Filiz Gazi Futuristika! okurları için seks işçiliği üzerine kafa yordu hatta bununla da yetinmedi ve konuyu Aslı Erdoğan, Mine Söğüt, Sema Kaygusuz'a sordu. Çoğunluğun sustuğu seks işçiliği hakkında onlar ne dedi...
Fatih, Fevzi Paşa Caddesi üzerinde kadın fotoğrafı olan
hemen bütün bilboardların üstünde "Edep yahu edep" yazar. Sokağın
Fatih Cami tarafındaki mahallelerinde mini etekli bir kadına rastlama şansınız
sıfırdır.
Vatan Caddesine doğru indiğinizde bu koyu muhafazakârlık
rengini, yerini orta boy ve biraz daha üstü etek boyuna izin verecek kadar
açmaya başlar. Vatan Caddesi'nden Laleli'ye ya da Tarlabaşı bulvarına çıktınız
mı işler değişir. Kadınlar çeşitlenir. Tesadüf ki bu güzergâhın Taksim'le
sonlanan seçeneğini fotoğrafçı bir arkadaşımın aracılığıyla tanışacağım bir
seks işçisine giderken kullandım.
Karşılıklı limonlu çay içtiğimiz arkadaşımın adı
Delgadina* olsun. Hikâyesini kısaca anlattı ama "Gözünü seveyim bunları
yazma. Bizim camia küçük, hemen anlarlar" dedi. Camia demesine güldüm.
Bir
bardak su
Para kazanma biçimine "iş" diyor. Bu bir iş mi
diyorum üstüne basa basa. "Para kazanıyorum, sen ne kadar
kazanıyorsun" diyor. Gene gülüyorum. İstemeyerek başlamış bu
"işe" ama sonra alıştığını söylüyor.
Lenin'in "Bir Bardak Su" teorisini anlattım
ona. (Cinsel ilişkinin bir bardak suyla susuzluğunu gidermekten daha önemli bir
şey olmadığını savunan tez) "Böyle bir şey mi senin için?" dedim.
"Hiçbir şey ya hiçbir şey" dedi. Nereye kadar peki diye sordum. Bu
işin de emekliliği var.
"Biraz daha hayatımı garantiye alayım. Ondan sonra
bakacaz artık" dedi. Mesut bir hali var. "Geriye dönme fırsatın
olsaydı gene bu işi mi yapardın?" diye sordum. "Kız deli misin!"
dedi. Abarttığımı o an fark ettim. Ses kaydı istemediği için sürekli not aldım.
Bir aşamadan sonra sadece dinlemek istedim. Kalemi çantaya atıverdim.
Kentin içinde sınırları belirlenmiş kayıt dışı ekonomiye
mensup mesleklerden biridir fahişelik. Bir ay önce hayat kadınlarının
hayatlarının anlatıldığı "Bedensiz Ruhlar" belgeseli sonrası Ayşe
Tükrükçü'nün de olduğu bir söyleşiye katılmıştım.
Belgesel bittikten sonra ışıklar yandığında etrafımdaki
birçok kadının ağladığını gördüğümde özellikle kent içindeki bu sektörün o
kadar da aciz olmadığını düşünmüştüm. Tarlabaşı bulvarında şimdi kentsel
dönüşümle üzeri paravanla kapatılan o küçük gazinoya her baktığımda bunu
hissederim.
Delgadina işini sevmiyor ama şikâyet eden bir dil
kullanmadığı da aşikâr. Hatta ona göre ortağınız "adam" olmadığı ve
kimseler size musallat olmadığı sürece o kadar zor değil. Onun aracılığıyla
görüştüğüm diğer kadınla sohbetim kısa sürdü. O hayatına lanet okuyanlardan.
Delgadina için "Bakma sen ona, o çatlak" diyor. İtiraf edeyim,
içimden geçmedi değil.
İşin içinde ahlak yargıları, kapitalizm, kadınlık
durumları olunca keskin yargılara ulaşmak zorlaşıyor. Böyle bir gereklilik de
yok belki. Ezber yorumları kırmak gerekiyor sadece. Bu yüzden gözlemlerine
güvendiğim üç kadın yazara seks sektöründe çalışan kadınları sordum. Sorular
basit, yanıtlar zordu:
"Kent içindeki seks işçiliğini-fuhuş sektörünü
nasıl yorumluyorsunuz?" ve "Seks İşçiliği" tanımlamasını doğru
buluyor musunuz? Bulmuyorsanız nasıl adlandırıyorsunuz?
Mine
Söğüt: Soğuk, mesafeli, geniş kapsamlı
"Aslına bakarsanız, birilerinin sevişmek için para
vermek zorunda kalması acıklı, birilerinin seviştiği için para kazanıyor olması
komik bir durum... Bu acıklı ve komikli durumun müsebbibi ise ahlaki değerlerin
insanın doğası değil, sistemin ihtiyaçları gözetilerek tarif edilmesi.
Eğer kapitalizmin genel dayatmalarına külliyen bir
itirazınız yoksa (ki benim var) kadınların cinsel becerilerini para karşılığı
birilerine pazarlamalarına da itirazınız olamaz; ancak sigorta, emeklilik,
uygun sağlıklı ortam gibi bir takım "sosyal" talepleriniz olabilir.
Ama bizim ülkemizde kadınlar arkaik masalların bahtsız kahramanları gibiler; kandırılarak
genelevlere düşürülebiliyor, aileleri tarafından satılabiliyor ve hiçbir yasal
hakla korunmadan kayıt dışı "mal" muamelesi görüyorlar. Onların
üzerinden birileri para kazanıyor ve can güvenlikleri hiçe sayılıyor.
Bunda şaşırılacak bir şey yok. Bizim ülkemizde sakatlar
dileniyor, çocuklar mendil satıyor, işsizler deliriyor, deliler sokaklarda
yaşıyor. Tıpkı yasadışı uyuşturucu ve silah ticareti gibi seks ticareti de
gizli ama önemli bir ekonomiyi canlı tutuyor, kapitalist sistemin direklerinden
biri olan 'devlet'i derinden derinden besliyor.
O yüzden her şey şehirlerin en hareketli yerlerinde,
herkesin gözü önünde, polisin şahitliğinde hatta çoğu kez ortaklığında olup
bitiyor. İnsanlığın bünyesi ne yazık ki bunu gönül rahatlığıyla
kaldırabiliyor...
"Seks işçiliğine gelince... Soğuk, mesafeli, teknik
bir terim. Farklı cinsi hallerinin tümünü işaret edebildiği için geniş
kapsamlı... Sevişerek para kazanmak bugünün koşullarında elbette bir
"işçilik"tir ama hayat kadınlığı, fahişelik ya da orospuluk tarihsel
mirası içinde barındırdığı için dil açısından benim için daha kuvvetli ve edebi
kelimeler..."
Sema
Kaygusuz: Vahşi Enkidu ve rahibeler
Sümer mitolojisinde, Gılgamış'ın arkadaşı Enkidu
topraktan yaratılmış vahşi bir adamdı. Hayvanlarla birlikte yaşıyor, onlar gibi
besleniyordu. Gılgamış gibi tanrı/insan değil, insan/hayvandı.
Tanrılar, Enkidu'yu insanlaştırsın diye ona aynı zamanda
rahibe olan bir fahişe gönderdi. Enkidu rahibeyle sevişip onun temrinleriyle
yıkanmaya, beslenmeye, dillenmeye başladığında insanlaşmaya da başladı. Bu
rahibe Enkidu'yu erkekleştirmenin ötesinde insanlaştırmıştı.
Eskiden beri, insan seviştikçe insanlaşıyordu. Ama bugün
biz modernlerin algısında, fahişe ile erkek arasındaki ilişki, erkeğin
kadınsızlığında, fahişenin yuvasızlığında karşılık buluyor. Fahişeyle erkek
birbirine bağlanmak istediklerinde ise toplumsal bir öfkenin, dolayısıyla
sanatın konusu oluyorlar zaten.
Bağlanmalarına tahammül edilemiyor. Benim gözümde,
fahişeye giden her erkek, hemen burnunun dibindeki kente sokulamayan vahşi bir
Enkidu, fahişeler ise hayat dersi veren rahibelerdir. İşin içine sektör
girince, her şeyin sektörleşmesinde olduğu gibi sömürü var. Alçaklık,
yalancılık, zalimlik var. İşçilik, fuhuş, seks gibi ifadeler masum kalıyor.
Hele her birimiz bir şeyin işçisiyken ve hepimiz seks yapıyorken...
Seks İşçiliği ifadesi bana doğru gelmiyor. Az önceki
yanıtımla tutarlı olarak 'Hayat Kadını' demeyi daha yerinde ve köklü buluyorum.
Öte yandan, hayat kadınlarının özlük hakları açısından 'Seks İşçisi' ifadesi,
oldukça agresif ve muhalif. Toplumu uyarması bir yana insanın diline batıyor.
Ne var ki bu sevimsiz ifade, Hayat Kadını'nın acı dünya bilgisini ütüleyip
buharlaştırıyor.
Aslı
Erdoğan: Hayat ile kadın arasındaki trajik bağ
Seks işçiliği, benim edebiyatımda kıyısından köşesinden
dokunduğum bir tema, hayatım defalarca 'seks işçileri' ile kesişti. Bir yazarın
en son görevi ahlaki yargılarda bulunmaktır. Hepimiz erkek egemen düzenin hem
mağduru, hem sorumlusuyuz. Kimin, nasıl ve hangi biçimlerde bu düzene
yenildiğini anlatarak başlayabiliriz belki...
Unutulmamalı ki, 'kadın alışverişi' tarihle başladı,
evlilik, miras, ensest yasağı vb. formlarda toplumu şekillendirdi. Kadınlar
binlerce yıldır, toplumsal alanda var olabilme adına, bedenlerinin ve
cinselliklerinin metalaşmasına katlandılar, katlanıyorlar.
Mucizevi Mandarin'de daha şiirsel tınladığı için 'hayat
kadını'nı yeğledim. Rıo romanımda ise herhangi bir isim vermekten kaçınarak
yalnızca 'profosyonel' dedim. Seks işçisi, pek edebi tınlamasa da
bulabildiğimiz en 'politik doğrucu' deyim.
Kuşkusuz seks yalnızca bir iş değildir, ama bir iş
olarak da yapılabilir, el emeği gibi satılabilir. Politik doğruculukta
amaçlanan dışlanan ve aşağılanan toplulukları korumak, dil yoluyla rencide
edilmelerini engellemektir.
Bu bağlamda, kendilerine ne denmesini istiyorlarsa,
'Roman', 'Afro Amerikalı', 'seks işçisi', ben o deyimleri kullanıyorum.
Edebiyatta ise metnin dayattıkları belirleyici oluyor.
Hayat ile kadın arasındaki derin ve trajik bağa işaret
ettiği için, hayatı yaratan ve sırtlayan kadınların, kendi hayatlarının bile
sahibi olamadıklarına işaret ettiği için, sanırım bugün de 'hayat kadını'nı
yeğleyebilirim.
Delgadina
Sema, Mine, Aslı seks işçiliği ya da hayat kadınlığı (ya
da her ne diyorsanız) üzerine bunları söylüyor.
Delgadina, hazin hikâyenin "hüzünlü" kadını
değil. Hüzne yaklaşma gibi bir derdi de yok. Her ne olursa olsun
"onlar" kent içinde onlara ayrılmış bölgelerde para sirkülasyonuna
yani ekonomiye dâhiller. Ahlak yargılarıyla konuya yaklaşmak gerçekliği
değiştirmiyor. (FG/NV)
* Gabriel García Márquez'in "Benim Hüzünlü
Orospularım" romanındaki bir karakterin adı.
** Fotoğraf Chema Rodríguez'in belgesel filmi
"Estrellas de La Línea"dan (The Railroad All-Stars) alındı. Film
Guatemala'da tren rayları kenarında yaşayan bir grup seks işçisinin hayatını
anlatıyor.
Filiz GAZİ
BİA Haber Merkezi-İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder