16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’ndan toplu halde çıkan öğrencilerin üzerine ülkücüler tarafından atılan bomba ve ardından gerçekleşen silahlı saldırı sonucunda yedi öğrencinin ölümünün onlarcasının da yaralanmasının üzerinden 34 yıl geçti. Zaman aşımına uğrayan diğer bir katliam olan 16 Mart sonrası yaşananlar bugüne ışık tutar nitelikte.
16 Mart 1978, günlerden Perşembe
İstanbul Üniversitesi’nin solcu öğrencileri olası bir saldırıya karşı okulu toplu halde terk etmektedirler. Polis eşliğinde gerçekleşen okul çıkışına o gün eşlik etmesi gereken polisler başka yere gönderildiğinden, Reşat Altay’ın sorumluluğunda yeni bir ekip görevlendirilmiştir.
Polisler, saat 13.45’te öğrencileri ana kapıdan dışarıya korumasız çıkmaya zorlar. Öğrencileri çıkmaya zorlayan Reşat Altay denetimindeki polisler dışarıya adım atmazlar. Dışarıda görevli yedi polis ise o sırada yakın bir yerde, “Beyazıt komünistlere mezar olacak” diye slogan atan ülkücü gruba doğru yönelir.
Korumasız kalan öğrencilerin üzerine önce bomba atılır daha sonra ateş açılır. Saldırı sonrası Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerinden Cemil Sönmez, Baki Öz, Abdullah Şimşek, Hatice Özen, Murat Kurt, Hamdi Akıl ve Turan Ören hayatını kaybeder.
Delil yetersizliğinden…
Olaydan sonra Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, o dönem Ülkü Ocakları'nda görevli Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alınır. Sanıklardan Sıddık Polat ise Elazığ'da yakalanır. 1978 yılında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma başlatır.
17 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken, diğer sanıklar hakkında 'idam' istemiyle İstanbul 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde dava açılır. 15 ay süren yargılama sonunda, Polat 11 yıl hapis cezasına mahkûm edilirken, diğer sanıklar delil yetersizliğinden beraat eder. Askeri Yargıtay'ın 5 Ekim 1982 tarihli kararından sonra Polat da delil yetersizliğinden beraat eder.
Sıkıyönetim Mahkemesinin gerekçeli kararında 16 Mart katliamının halkı çatışmaya teşvik amacı ile işlenmiş, siyasi saikli bir eylem olmasından ötürü yargılamanın adiyen adam öldürmeyi yaptırıma bağlayan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 450. maddesine göre değil, siyasi saikli eylemleri yaptırıma bağlayan TCK 149. maddesine göre yapılması gerektiği ifadesi yer almaktadır. Bu vurgu, o dönem kendisi de öğrenci olan avukat Cem Alptekin’in 1988’de davayı gündeme getirmesini sağlar.
10. yıl dönümünde yeniden…
İhbarların umursanmaması, olayın üzerine gitmeye çalışan polislerin ve soruşturmaların engellenmesi, 16 Mart katliamının üzerinin örtülmesinde etkili olmuştur. Katliamın 10. yıldönümünde, dava dosyasını inceleyen ve artık kendileri birer avukat olan dünün öğrencileri ortada örgütlü suç olmasına rağmen dosyanın kapatılmasına karşı girişimlere başlarlar. Başta Cem Alptekin ve Hilmi Hanta olmak üzere avukatlar, 16 Mart 1988’den itibaren basın ve kamuoyu aracılığıyla tanıklara çağrıda bulunurlar.
Olayın zanlılarından olan ve olay sonrası şüpheli bir biçimde ölen Zülküf İsot’un ailesi avukatlarla temasa geçer. Aile, Zülküf İsot’la beraber Latif Aktı, Sıdk Polat ve polis memuru Mustafa Doğan’ın da katliama karıştığını açıklar.
10 Eylül 1992 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulur. 2 Ekim 1995’te yeniden açılan davada Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Özgün Koç “taamüden adam öldürmek ve yaralamak” suçlarından sanık olur. Polat hakkında daha önce kesinleşmiş yargı kararı olduğundan dava açılamaz.
İstanbul 6. Ceza Mahkemesinin 20 Ekim 2008’de dava için aldığı zaman aşımı kararı, Mart 2010’da Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onanır. Böylece, yedi kişinin ölümü onlarca kişinin yaralanmasına yol açan, örgütlü ve planlı bir biçimde gerçekleştirildiğine dair çok sayıda kanıt bulunan 16 Mart katliamı tozlu raflara terk edilir.
(soL – Haber Merkezi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder