar liralık yıllık etki var" ifadelerini kullansa da, AKP iktidarının özellikle Ortadoğu'daki gelişmeler çerçevesinde üstlendiği rol düşünüldüğünde, ekonomik planlamaya ilişkin sayısal verilerin savaş bütçesini andıran boyutları olduğu göze çarpıyor.

Ücretler geriletilecek, sosyal güvenlik harcamalarına darbe indirilecek
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in dün gerçekleşen bir toplantıda "kamu harcamalarının da gözden geçirileceği" yönündeki sözleri, önümüzdeki döneme ilişkin ekonomi planlamasının, kamu lojmanları ve kamu taşıtları konusuna kadar ayrıntılandırıldığına dikkati çekti.
Ancak Şimşek'in bu sözlerine karşın 2012 bütçe giderlerindeki artış dikkat çekti. Sene başında 351 milyar liralık harcama öngörülürken, yıl sonunda bu rakamın yaklaşık 363 milyar liraya ulaşacağı tahmin ediliyor. 2013 yılı harcama tahmini ise ise 404 milyar lira olarak kayıtlara geçti.
Aysel Alp, kamu harcamalarındaki artışın faiz giderlerindeki 1,3 milyar liralık düşüşe rağmen gerçekleşmesinin altını çizerek, bu başlıkta yaşanan en büyük "sapma"nın da personel giderleri ve sosyal güvenlik açıklarından kaynaklandığını belirtti. Bu durum da hükümetin önümüzdeki yıllarda elektrik, doğalgaz ve ÖTV'ye yapılacak zamlarla yetinmeyip, üstüne bir de personel giderleri ile sosyal güvenlik harcamalarında ciddi kısıntılara gideceğinin işareti oldu.
(soL-Ekonomi)




Yoksulluk sınırındaki artış oranı asgari ücretten 3 kat fazla oldu


13/05/2012


DİSK-AR'ın yaptığı araştırmanın sonuçları, geçtiğimiz yıl yoksulluk sınırındaki artış oranının asgari ücrete yapılan zam oranından 3 kat fazla olduğunu gösterdi.


(DİSK-AR) Nisan ayı için açlık ve yoksulluk sınırın verilerini açıkladı. TÜİK Hanehalkı Harcama Kalıbı, TÜİK Madde fiyat ortalamaları ve 4 kişilik bir ailenin sağlıklı bir biçimde alması gereken kalori miktarı üzerinden hesaplanan beslenme kalıbı dikkate alınarak hazırlanan raporun sonuçlarına göre, 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 1071, yoksulluk sınırı ise 3386 TL olarak gerçekleşti. Yoksulluk sınırındaki artış oranı geçen sene asgari ücrette yaşanan artışın 3 katı...

Araştırmanın sonuçlarına göre sağlıklı beslenmek için yetişkin bir kadının yapması gereken günlük harcama tutarı 9,25 TL olurken, bu rakam yetişkin bir erkek için 9,52 TL, 15-19 Yaş erkek çocuk için 10,02 TL, 4-6 yaş bir kız çocuğu için 6,91 TL oldu. Buna göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için yapması gereken günlük gıda harcaması 35,70 TL.

Aynı hesaplamaya göre 4 kişilik ailenin sağlıklı beslenmek ve insanca yaşayabilmek için yapması gereken asgari harcama tutarı ise aylık 3386 TL’dir. Söz konusu ailenin gereksinimlerini karşılamasında “gıda, içecek vb.” için ayırması gereken tutar 1071, giyim ve ayakkabı için ayırması gereken tutar 212 TL’dir. Diğer harcama kalemleri ve ayrılması gereken tutarlar ise şöyledir: kira, su, elektrik vb. için 957, mobilya, ev bakımı vb. için 194, sağlık için 75, ulaştırma için 331, haberleşme için 145, eğlence ve kültür hizmetleri için 74, eğitim için 66, lokanta, yemek, otel vb. için 140, çeşitli mal ve hizmetler için 120 TL.


Asgari ücretli yoksulluk ve açlık sınırına yenildi


Yıllık olarak (geçtiğimiz yılın aynı ayına göre) açlık sınırı 120, yoksulluk sınırı ise 381 TL artış gösterdi. Geçtiğimiz yıl nisan ayında açlık sınırı 951, yoksulluk sınırı 3005 TL idi. 2012 yılında asgari ücret ise bir önceki yılın aynı ayına göre asgari geçim indirimi dahil, 630 TL’den 701’TL düzeyine yükselmişti. 71 TL’lik bu artışa göre asgari ücret ile açlık sınırı ve yoksulluk sınırı arasındaki fark iyice açıldı. Buna göre yoksulluk sınırında yaşanan artış asgari ücrete yapılan yıllık zammın 3 katını geçti. Asgari ücretli 5 yoksulluğa yenilmemek için aynı anda 5 işte birden çalışmalı.



Araştırmanın yöntemi

Açlık ve yoksulluk sınırı DİSK Araştırma Enstitüsü tarafından her ayın ilk haftasında, Türkiye İstatistik Kurumu’nun Tüketici Fiyat Endeksini açıklanmasını takiben kamuoyu ile paylaşılmaktadır.


Araştırmada, DİSK-AR tarafından Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyabetik bölümünün hazırladığı “Türkiye’ye özgü beslenme kalıbı”nın, farklı kaynaklardan derlenen verilerle değerlendirilerek yenilenmesi sonucunda elde edilen DİSK-AR beslenme kalıbı dikkate alınmıştır. Elde edilen beslenme kalıbı her ay açıklanan TÜİK madde fiyatları ile değerlendirilerek, kişinin ihtiyacına göre yapması gereken gıda harcamasının tutarı tespit edilmektedir. Hesaplamada esas alınan kalori miktarları şunlardır:

4-6 yaşındaki bir kız çocuğu için 1963 kalori
15-18 yaş arası bir erkek çocuk 3244 kalori
Yetişkin bir erkek 2953 kalori
Yetişkin bir kadın 2658 kalori


4 Kişilik ailenin sağlıklı beslenmek için yapması gereken minimum aylık gıda harcaması AÇLIK SINIRI olarak belirlenmektedir. Bu verinin Hanehalkı tüketim harcamasına dağıtılması ile elde edilen veri ise bize YOKSULLUK SINIRINI vermektedir. Tüketim Harcama Kalıbı dikkate alınırken, tüm içecekler, tütün ve gıda harcamaları bir kalem olarak belirlenmiştir.
Araştırmada 2003 yılı Hanehalkı Tüketim Araştırması sonuçları ile oluşturulan harcama kalıbı esas alınmaktadır. Bunun nedeni 2003 yılında gerçekleştirilen Hanehalkı Tüketim Harcaması araştırmasının en kapsamlı örnekleme dayanan çalışma olmasıdır.



"Açlık ve yoksulluk sınırı ile asgari ücret arasındaki uçurum artmaktadır"

Araştırma sonuçlarını değerlendiren DİSK Genel Başkanı Erol Ekici, ekonomik göstergelerin gelir dağılımını bozucu bir biçimde şekillendiğine dikkat çekerek, asgari ücretlinin büyümeden pay almadığını ifade etti. Ekonomik büyüme ve asgari ücretlinin alım gücü arasındaki ilişkinin hızla asgari ücretlinin aleyhine şekillendiğine işaret eden Ekici, "açlık ve yoksulluk sınırı ile asgari ücret arasındaki uçurum artmaktadır. Asgari ücreti ekonomik gerçekler gibi muğlak bir ifadenin arkasına sığınarak baskı altına almaya çalışanlar, bu mağduriyetin baş sorumlularıdır. İşsizlik fonunu ve kamu kaynaklarını sermayenin çıkarları için talan edenlerin ekonomik gerçeklerden anladığı sermayedarın karıdır. Oysa ekonomik zenginliğin kaynağı emektir, alın teridir. Açlık sınırının altındaki asgari ücret Türkiye'de emeğe verilen değerin somut göstergesidir.



(soL-Haber Merkezi-Ekonomi)





İTO, 'enflasyon yalanını' açığa çıkardı

02/05/2012
Hükümet Nisan ayı enflasyonunu yüzde 0,87 olarak açıkladı. Ancak İstanbul Ticaret Odası'nın İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi Nisan ayı rakamları hükümetin enflasyon yalanını ortaya koydu.

İTO verilerine göre ücretlilerin nisan ayında harcamaları yüzde 2.60 arttı. Üstelik İTO'nun endeksi,ne göre artış geçen yılın dört aylık dönemine göre de daha yüksek oldu. Geçen yılın Nisan ayında yüzde 2,90 oranında artış gösteren dört aylık değişim oranı, bu yılın aynı döneminde yüzde 3,84 olarak gerçekleşti. 2011 Nisan ayı bir önceki yılın aynı ayı ile mukayese edildiğinde yüzde 4,63 olan yıllık değişim oranı, 2012 Nisan ayında yüzde 9,99 olarak gerçekleşti. 2012 Nisan ayı itibariyle on iki aylık ortalama artış oranı yüzde 7,89 olurken, bu oran 2011 yılının aynı ayında yüzde 7,86 oldu.

HARCAMA GRUPLARINDA ARTIŞ

Gıda Harcamaları grubu Nisan ayında yüzde 0,78 oranında artış gösterdi. Artış izlenen alt gruplar şöyle: Yüzde 3,08 oran ile Et Balık ve Kümes Hayvanları, yüzde 1,22 ile Dışarıda Yenen Yemek, yüzde 1,14 ile Çeşitli Hazır Yiyecekler, yüzde 0,54 ile Yağlar Süt ve Süt Mamulleri, yüzde 0,53 ile Yaş Kuru Sebze ve Meyveler, yüzde 0,09 ile Ekmek ve Tahıllar,  yüzde 0,04 ile Tütün, Alkollü ve Alkolsüz İçecekler oldu.

Nisan ayında fiyatında artış izlenen gıda maddeleri ise şöyle: Pirinç, makarna, buğday unu, bisküvi, hamur tatlıları, kuru pastalar, yufka, bulgur, dana ve koyun eti, tavuk, balık, sucuk, sakatat, salam, sosis, beyaz peynir, kahvaltılık margarin, sıvı yağlar, yumurta, yoğurt, zeytinyağı, kaşar peyniri, tereyağı, kuru fasulye, soğan, mercimek, nohut, kuruyemiş, limon, zeytin, çay, toz şeker, bal, salça, tahin helvası, reçel, kakolu fındıklı bar, çikolata, tuz, hazır çorbalar, kola, şişe suyu, gazoz ve meyve suları ile dışarıda yenen yemek.

Ev Eşyası Harcamaları grubunda Nisan ayında yüzde 0,81 oranında artış görüldü. Fiyatında artış izlenen maddeler şöyle oldu: Oturma, yemek ve yatak odası takımları ile battaniye, çarşaf, perde, havlu, ampul, süpürge, temizleme tozu, sabun, deterjan, çamaşır suyu, kağıt malzeme, plastik ev eşyası, cam-alüminyum ve çelik mutfak eşyaları.

Giyim Harcamaları grubu Nisan ayı itibariyle yüzde 33,49 oranında artış gösterdi. Artış izlenen alt gruplar; yüzde 52,76 oran ile Kadın Giyimi, yüzde 26,23 ile Erkek Giyimi, yüzde 21,72 ile Çocuk Giyimi, yüzde 1,38 ile Kumaşlar grubu.



EmekDunyasi.Net



Gazeteler petrol fiyatlarındaki artışın gerçek nedenini gizliyor


21/03/2012

Petrol fiyatlarındaki artışın gerçek nedeni konusunda medyanın da yardımıyla ciddi bir yanılsama yaratılıyor. ABD medyasında olduğu gibi Türk medyasında da Ortadoğu'daki gerginlik artışın nedeni olarak gösteriliyor. Artışın nedeni ise herkesin bildiği bir sır: Finans tekelleri...

Dünyada petrol fiyatlarının hızla yükselişi uluslararası gündemin ilk sıralarına yerleştiği gibi en çok da ABD'de tartışılıyor. ABD ana akım medyasında kamuoyu anketleri yapılıyor ve bu durumun nedenleri üzerine ABD halkının ne düşündüğü soruluyor. Geçtiğimiz yılın Ekim ayı başında patlak veren petrol fiyatları yükselişine ilişkin olarak uzmanların birbirinden farklı görüşleri de ana akım medyanın sayfalarını süslüyor. Birbirinden farklılaşan görüşler birbirine üstünlük sağlayamazken, gerçek nedenlerin de üzeri örtülüyor.

ABD'de yapılan kamuoyu anketlerinde, petrol fiyatlarının yükselişinden, İran geriliminden Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerin artan petrol talebine, Obama yönetimine kadar çeşitli aktörler sorumlu tutulurken, ana akım medyanın kamuoyu oluşturmadaki başarısını da gözlemlemek mümkün oluyor. Pew araştırma şirketi ile Washington Post gazetesinin ortak yürüttüğü ulusal çapta bir ankete göre, petrol fiyatlarındaki yükselmeden, katılımcıların yüzde 18'i Obama yönetiminin politikalarını, yüzde 14'ü petrol şirketlerini, yüzde 11'i İran ile yükselen tansiyon ve Ortadoğu'yu karıştıracak bir savaş tehdidini, sadece yüzde 4'ü ise Wall Street'i sorumlu tutuyor.

Uluslararası alanda ise üzerinde en çok ortaklaşılan, petrol fiyatlarındaki yükselişe İsrail-İran, ABD-İran veya üçünün birden savaşması olasılığının neden olduğu inancı. Batılı güçlerin, dünyanın en büyük ikinci petrol rezervlerine sahip İran'a uyguladığı petrol ambargosunun, piyasadaki fiyatları alt üst ettiği söyleniyor. Gerçekten böyle mi?

Sorulması gereken en önemli soru ise, "petrol fiyatlarındaki yükseliş kimin işine yarıyor?"...

Tekellerin görünmez eli

Dünya petrol fiyatlarındaki artışın arkasında aslolarak Wall Street yani ABD'nin dev finans tekelleri yatıyor. Wall Street'in petrolün gelecek dönemdeki fiyatı üzerine spekülasyonlarının petrol fiyatlarındaki yükselişin asıl nedeni olduğu artık daha fazla kesim tarafından açıkça dile getiriliyor. Yine yükselişin bir başka nedeni olarak tartışılan arz-talep hesaplarının fiziksel gerçeklikten kopuk olduğu bir dizi uzman tarafından vurgulanırken, büyük finans tekellerinin yanı sıra BP gibi petrol devlerinin manipülasyonu asıl neden olarak gösteriliyor.


2008 yılının Temmuz ayında ham petrol fiyatları açısından gösterge kabul edilen Brent petrolün varil fiyatının 147 dolar gibi astronomik bir yükseliş sergilemesinde olduğu gibi son 6 aylık yükselişte de, Goldman Sachs, Citigroup ve JP Morgan Chase gibi dev yatırım fonları ve bankalarının petrol fiyatları üzerindeki spekülatif baskısının etken olduğu, söz konusu mali tekellerin, ABD hükümeti adına yetkili federal bir düzenleme kuruluşu olan Vadeli Emtia İşlemleri Komisyonu CFTC'den de destek gördüğü belirtiliyor.

Petrol fiyatlarındaki yükselişten kimin sorumlu olduğuna dair ABD'de devam eden tartışmalarda ise, Cumhuriyetçiler petrol fiyatlarının yüksekliği sorununu ABD Başkanı Barack Obama'nın ekonomi politikalarını eleştirmek için kullanıyor. Fakat ne Demokratların Obama başkanlığındaki yönetiminden ne de petrol fiyatlarındaki yükselişi önümüzdeki Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlığı seçimleri kampanyasına malzeme haline getiren Cumhuriyetçilerden, faturanın Wall Street'e kesilmesine yol açabilecek bir ses geliyor. Nedeni ise, iki bölmenin de seçim kampanyalarının finansmanı için söz konusu mali tekeller tarafından desteklenmesi.

Wall Street'in finans tekelleri ve diğer büyük finansal spekülatörler, geçmişte tüm petrol sözleşmelerinin yüzde 30'una sahip iken, şimdi yüzde 64'ünü ellerinde bulunduruyor. Petrol üreticilerinin ve son kullanıcıların elindeki sözleşmelerin oranı ise yüzde 70'ten yüzde 36'ya düşmüş bulunuyor. Özetle, az sayıdaki finansal spekülatör, dünya petrol piyasasının büyük bölümünün kontrolünü elinde bulunduruyor.

Petrol spekülatörlerinin vadeli enerji işlemleri piyasası üzerinde kontrolünün, geçtiğimiz 10 yıl içinde iki katına ulaşarak yüzde 80'e ulaştığı belirtilerek, petrol spekülatörlerinin petrol piyasası üzerindeki hakimiyetini durdurmak için önlem alınması gerektiği vurgulanıyor.

ABD Merkez Bankası FED'in St Louis eyaletindeki şubesinden iki ekonomistin ABD basınında sınırlı ilgi gören araştırmasında ise, Wall Street'in spekülasyonlarının dünya petrol fiyatlarındaki yükselişinde son 10 yıldaki payının yüzde 15 olduğu açıklandı. Bu bulgu, son 6 aya damgasını vuran yükselişinin nedenleri açısından da önemli bir işaret oldu.

Tekellere kuralsızlık, emperyalizmin kuralı...

"Bağımsız" Vadeli Emtia İşlemleri Komisyonu CFTC, kapitalizmin dünya çapındaki krizi başladıktan sonra spekülasyonu sınırlandırmak üzere adım atan ABD hükümetinin Dodd-Frank Reformu diye anılan ve iki senatörün hazırladığı bir yasa paketi kapsamında kuruldu. Komisyon, vadeli işlemler piyasasında alınıp satılan sözleşme miktarı üzerine pozisyon limiti tesis edileceğini taahhüt ediyor, çıkarılan yasa bu piyasalarda işlem yapan mali tekellere 270 gün süre tanıyarak, tekellerden pozisyon limitlerini 17 Nisan 2011'e kadar "düzene koymaları"nı istiyordu. 17 Nisan'a gelindiğinde işlerin eskisi gibi sürdüğünün görülmesi üzerine bu süre 4 Ekim 2011'e kadar uzatılıyor, 4 Ekim'de de hiçbir şeyin düzelmediği görülünce CFTC Başkanı Gary Gensler, "bu işi zamana karşı yarışa çevirmek istemiyoruz. Biz işleri düzeltecek bir biçimde yapmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla daha iyi bir yola doğru ilerlediğimiz sürece bizim için birkaç haftanın önemi yok" diyordu. Bu defa da düzenlemenin 18 Ekim'e kadar hayata geçirilmesi talep ediliyordu.

Bu sürecin başındaki Gary Gensler'in 18 yıl boyunca Goldman Sachs'ta çalışan, bir süre de bankanın mali işlerinin başında bulunan kişilerden biri olması ve CTFC'nin petrol piyasaları üzerine Ekim 2011'de çıkardığı yönetmeliği dünya petrol fiyatlarındaki patlamanın izlemesi de ayrıca dikkat çekiyor. Söz konusu yönetmeliğin ancak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırıldığı, Wall Street'in ise mahkemeye başvurarak yürürlüğü durdurma kararı çıkardığı biliniyor.

Gıda fiyatlarındaki yükselişin nedeni de finans tekellerinin spekülasyonları

Hemen hemen bütün sektörleri etkileyen bir girdi olan petrolün fiyatlarında yaşanan yükselişten tüm sektörlerdeki fiyatların etkileneceği, özellikle de gıda fiyatlarında artışlar yaşandığı biliniyor. Dünya Gıda Örgütü FAO tarafından 1990 yılından beri yayımlanan Dünya Gıda Fiyatları Endeksi ile petrol fiyatlarının seyri arasında paralellik olduğu görülüyor. Gıda fiyatlarında, petrol fiyatlarının zirve yaptığı 2008 yılı Temmuzu'ndaki hızlı artış ve 2010 yılından itibaren başlayan yükseliş eğilimi yine bu paralelliğe işaret ediyor.

Dünyadaki açlığı bu şekilde petrol fiyatına bağımlı olarak değil de doğrudan artıran düzenlemelere de imza atan, gıda fiyatlarının dünya üzerinde sürekli artış göstermesinin tek nedeni yarattıkları spekülasyonlar olan finans tekellerine her tür yasal kolaylığı sağlayan ABD'de, klasik ve neo-klasik iktisatçıların "yeni" teorileri ve ana akım medyanın başka suçlu arama gayretkeşliği ise mide bulandırıyor. ABD yönetimi spekülasyonu önlemek yerine "sınırlandıracak" düzenlemelerle kamuoyunu meşgul ederken, gıda fiyatlarındaki artış binlerce insanın açlıktan ölümüne, milyonlarcasının da açlık tehdidi altında yaşamasına neden oluyor, fakat emperyalist şirketler spekülasyonu "sınırlandıracak" düzenlemeleri de bloke etmek için elinden geleni yapıyor.

Açlık sorunun nedenleri de apaçık ortada olmasına karşın, emperyalizm meseleyi kötü iklim koşullarına, siyasi "istikrarsızlığa", "açlığın yoğun olduğu ülkelerde piyasa ekonomisinin kurallarının yeterince özümsenememiş olması"na bağlıyor. Tıpkı, bugün gündemin ilk sıralarında yer alan dünya petrol fiyatlarının yükselişine, emperyalizm olgusunun gözden uzak tutulması amacıyla başka kılıflar bulunmaya çalışılması gibi.



(soL – Haber Merkezi)






Yeni bir gıda krizi kapıda

12/02/2012


2004’ten bu yana gıda fiyatlarının seyri üzerine çalışan New England Karmaşık Sistemler Enstitüsü (NECSI) uzmanları, 2012 sonunda gıda fiyatlarında yeniden hızlı bir yükseliş öngörüyor. Uzmanlara göre fiyatları, spekülasyon ve mısırdan etanol üretimi yukarı çekiyor.

Gıda fiyatlarının seyri üzerine çalışan New England Karmaşık Sistemler Enstitüsü (NECSI) uzmanları, 2012 sonlarında fiyatlarda dünya çapında yeniden hızlı bir artış gerçekleşeceğini ve bu durumun 2013’te yeni bir gıda krizine neden olacağını öngörüyor. 2004-2011 arasında gıda fiyatlarının değişimini inceleyerek, fiyat hareketlerini tahmin etmeye yönelik bir model geliştiren enstitü oldukça başarılı sonuçlar elde etmişti.

Ay sonunda yeni fiyat tahminlerini açıklayacağını duyuran NECSI, bir sonraki gıda fiyatları balonunun 2012 sonunda şişmeye başlayacağını öngörüyor. 2004-2011 dönemi gıda fiyatları tahmini için kullanılan model, 2011’de gıda fiyatları balonunun patlayacağını öngörmekteydi. Bunun tam da modelin tahmin ettiği zamanda gerçekleştiğini belirten NECSI uzmanları, bu çalışmaların gıda fiyatlarının yüksek bir düzeyde seyretmeye devam edeceğini de öngörmüştü.








Gıda fiyatlarında spekülatif balonların oluşmasını büyük şirketlerin emtia piyasalarındaki spekülatif işlemlerine ve büyük miktarlara ulaşan etanol üretimine bağlayan enstitü, yeni “denge değerinin” etanol şokunun etkisinden önceki fiyat düzeyinin yüzde 50 üzerinde olduğunu ifade ediyor.


Aşağıdaki grafik NECSI tarafından üretilen modelin öngörülerini ve gıda fiyatları endeksinin 2004’ten bu yana seyrini gösteriyor.

FAO Gıda Fiyatları Endeksi (mavi çizgi), etanol arz-talep modeli (mavi kesikli çizgi). Modele göre baskın arz şokları mısırın enerji kaynağı olarak kullanılan etanole dönüştürülmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla fiyat değişimleri etanol üretimiyle orantılı gelişiyor. Yeşil ve kırmızı kesikli çizgiler ise spekülatör faaliyeti ve etanol üretiminin etkilerini birlikte gösteriyor. Bu modelde spekülatörlerin emtia, hisse senedi ve tahvil piyasaları arasındaki geçişleri de hesaba katılıyor. Mavi dikey çizgi Mart 2011’de model tahminleriyle Gıda Fiyatları Endeksi arasındaki uyumu gösteriyor.



(soL-Ekonomi)





Taksitle yaşayıp, borçla ölüyoruz

12/02/2012


Tüketici Dernekleri Federasyonu’nun yaptığı bir araştırma kredi kartı gerçeğini gözler önüne seriyor. Buna göre milyonlarca insan ihtiyaçlarını karşılamak için kredi kartına mecbur bırakılırken, ülke insanın bankalara olan toplam borcu 7 Avrupa ülkesinin kamu borcuna denk.

Tüketici Dernekleri Federasyonu’nun (TÜDEF) kredi kartlarının kullanımı ve ekonomideki yeri üzerine yaptığı bir araştırmanın sonuçları ortaya çarpıcı bir tablo koyuyor. Araştırmaya göre kredi kartı harcamalarındaki artış, ülke insanının reel gelir artışının çok üzerinde seyrediyor. Bu da milyonlarca insanın ödeyemeyeceği kadar bankalara borçlu olması demek. Bu rakam 7 Avrupa ülkesinin kamu borcuna denk düşüyor. Bir yandan bilinçsiz tüketim, diğer yandan bu tüketimi teşvik eden banka sektörü ve en kötüsü de ihtiyaçlarını karşılayamayan milyonlarca insanın kredi kartı kullanımına mecbur edilmesi, halkın içinden çıkamayacağı bir borç çemberine itilmesi sonucunu doğuruyor. İşte TÜDEF’in çarpıcı raporu:

Türkiye tüketicilerin sırtında büyüyor

TUİK, Türkiye’nin ekonomide ki büyüme rakamlarını 2011 yılının 3. Çeyreğin için yüzde 8,2 açıklamıştı.

Büyüme rakamları içinde ise asıl büyüme tüketim harcamalarında gerçekleşti. 2011 yılının ilk yarısında tüketim harcamalarının payı %10,2 oldu. Tüketiciler bir önceki yıla göre 2011 yılında daha fazla harcama yaptılar. Tüketicilerin gelirlerinde artış ise yüzde 6 civarında gerçekleşti.
Yüzde 6 gelir artışı ile yüzde 10,2 oranında tüketim harcamalarının nasıl gerçekleştiğinin sırrı ise kredi kartı ve bireysel kredilerde artışlar mercek altına alındığında ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada biz bireysel kredilerdeki gelişmeleri dikkate almadan kredi kartlarında gelişmeleri inceledik. Bu incelemede dikkat çekici verilere ulaşmış bulunuyoruz. Yararlandığımız istatistiki veriler TUİK, TCMB, Bankalar Birliği, BKM, Türkiye Avrupa Vakfı gibi kuruluşlarına aittir.


Kart harcamaları çıldırdı

2011 yılı sonu itibariyle kredi kartları sayısı 51.360.809 olmuştur. Türkiye nüfusu ise 74,7 milyona ulaşmıştır. Okuma yazma bilmeyenleri, çocuk ve çok yaşlı nüfusu elediğimizde her Türk vatandaşının cebinde kredi kartı bulunduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Kredi kartları ile bir yılda 2 Milyar 278 Milyon kez işlem yapılmıştır. Bir kredi kartı yılda ortalama 44 kez günde ise 1,5 kez kullanılmıştır. Kredi kartları ile bir yılda yapılan işlem tutarı ise 290,6 milyar TL, güncel kurlarla 125,2 Milyar EURO veya 165,7 Milyar dolardır. Kart başına yılda 566 TL harcama yapılmıştır. Sistemde kullanılmayan kartlar dikkate alındığında ise kart başına harcamanın çok daha yüksel olacağı şüphesizdir.

Son beş yılın kredi kartı ile yapılan harcamaları incelendiğinde ise 2007 yılı 141 milyar TL harcama yapılmışken yıllar itibari ile bir önceki yıla göre sırasıyla %31, %10, %16 ve %24 oranında artan oranlarda harcama yaptığı görülmektedir. En dramatik artış ise 2011 yılında 2010 yılına göre %24 oranda artışla gerçekleşmiştir. Maaş ve ücret gelirleri yüzde 6 artarken aynı yıl içinde kredi kart harcamalarının yüzde 24 artışı gerçekten çılgıncadır.

Tüketici mutfak ve giyime harcıyor

Tüketici kart harcamalarının hangi alanlarda olduğu araştırıldığında ise % 22 ile Market ve gıda harcamaları başı çekmektedir. Gıda harcamalarının %13’le araç yakıt harcamaları, %9 ile giyim harcamaları, % 6 ile iletişim harcamaları takip etmektedir. Eğitim Harcamaları %1,7 Sağlık harcamaları ise %4 oranına sahiptir. Bu dağılım bize tüketicilerin kartı yaşamak için kullandıklarını göstermektedir. Lüks tüketimin payı %5’i geçmemektedir.

Banka kredilerinin üçte ikisi tüketicilerin borcu

Bankalar Birliği verilerine göre tüm sektörlere verilen kredilerin tutarı 290,3 milyar TL’dir. Borcun %74’si olan 216 milyar TL’si tüketicilere, kalan % 26’sı olan 74 milyar TL ise büyüklü küçüklü tüm iş dünyasına yani ticari kredilere aittir. Tüketicilerin bankalara olan borcunun %19’u kredi kartı borçlarından oluşmaktadır. Kredi katı borçlarının % 47,5 ‘i taksitli , % 52,5 ise taksitsiz kredi kartı borçlarıdır. Tüketiciler sadece bugününü değil yaşamak için geleceklerini de bankalara ipotek etmişlerdir.

Tüketicilerin borcu 7 Avrupa ülkesinin kamu borcundan fazla

Kredi kartı harcamaları USD olarak 165 Milyar dolara, EURO olarak ise 125 milyar Avroya ulaşmıştır. Bu tutar Estonya, Malta, Lüksemburg, Kıbrıs Rum Kesimi,Slovenya, Slovakya ve Finlandiya’nın toplam kamu borçları kadardır. Estonya’nın kamu borcunun yüzde 13.163 oranında, Slovenya’nın kamu borcunun %773 oranında Finlandiya’nın kamu borcunun ise %130 oranında daha fazladır.

Tüketiciler kart harcamalarını gelirlerinde karşılayamadıkları içinde borçları sürekli artmaktadır. Merkez Bankası verilerine göre 2007 yılında Kredi Kartı borcunu ödememiş ve takibe uğramış tüketici sayısı 113.287 iken geçen 5 yıllık süre içerisinde yüzde 1290 oranında artarak 1 milyon 461 bin kişiye ulaşmıştır. Bu sayıya beş yılını doldurduğu için Merkez Bankası kayıtlarından silinenler eklendiğinde sayı 2,5 milyon civarındadır.

Tüketici kredileri ticari kredilerin iki katını aştı

Tasfiye olunacak krediler incelendiğinde ise tasfiye olunacak ticari kredilerin payı % 29 iken kalan %71 tüketicilerin tasfiye olunacak borçlarından oluşmaktadır. Tasfiye olunacak tüketici borçlarının ise %37’si tasfiye olunacak kredi kartı borçlarıdır. Yüksen orandaki tüketici borçları bankacılık sistemi açısından da açık bir risk oluşturmaktadır. Geçmiş dönemlerde en borçlu sektörlerden olan Turizm sektörünün payı %1,8 dir. İnşaat sektörü %8,4, Tekstil sektörünün ise %7,9 oranındaki payı dikkate alındığında tüketicilerin iflas ettiği açıktır.

Taksitle yaşayıp borçla ölüyoruz


Ülkemizde kredi kartları maalesef bir gelir unsuru olarak algılanmaktadır. Bankaların sorumsuzca yaptığı kart ve kredi reklamları ise bu algıyı teşvik etmektedir. Bu alanda düzenleme, denetim ve gözetim yetkisini elinde bulunduran BDDK ise bir yandan bankaların elinde oyuncak olmuş, diğer yanda ise hükümetin bankalar üzerinde eli konumundadır. Bu yapılanma içinde tüketicinin adı yoktur. Ülkemizde kredi kartları aracılığı ile sahte bir cennet yaratılmış ve tüketiciler çılgınca tüketmeye teşvik edilmişlerdir. Sistem sürekli tüketicileri çılgınca tüketmesi için kamçılamaktadır. Ancak kredi kartları balonu patlama sınırına hızla yaklaşmaktadır. Bu tablonun sürmesi halinde patlayan kredi kartı ve tüketici kredisi balonu hem bankaların hem de hükümetinin başına bela olacaktır. Tüketiciler ise sürekli gerileyen reel gelirleri nedeniyle atık borçtan korkmak sınırını aşmışlardır. Çünkü önlerinde tek bir yok bırakılmıştır, taksitle yaşayıp borçla ölmek. Bu tablodan çıkmanın yegâne yolu ise tüketim harcamalarının olağana çekilmesi, tüketicilerin borç ödeme ve alım gücünü artıracak önlemlerin alınmasıdır.

Ali ÇETİN (TÜDEF Genel Başkanı)



(SoL-Ekonomi)








Enflasyon zirveye çıktı

05/02/2012








Ocak ayında TÜFE yüzde 0,56, ÜFE yüzde 0,38 arttı. Yıllık bazda yüzde 10,61 olan enflasyon, son üç yılın zirvesine çıktı. Ocak ayının zam şampiyonu yüzde 34'lük fiyat artışıyla salatalık oldu.


Türkiye İstatistik Kurumu Ocak ayı enflasyon verilerini yayımladı. Buna göre Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) aralık ayına göre yüzde 0,56 artarak, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 10,61’e çıktı. Bu, son üç yılın en yüksek enflasyon oranı.

Ana harcama grupları itibarıyla aralık ayına göre en yüksek artış yüzde 2,06’yla ulaştırmada yaşandı. Bunu çeşitli mal ve hizmetler, ev eşyası, konut, gıda ve alkolsüz içecekler, eğlence ve kültür, lokanta ve oteller, sağlık, alkollü içecekler ve tütün izledi.

Yıllık bazda ise en yüksek artış tütün ve alkollü içeceklerde (yüzde 18,53) görüldü. Bunu çeşitli mal ve hizmetler (yüzde 17,63), ulaştırma (yüzde 12,90), gıda ve alkolsüz içecekler (yüzde 11,67) ve ev eşyası (yüzde 11,65) izledi.



Zam şampiyonu salatalık

Yeni yılda zam şampiyonu ise salatalık oldu. Ocak ayında salatalığın fiyatı yüzde 34,58 arttı. Bunu yüzde 33,33’lük fiyat artışıyla piyango bileti, yüzde 25 artışla sayısal loto ve yüzde 23,04 artışla beyaz lahana izledi.


Üretici Fiyatları Endeksi yüzde 11,13 oldu

Ocak ayında Üretici Fiyatları Endeksi’ndeki (ÜFE) artış ise bir önceki aya göre yüzde 0,38, bir yıl öncesinin aynı ayına göre yüzde 11,13 oldu. ÜFE’de gerçekleşen artış beklentilerin altında oldu.

Bir önceki aya göre en yüksek artış tarım grubunda gerçekleşirken, tarımda üretici fiyatları 2011 Ocak’ına göre yüzde 8,44 arttı. Üretici fiyatları sanayide bir önceki yıla göre yüzde 11,71, hizmetlerde yüzde 12,47 artış gösterdi.

(soL-Ekonomi)



Chavez bankaları da uyardı: Kamulaştırmaktan çekinmem

31/01/2012


Enerji başta olmak üzere stratejik sektörlerde kamulaştırma yapan Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, hükümetin teşvik ettiği tarım projelerini finanse etmeyi reddeden bankaları kamulaştırma uyarısında bulundu. Chavez, anayasaya uymayan ve görevini yerine getirmeyen özel bankaları kamulaştırmaktan hiç çekinmeyeceğini belirtti. Venezuela’da yasalar, bankaların, borç verme programlarının en az yüzde 10’unu, hükümetin kalkınma projelerini finanse etmeye ayırmalarını öngörüyor. Ülkede bankaların yaklaşık yüzde 28’i, Chavez hükümetinin kontrolünde.








Türkiye ekonomisi 2012’de çakılır mı?

24/01/2012

Türkiye’nin makroekonomik görünümü giderek daha fazla tartışılmaya başlandı. “Faiz lobisine savaş ilan eden" hükümet ise en yetkili ağızlardan İstanbul Finans Merkezi projesinde sona yaklaşıldığını ve projenin başına uluslararası finans tekellerinin “ak saçlıları”nın getirileceğini duyurdu.

Bugün İngiltere’de yayımlanan The Independent gazetesi yazarı Patrick Cockburn köşesinde, “Türkiye’nin ekonomik mucizesi yok olmak üzere mi?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Cockburn yazısına “Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden doğuşuna mı tanıklık ediyor, yoksa Avrupa’daki iktisadi kargaşanın ve Ortadoğu’daki siyasi çalkantının bir sonraki kurbanları mı olacaklar? Türkiye, komşuları gerilemeden veya çöküşten muzdaripken kendisine büyük bir başarı kazandıran on yılın getirdiği aşırı güvenin bedelini mi ödemek üzere?” sorularıyla başladı. Türkiye’deki iyimserliğin, bir zamanlar İrlanda ve Yunanistan’da görülen “kendi önemini abartan” görüşlerden kaynaklandığını ileri süren Cockburn, “Kendi ekonomik canlanmalarına yönelik aşırı inançları bu ülkelerde felaketle sonuçlanan iktisadi balonlar yarattı” diye devam ediyor.

Türkiye’nin “ekonomik mucizesi”nin yabancı sermaye girişlerine bağlı olduğunu hatırlatan Cockburn, yazısını “Avrupa bankaları kendi sorunları tarafından kuşatılmış durumda ve Türkiye onlara bir zamanlar olduğu kadar parlak bir gelecek gibi görünmeyebilir” diye sürdürüyor.


Merkez Bankası’nın hesabı

Cockburn’un bu sözleri, Merkez Bankası’nın bir süredir eleştirilen politikalarını akla getiriyor. Merkez Bankası Başkanı Ekrem Başçı, ocak ayı başında Bursa’da yaptığı konuşmada “Türk Lirası’nın doları alt edeceğini” söylemişti. Merkez Bankası’nın kur senaryolarında Avrupa Birliği Merkez Bankası’nın (ECB) Avro Bölgesi’ndeki bankalara açtığı sınırsız fonlama mekanizmasının sağlayacağı likiditenin Türkiye’nin kur politikasını destekleyeceği öngörülmekteydi.


Gerçekten de Avrupa Merkez Bankası aralık başından bu yana 500 bankaya toplam 489 milyar avro kredi kullandırdı. Şubat ayında da aynı mekanizma kapsamında ikinci perdenin açılacağı ilan edildi. Söz konusu kredi bankaların kısa vadeli borçlarını döndürebilmesi amacıyla, 3 yıl vade için ve çok düşük faiz oranlarıyla veriliyor. Ancak piyasaya boca edilen likiditenin büyük bir bölümü, kaldıraç oranlarını (borçlarının toplam varlıklara oranı) düşürmeye çalışan Avrupa bankaları tarafından yeniden ECB’ye park ediliyor. Dolayısıyla ECB tarafından bankalara sağlanan ucuz kredi, talebi artırmaktan ziyade bankaların bilançolarını düzeltmelerine hizmet ediyor. Bankaların kısa dönemli likidite riskini azaltmak üzere kaldıraç oranını düşürme davranışının 2-2,5 trilyon dolar civarında bir kaynak gerektirdiği tahmin ediliyor. Başka bir ifadeyle Avro bölgesi bankaları, daha uzun süre ECB’den aldığını ECB’ye geri vermeye ve bilanço düzeltmeye devam edecek.

Bunun örneklerinden bir tanesi de ay başında ihaleye çıkarılan 6 ay vadeli Alman devlet tahvillerinin reel faizinin negatif olmasına rağmen yeterli talep görmesiydi. Yani Avrupa’da elinde parası olanlar anaparayı koruma hesabı yapıyorlar. Üstelik ECB tarafından sağlanan likiditenin tamamı şu anda Avro bölgesi bankalarına gidiyor ve başka bir yere sızmıyor. Bu durumda Avro bölgesi bankalarını “carry trade” (yüksek faizli, uzun vadeli varlıklara yatırmak üzere kısa vadeli borçlanma ya da düşük faizli kurdan borçlanıp yüksek faizli kurdan borç verme) iştahının düşeceği tahmin ediliyor.

Merkez Bankası’nın politikasını dayandırdığı faiz-kur senaryosunun önemli bir açmazının tam olarak bu noktada olduğu ileri sürülüyor. Bazı iktisatçılar son aylarda TL’nin dolar karşısındaki değerini düşürmek için piyasaya günde ortalama 50 milyon dolar enjekte eden Merkez Bankası’nın rezervlerinin, dışarıdan gelen fonların azalması halinde yeterli olmayacağını ve rezervleri hızla eriyen Türkiye’nin bir mali krizle karşı karşıya kalabileceğini iddia ediyor. Merkez Bankası’nın net rezervi halihazırda 50 milyar doların altına inmiş durumda. Merkez Bankası rezervlerinin yeterliliğine ilişkin gösterge niteliğinde kabul edilen kısa vadeli dış borcu karşılama oranına bakıldığında ise oranın, eşik olarak kabul edilen yüzde 100’ün altına (şu anda yüzde 98) indiği görülüyor. Üzerine milli gelirinin yüzde 10’undan daha yüksek seyretmeye devam eden cari açık ve bütün çabalara karşın halen yüzde 7,5 civarında aşırı değerli olan reel efektif döviz kuru gibi değişkenler de eklendiğinde bu değerlendirmeler, 2012’nin Türkiye ekonomisi için beklenenden daha zor geçebileceği iddialarına temel oluşturuyor.


“Ak saçlılar” sigorta mı olacak?

Cuma günü bazı gazetelerin ekonomi editörleriyle bir araya gelen Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Merkez Bankası’nın politikalarına tam desteğini ilan ederek, alınan kararların katkısıyla liranın diğer geri kalmış ülke para birimlerine göre daha az oynaklık gösterdiğini söylüyordu. Babacan, Merkez Bankası’na “faiz koridorunu bırak faizi artır” diyenlerin döviz üzerinde baskı kurup faiz tavizi koparmak istediklerini ileri sürerek, bu kesimlerin kaybettiğini ifade etti. Başka bir ifadeyle, Babacan da Başbakan Erdoğan gibi “faiz lobisi” söylemine sarılarak hükümetin bazı şer odakları karşısında Türkiye’nin makroekonomik dengeleri üzerinde yürütülen büyük bir mücadele verdiği efsanesini savunmuş oluyordu.

Bir yandan bu efsaneyi savunan Babacan, diğer yandan da İstanbul Finans Merkezi projesinde sona yaklaşıldığını ifade ediyordu. “Faiz lobisi”ne savaş açan hükümet ve Merkez Bankası, Zaman’a göre, “İstanbul’u uluslararası finans merkezi yapma hayalini kuvveden fiile geçirmekte…” Ataşehir’de üslenecek proje çerçevesinde oluşturulacak Finans Merkezi, “dünyadaki önde gelen bankacılar namı diğer ak saçlı finansçılara” Türkiye'nin ne kadar cazip olduğunu, İstanbul'un finans merkezi olabilecek potansiyeli taşıdığını anlatacakmış.

Babacan “dost” gazetecilere “liste hazır” müjdesini de vermiş. Şimdilik isimleri açıklamasa da “birer birer teklif götürülecek isimlerin Türkiye'ye aşinalığı olduğunu” söylemiş. Girişimin sonuç vereceğinden emin olduğunu ifade eden Babacan, "Yatırım Danışma Konseyi üyesi olan CEO'lar kendi şirketlerinin yönetim kurullarında bizim sözcülüğümüzü yaparak bazı yatırımların Türkiye'ye kaydırılmasını temin etti. Çok faydalı oldu. Aynı yöntemi Finans Merkezi'nde ak saçlı bankacılarla uygulayacağız” diye konuşmuş.

Anlaşılan “faiz lobisine karşı amansız savaş”ın sigortası mali tekellerin İstanbul, Ataşehir’de üslenmesi olacak. Babacan bunları anlattıktan sonra Başbakanlık’a ait özel uçakla Varşova’ya uçmuş. Recep Tayyip Erdoğan’a Business Centre Club adlı örgütün verdiği özel ödülü almak üzere… Ödülü Erdoğan’dan önce Margaret Thatcher gibi “ünlülere” de vermişler…

(soL - Ekonomi) 




Resmi işsizlik 9.1, gerçeği kat be kat fazla

17/01/2012

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), eylül, ekim, kasım dönemi Hanehalkı İşgücü Araştırması verilerini açıkladı. Buna göre; 2011 yılı ekim ayı işsizlik oranı yüzde 9.1 düzeyinde gerçekleşti. İşsizlik oranı, bir önceki aya göre 0.3 puan artış gösterdi.
TÜİK’in kıstaslarına göre işsiz sayısı 2011 yılı ekim döneminde 2 milyon 454 bin düzeyinde gerçekleşti. İşsiz sayısı, bir önceki aya göre 56 bin kişilik artış gösterdi.

Bunlar TÜİK’in resmi işsizleri. Ancak, resmi olarak iş aramamış olan ve iş bulma ümidini kaybeden yüz binlerce kişi işsiz sayılmıyor. Bu dönemde iş gücüne dahil olmayan nüfusun nedenlerine göre dağılımına bakıldığında, iş aramayıp, çalışmaya hazır olanların sayısı 1 milyon 754 bin kişi. Resmi rakamlara, aralarında iş bulma umudu olmayanların da yer aldığı iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar ile mevsimlik çalıştığı için işsiz durumda bulunanlar da eklenince, gerçek işsiz sayısı 4 milyon 254 bini buluyor. Bu rakama göre, işsizlik oranı yüzde 15.7’yi buluyor.


Bu da iyimser bir oran olarak değerlendirilebilir. Çünkü, TÜİK’in işsizlik oranı hesaplamalarında, son bir hafta içinde çalışmış olup belki de son bir yıldır sadece o hafta çalışmış olan geçici işçiler işsiz sayılmıyor. Tarımdaki gizli işsizler, geçici çalışanlar, kısmi süreli çalışanlar da göz önünde bulundurulduğunda gerçek işsizlik manzarasının çok daha acı olduğu söylenebilir.



İŞSİZLİK NEDENLERİ

İşsizlerin; yüzde 30.6’sının çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 12.9’unu işten çıkarılanlar, yüzde 19’unu kendi isteğiyle işten ayrılanlar, yüzde 5.9’unu işyerini kapatan ve iflas edenler, yüzde 9.6’sını ev işleriyle meşgul olanlar, yüzde 12’sini öğrenimine devam eden veya yeni mezun olanlar, yüzde 10’unu ise diğer nedenler oluşturdu.



EŞ DOST İLE İŞ ARANIYOR

İşsizlerin yüzde 30.1’inin “eş-dost” vasıtasıyla iş aradığı belirlendi. İşsizlerin sıklıkla yüzde 87.3’ünü oluşturan 2 milyon 142 bin kişi daha önce bir işte çalışırken, daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin yüzde 51.7’si “hizmetler”, yüzde 20.7’si “sanayi”, yüzde 16.8’i “inşaat”, yüzde 6.9’u “tarım” sektöründe çalışırken, yüzde 3.8’i ise 8 yıldan önce işinden ayrıldı.



GENÇ NÜFUSTA İŞSİZLİK


Ekim döneminde genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 17.4 oldu. Kentte genç işsizlik oranı yüzde 20.3, kırsal yerlerde yüzde 11.9 olarak gerçekleşti. Genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre ise 0.1 puan artış gösterdi.


İş gücünün eğitim ve yaş dağılımlarına bakıldığında ise toplam işgücünün yüzde 16.9’unun 15-24 yaş grubundakiler oluşturdu. Lise altı eğitimlilerde iş gücüne katılma oranı; erkekler için yüzde 70, kadınlar için yüzde 25.1 düzeyinde belirlendi. Yükseköğretim mezunu erkeklerde yüzde 85.2 olan iş gücüne katılma oranı, kadınlarda yüzde 70.7 oldu.



KAYITDIŞI ÇALIŞMA


Yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı Ekim döneminde yüzde 41.8 olarak gerçekleşti. Bu dönemde, tarım sektöründe sosyal güvenlikten yoksun çalışanların oranı yüzde 84.6, tarım dışı sektörlerde yüzde 27 oldu.



İSTİHDAMIN DAĞILIMI


Ekim 2011 döneminde istihdam edilenlerin yüzde 25.7’sinin tarım, yüzde 19’unun sanayi, yüzde 7.2’sinin inşaat, yüzde 48’inin ise hizmetler sektöründe olduğu belirlendi. 2010 yılının aynı dönemi ile karşılaştırıldığında, tarım sektörünün istihdam edilenler içindeki payı herhangi bir değişim göstermezken, inşaat sektörünün payı 0.3 puan arttığı belirlendi.
Buna karşılık sanayi sektörünün payı 0.6 puan, hizmetler sektörünün payı 0.1 puan azaldı.


İSTİHDAM EDİLENLERİN YÜZDE 71’İ ERKEK


Ekim döneminde istihdam edilenlerin yüzde 71’ini erkek nüfus oluşturdu. İstihdamın yüzde 58.3’ü lise altı eğitimlilerden, yüzde 62.2’si ücretli, maaşlı veya yevmiyeli, yüzde 24.1’i kendi hesabına veya işveren, yüzde 13.6’sı ise ücretsiz aile işçilerinden oluştu.


İstihdam edilenlerinin yüzde 58.2’sinin 10 kişiden az çalışanı olan işyerlerinde çalıştığı saptanırken, yüzde 3.1’inin ek bir işi olduğu, yüzde 2.4’ünün mevcut işini değiştirmek için veya mevcut işine ek olarak bir iş aradığı belirlendi.


İŞGÜCÜNE KATILIM YÜZDE 50


2011 Ekim döneminde, Türkiye’de kurumsal olmayan nüfus bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 150 bin kişi artış ile 72 milyon 724 bin kişiye ulaştı.


2011 yılı Ekim döneminde işgücüne katılım oranı bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 puan artışla yüzde 49’dan yüzde 50’ye yükseldi. Aynı dönemler için yapılan kıyaslamalara göre erkeklerde iş gücüne katılma oranı 0.9 puanlık artışla yüzde 71.7, kadınlarda ise 1 puanlık artışla yüzde 29 oldu.
  


SİYASİ İKTİDARIN GÖREVİ İNSANCA ÇALIŞMA KOŞULLARINI SAĞLAMAKTIR



Yrd. Doç. Özgür Müftüoğlu: Bir kişi referans döneminde bir saat bile ekonomik faaliyette bulunmuşsa TÜİK onu işsiz saymıyor. Örneğin bir kadın referans haftasında 50 lira karşılığında bir gün ev temizliğine gitmişse TÜİK onu işsiz saymıyor. Temizlik işi yapan bu kadın muhtemelen o 50 liranın 15-20 lirasını yol ve diğer masraflara harcar. Geriye de 30-35 lira kalır ki bu parayla ne SGK primine ne GSS primine yeter; tencereye atacak bir kilo eti ya alır ya alamaz… Yani bu parayla o kadının geçimini sağlaması mümkün değildir. Ama TÜİK buna bakmaz ve onu istihdam içinde kabul eder. Türkiye’de bu örnekte olduğuna benzer biçimde çalışan milyonlarca emekçi vardır. Oysa bir kişinin istihdam ediliyor kabul edilmesi için yani işsiz sayılmaması için çalışması karşılığında insanca yaşayabileceği, geçimini sağlayabileceği sürekli bir işe sahip olması gerekir. İşsizlik hesaplamasında emekçinin geçimini sağlayacak bir ücret elde edebileceği süre çalışıyor olması dikkate alınmalıdır.
Resmi rakamlara göre işsizlik oranı düştü gözüküyor. Oysa insanlar geçimlerini sağlayamayacak bir ücretle düzensiz ve güvencesiz olarak çalışma zorunda bıraktırılıyorlar. İnsanca çalışma ve yaşam koşuları sağlanmadan işsizliğin sayısal olarak düşüyor gözükmesinin bir anlamı yoktur.
Diğer yandan iş bulma ümidi olmadığı için iş aramayanlar da işsiz kabul edilmemektedir. Bu kesimde yer alanların çok büyük bir kısmı çalışma koşulları ağır ve ücretleri de çok düşük olduğu için çalışmaktan vazgeçmişlerdir. Yani insan onuruna yaraşır bir iş bulma ümidini kaybettikleri için iş aramamaktadırlar. Siyasi iktidar ve sermaye çevreleri bu kesimi tembellikle suçlamakta ve hatta işsizlik sigortasından alınan ödeneği bunun gerekçesi olarak sunmaktadır. Buna kimsenin hakkı yoktur. Siyasi iktidarın görevi Anayasada da belirtildiği gibi yurttaşlarına insanca çalışma olanaklarını sağlamaktır.

(*) Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstriyel İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi





Evrensel - Ekonomi






İstihdam artışında yolun sonu göründü

17/01/2012

Ekim ayı işsizlik rakamları açıklandı. Yaz aylarında artan tarım ve inşaat istihdamındaki hızlı düşüşle birlikte işsizlik oranı yeniden yüzde 9’u geçti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) geçtiğimiz Ekim ayına ait Hanehalkı İşgücü Anketi verilerini bugün açıkladı. İşsizlik oranı bir önceki yılın aynı ayına göre 2,1 puan azalma gösterirken, bir önceki aya göre 0,3 puan artarak yüzde 9,1’e yükseldi. Hatırlanacağı üzere 2008-2009 krizinden beri işsizlik oranı ilk kez geçtiğimiz Eylül ayında yüzde 9’un altına inmişti. Uzmanların yorumları, Eylül ayındaki yüzde 8,8’lik oranın işsizlik açısından bir “dip seviye” olabileceği yönünde. Ekonomide beklenen “soğuma” nedeniyle işsizliğin yeniden artışa geçmesi ciddi bir olasılık gibi görünüyor.


İşgücüne katılma oranı düştü


TÜİK verilerinde dikkat çeken ilk nokta, Eylül-Ekim ayları arasında 208 bin kişinin işgücünün dışına çıkması oldu. Başka bir deyişle, rakamlara göre 1 ay içinde toplam 208 bin kişi ya iş aramayı bıraktı, ya da herhangi bir nedenle işini kaybetmesine rağmen yeni bir iş aramaya başlamadı. Böylece, Eylül ayında yüzde 50,4 olan işgücüne katılım oranı Ekim’de yüzde 50’ye geriledi. Bu durum, çok büyük ölçüde olmasa da, işsizlikteki artışı olduğundan az gösteren bir faktör.


İşgücünün daralması da büyük ölçüde tarım ve inşaat sektörlerinde yaşanan mevsimsel istihdamın sonbahar aylarında sona ermesinden kaynaklanıyor. Ekim ayında tarım sektöründe 183 bin, sanayide 50 bin, inşaat sektöründe ise 113 bin kişi işini kaybederken, hizmetlerde 81 bin kişilik istihdam artışı yaşandığı görülüyor.


İşsizlik artışı yalnızca mevsimsel değil


Öte yandan bazı yorumcular son aylarda kredi faizlerindeki yükselme nedeniyle inşaat yatırımların durgunluk içerisine girdiği, bunun işsizliğe ek katkı yapacağını söylüyor. 2011’de yaşanan göreli istihdam artışında önemli payı olan bu sektörde yaşanacak olası durgunluğun işsizlik oranını daha da arttırması muhtemel görünüyor. Nitekim, mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı da Eylül ayında %9,3 iken, Ekim’de %9,4’e yükseldi. Bu da, işsizlikteki artışın yalnızca mevsimsel sebeplerden kaynaklanmadığını düşündürüyor.

 

Peki ya gerçek işsizlik?


soL Portal’ın konuyla ilgili daha önceki haberlerinde de vurgulandığı gibi, TÜİK tarafından açıklanan rakamlar işsizliğin gerçek boyutlarını yansıtmıyor. Zira ülkemizde hem iş bulma umudu olmadığı için iş aramayanların sayısı çok yüksek, hem de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 29 gibi düşük bir düzeyde. Bu arada yeri gelmişken bir parantez açarak, tarım sektöründeki mevsimsel canlanma nedeniyle geçtiğimiz Haziran ayında yüzde 30,5 ile rekor (!) kıran kadınların iş gücüne katılım oranının Temmuz ayından itibaren yeniden hızlı bir düşüşe geçtiğini hatırlatmakta yarar var.






Tabloya bakıldığında resmi rakamlara göre Türkiye’de işsiz sayılan 2 milyon 454 bin kişiye iş aramayan ancak çalışmaya hazır olduğunu beyan eden 1 milyon 754 bin kişiyi eklediğimizde toplam işsiz sayısının 4 milyon 208 bine yükseldiği görülüyor. Özellikle işgücüne katılımı düşük olan ve genellikle ücretsiz ev işçisi olarak istihdam edilen kadınlarda 1 milyona yakın kişi işsiz ordusuna dahil edilmiyor. Bu kesim de işsiz sayıldığında kadınlarda işsizlik oranı yüzde 21’e yaklaşıyor.


Ücretsiz aile işçisi de istihdamdan sayılıyor!


Türkiye’de özellikle tarım alanında ücretsiz aile işçisi olarak çalışmak çok yaygın. Genellikle kırsal bölgelerde küçük de olsa sahip olunan toprak erkeğin mülkiyetinde olduğu için, tarımda çalışan erkeklerin önemli bir kısmı “kendi hesabına çalışan” olarak, kadınlar ise aile reisinin (eş, kayınpeder, vs.) toprağında “ücretsiz aile işçisi” statüsünde istihdam ediliyor. Verilere göre 2011’in Ekim ayı itibariyle tarımda çalışan kadınların yüzde 75’i ücretli aile işçisi konumunda. Neredeyse tamamının kayıt dışı olarak çalıştığını ise, herhalde söylemeye gerek yok…



Haftada 1 saat çalışıyorsan işsiz değilsin!


İstihdam verilerine ilişkin analizlerde sıklıkla gözden kaçırılan bir nokta da, istihdam edilenlerin haftada fiili olarak ne kadar süreyle çalıştıkları. Oysa TÜİK rakamları toplam istihdam edilenler içerisinde araştırmaya referans olan hafta içerisinde iş başında bulunmayanları da istihdam içerisinde gösteriyor. Bu insanları işsiz saydığımızda 883 bin, haftada 16 saatten az çalışanları işsiz saydığımızda ise 3 milyondan fazla insanın işsiz kabul edilmesi gerekiyor.
Bu arada yasal çalışma süresinin haftada 45 saat olarak tanımlandığı ülkemizde, yaklaşık 5 milyon 840 bin kişi haftada 60 saatin üzerinde, bunların 1 milyon 795 bini ise haftada 72 saatin üzerinde çalışıyor!


(soL Haber Merkezi – Ekonomi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder