Stratfor, Batı, özellikle ABD istihbarat örgütleriyle açıkça iletişim
içinde olan bir “küresel istihbarat şirketi”dir. Aralık 2011’de bir Suriye
raporu yayımladı. “Umuma açık” olduğu için, Türkiye basınınca da izlenmiş olması
gereken raporun en azından Cumhuriyet tarafından kısaca da olsa
haberleştirildiğini biliyorum. Bugün de, Stratfor’un söylediklerine (tekrar da
olsa) dikkat çekerek Suriye sorunu üzerinde durmak istiyorum.
Stratfor raporunun başında Suriye’deki son
durum için şu saptama yapılıyor: “Hükümet ve muhalefet
güçleri bir tıkanma noktasındadır: Hükümet, artık huzursuzluğu bastıramamakta;
muhalefet ise rejimi dış müdahale olmadan yıkamamaktadır… ABD ve müttefikleri
de Beşar Esad’ı devirmenin yollarını araştırmaktadır.”
Stratfor, böylece, “Beşar Esad’ı devirerek
rejimi değiştirmek” hedefinin ancak dış müdahaleyle
gerçekleşeceğini belirlemekte ve gereken yol haritasını çizmektedir.
“Suriye’deki petrol rezervleri Libya’daki
boyutta değildir; [bu nedenle] ABD ve Avrupa büyük çaplı bir askerî müdahaleyi
haklı kılacak ekonomik güdüden ve siyasî iradeden yoksundurlar. Suudi
Arabistan, Ürdün ve Türkiye ise ABD ve NATO desteği olmadan Suriye’ye karşı bir
askerî harekâta kalkışamazlar.” Bu durumda doğrudan işgali
içermeyen müdahale biçimleri öncelik taşıyacaktır.
Müdahale öncesi atılacak adımlar
nelerdir? Ne tür,
ne boyutta bir dış müdahale? Stratfor, Suriye’yi uluslararası
düzlemde yalnızlaştıracak diplomatik girişimlere; örneğin muhalefet
temsilcileriyle (Türkiye ve ABD’nin yaptığı gibi) açık ilişkiler kurulmasına;
ülke içinde bilgi kirliliğiyle bütünleşmiş propaganda çalışmalarına değinmekte;
ancak, muhalefetin silahlı ve etkin bir güce dönüşmesine öncelik vermektedir.
Bu bakımdan Suriye ordusundan ayrılan subayların oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) büyük önem taşımaktadır.
Stratfor, “Amerikan, Türk, Fransız ve Ürdünlü özel
birliklerin ÖSO personelini Türkiye’de eğitmekte oldukları” duyumlarını
aktarıyor ve bu eğitimin meyvelerinin kısa zamanda ortaya çıkacağını
belirtiyor. Ülkenin her yerinde stratejik hedeflerin, örneğin petrol ve
doğalgaz boru hatlarının ÖSO tarafından eşgüdümlü olarak vurulması; çeşitli
vur-kaç operasyonlarının yapılması beklenmelidi.
Muhalefet güçlerine lojistik destek büyük önem taşır. Giderek doğrudan
silah yardımı yapılabilir. Muhalefetin yabancı silahlara kavuşması, rejim
karşıtı dış desteğin varlığını gösterir ve hükümet güçleri üzerinde moral yıkım
yaratabilir. Generaller teker teker muhalefet cephesine çekilmelidir. Doğrudan
askeri müdahaleyi gereksiz kılacak kritik adım ise açıktır: Askerî darbe…
Stratfor, Libya’da Bingazi’nin oynadığı rolü oynayabilecek ve ÖSO’nun
denetiminde bir “kurtarılmış, tampon bölge” olmamasının işleri güçleştirdiğini
belirtiyor. Bunun ön-adımı, bir “uçuşa yasak bölge” oluşturulmasıdır.
Bu “tampon bölge”nin doğal yeri ise, Türkiye sınırının güneyidir. Bu adım
Türkiye’yi doğrudan doğruya Suriye’deki iç savaşın tarafı haline getirmiş
olacaktır.
***
Suriye’de halk hareketinin seyri, Türkiye solu tarafından izlendi;
örneğin SOL’da, BirGün’de haberleştirildi; çeşitli değerlendirmeler yapıldı.
Bunlara yeni öğeler eklemeden birkaç hatırlatma, saptama yapmakla yetineceğim.
Birinci olarak, Beşar Esad rejimine karşı patlak veren halk
hareketinin niteliğini, kökenini belirlemek gerekiyor. Bu konuda, gençliğinin
on altı yılını hapiste geçirmiş olan komünist bir Suriyeli’nin, Yasin el Hac
Salih’in değerlendirmesini aktarmak yeterli
olacaktır: “Ayaklanma yozlaşmış seçkinlerin yararlanması
için düzenlenen en büyük özelleştirme süreci sırasında patlak verdi ve doğrudan
doğruya bu yoz çevreleri hedefledi… Çalışan, emekçi toplumun iktidar ve
ayrıcalıklar toplumuna karşı ayaklanması söz konusudur;… sadece siyasi iktidar
değil, aynı zamanda onun toplumsal ve ideolojik bağlantıları da
hedeflenmektedir.” (Links, 14 Ağustos 2011).
İkinci olarak, Salih’in vurguladığı toplumsal, sınıfsal
kalkışmanın zaman içinde kazandığı biçimi gözden geçirelim. İzleyebildiğim
kadarıyla üç ana akım söz konusudur. Birincisi, sokak eylemleri içinde oluşmuş
olan Yerel Eşgüdüm Komiteleri’dir. Farklı
siyasî akımlar, eğilimler bunların içinde yer almaktadırlar. Başlangıçta bu
gruplar, özgürlük, demokrasi, haysiyet ve sosyal
adalet için barışçı bir Suriye Halk Devrimi’ni hedeflemiş; hem yabancı askerî müdahaleye, hem de rejimle diyaloga kesinlikle
karşı çıkmışlar. Ne var ki zamanla bu Komitelerde Müslüman Kardeşler’in
etkisinin arttığı; buna bağlı olarak silahlı yöntemlere ve mezhepsel şiddet
yöntemlerine savrulma eğiliminin tırmandığı anlaşılmaktadır. (Counterfire 4 Kasım 2011)
Demokratik Değişim için Ulusal Eşgüdüm
Komitesi (DDUED) ise ulusalcı, solcu muhalefetin ve Kürt
örgütlerinin önemli bir bölümünün ülke içindeki temsilcilerinden ve rejimle
diyalog seçeneğini izleyenlerden oluşuyor. Rejimin barışçı bir süreçle
tasfiyesini hedefleyen DDUED, dış müdahaleye kesinlikle karşı çıkmaktadır.
ABD, Türkiye, Avrupa ve gerici Arap rejimleri (Katar, Ürdün) desteği
altına sığınan ülke dışı muhalif akımlar Suriye Ulusal Konseyi (SUK)
içinde örgütlenmiştir. Müslüman Kardeşler’i ve bazı liberal çevreleri de
kapsayan SUK, emperyalizmin gözetimi altında bir rejim değişikliğinin
peşindedir. Örgüt, Stratfor bülteninin öngördüğü silahlı eylem biçimlerini,
mezhepler-arası çatışmaları da içerecek biçimde benimsemiştir. İlk adımı bir
tampon bölgeyle başlayacak Libya-türü dış müdahaleyi açıkça körüklemektedir.
Solculuk neyi gerektiriyor? Sosyalizmin enternasyonalist damarı, “çalışan, emekçi toplumun iktidar ve ayrıcalıklar toplumuna karşı
ayaklanması” anlamına gelen ve “sadece siyasi iktidarı
değil, onun toplumsal bağlantılarını da hedefleyen” Suriye halk
hareketiyle tam dayanışmayı öngörüyor. Öte yandan, tarih ve güncel dünya
bilgilerimiz, emperyalist müdahale sonunda bu hareketin boğulacağını da bizlere
öğretiyor. Özellikle Türkiye’yi bu bataklığın içine sürükleyecek senaryolara
kesinlikle karşı çıkmak da aynı dayanışmanın gereğidir.
PROF.DR.
KORKUT BORATAV
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder