POSTKOLONYAL
TARTIŞMALAR BAĞLAMINDA
“Postkolonyalizm”,
oldukça tartışmalı bir kavram. “Post” olan bir süreç var mıdır? Yoksa
kolonyalizm tamamen ölmemiş, sadece şekil değiştirmiş ve işlemeye devam mı
etmiştir? “Post” olanı ne zaman ve nerede aramak gerekir? Postkolonyalizm bir
yana “neokolonyalizm” nedir? Burada “neo” olan şeyler nelerdir? Tüm bu sorular
postkolonyal incelemelerde yapılmış olan ve yapılmaya devam edilen
tartışmalardır.
Türkiye’nin, Türkiye solunun tarihinde önemli bir yeri olan,
ancak görüşlerinden ziyade kurucusu olduğu Türkiye Halk Kurtuluş
Partisi-Cephesi (THKP-C) adlı örgüt, bu örgütün eylemleri ve 30 Mart 1972’de
Kızıldere’de yaşamını yitirmesiyle anılan Mahir Çayan’ın “yeni sömürgecilik”
konusundaki çalışmaları da bu tartışmalara bir katkı olarak görülebilir,
irdelenebilir. Bu çalışma bunu amaçlamaktadır.
Bu yazıda, Mahir
Çayan’ın Türkiye tahlili ya da devrim tezi ele alınmayacak, sadece “yeni
sömürgecilik” üzerine yazdıkları, postkolonyal incelemeler çerçevesinde
değerlendirilmeye çalışılacaktır. Yazının ilk bölümünde, Mahir Çayan’ın “yeni
sömürgecilik” görüşü aktarılacak; ikinci bölümde ise bu görüş postkolonyal
incelemeler bağlamında irdelenecek ve Mahir Çayan’ın katkısı olarak
görülebilecek unsurların altı çizilmeye çalışılacaktır.
MAHİR ÇAYAN'IN YENİ SÖMÜRGECİLİK GÖRÜŞÜ
Kolonizasyon, sömürgecilik ve emperyalizm terimlerinin kullanımındaki
karışıklığa “neo emperyalizm”, “neo kolonyalizm”, “yeni sömürgecilik”
terimlerinin kullanımında da rastlanmaktadır. Aslında bu üç terimin işaret
ettiği gelişme de aynıdır. İşgal etmek, koloniler oluşturmak yerine ekonomik
bağımlılık ve denetim ilişkileri yoluyla sürdürülen sömürü ilişkileri bu
terimlerle adlandırılmaktadır. Ania Loomba, Kolonyalizm Postkolonyalizm adlı
kitabında, “neo emperyalizm”, “neo kolonyalizm” olarak[1]; Marc Ferro,
Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine Sömürgecilik Tarihi adlı kitabında
“kolonici olmayan emperyalizm” olarak[2]; bir dönem Gana’nın cumhurbaşkanlığını
da yapmış olan Kwame Nkrumah da “Emperyalizmin Son Aşaması Yeni Sömürgecilik”
adlı kitabında kitabın adından da anlaşılacağı gibi “yeni sömürgecilik”[3]
terimlerini kullanmıştır.
Mahir Çayan’ın
tezleri de “neo kolonyalizm”, “neo emperyalizm”, “kolonici olmayan emperyalizm”
olarak da adlandırılan “yeni sömürgecilik” görüşlerini sistematize bir şekilde
formüle etmesi açısından önem arz etmektedir.
Mahir de “emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi olarak nitelendirilen[4] bu dönemde
farklılaşan sömürgecilik ilişkilerini “yeni sömürgecilik” adı altında irdelemektedir.
Loomba ve Nkrumah gibi Amerika’nın “2. yeniden paylaşım savaşı”, sonrası öne
çıkan rolüne dikkat çeken Mahir, dünya kapitalist bloğunun bu dönemde bir
“Amerikan İmparatorluğu”na dönüştüğünü söylemenin yanlış olmayacağını
belirtir.[5] Mahir’in bu konudaki görüşleri özetlenecek olursa: Amerika’nın
imparatorluğunu sürdürdüğü bu dönemde, emperyalizm de 3. Bunalım Dönemine
girmiştir. Bu dönemde emperyalist ilişki ve çelişkiler biçim olarak iki temel
cephede değişikliğe uğramıştır. Bunlardan ilki; emperyalistler arası rekabetin
yeni bir paylaşım savaşına yol açması imkanının ortadan kalkmasıdır. Çünkü 1.
Paylaşım Savaşı’nda dünyanın altıda biri, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında ise
dünyanın üçte biri kapitalist sömürünün dışına çıkmıştır ve emperyalistler,
krizlerine yeni bir dünya savaşıyla çözüm bulmaya çalışmanın, hele de bir dünya
sosyalist bloğu oluşmuşken ve bilimsel gelişmeler sonucu, nükleer güçler
dünyayı yok edecek seviyeye ulaşmışken, kendilerinin zararına olduğunu
görmektedirler. İkinci olarak da “emperyalist işgalin biçimi değişmiştir (…)
Açık işgal yerini gizli işgale bırakmıştır.”[6]
“Gizli işgal”,
Mahir’in yeni sömürgecilik görüşü içerisinde önemli bir yer tutar. Mahir’e göre
işgal sona ermemiş sadece şekil değiştirmiştir, yeni işgaller askeri olarak
açık işgal şeklinde değil, mali denetim ve bağımlılık ilişkileri sayesinde
“gizli” şekilde olmaktadır. Gizli işgalin özü ise emperyalizmin dışsal bir olgu
olmasının yanı sıra aynı zamanda içsel bir olgu haline gelmesinde yatmaktadır.
1. ve 2. Bunalım
Dönemlerinde “uluslararası kapitalizmin” pazarları 3. Bunalım Döneminde olduğu
kadar daralmadığından ve “teknoloji ve de sermayenin yoğunlaşıp, temerküzü bu
seviyede” olmadığından, uluslararası kapitalizm, sömürge ülkelere emtia ihracı
ve nakit sermaye ihraç ve transferiyle pazar sorununu halledebilmekteydi. 3.
Bunalım Döneminde ise emperyalistler arası ilişkilerde yaşanan değişikliklere
ek olarak, metropollerde sermaye yoğunlaşır ve artarken pazarların daralması
sonucu ortaya çıkan “talep yetersizliği” ve 2. Paylaşım Savaşı sonrasında
giderek tırmanan ve yaygınlaşan “anti emperyalist ve millici akımlar”,
emperyalizmi, sömürü metotlarını değiştirmek zorunda bırakır. Bu
değişikliklerle emperyalizmin işgalci, çirkin yüzünün gizlenmesi ve sömürge ülkelerde
pazarların genişletilmesi amaçlanır.
Bu süreçte sömürge
ülkelerde pazarların genişletilmesinin tek yolu ise, sömürge ülkelerde
kapitalizmi geliştirmektir. Ancak bu kapitalizm, daha başlangıcından itibaren
emperyalizme göbekten bağlı bir şekilde geliştirilecek, “yukardan aşağıya”
hakim kılınacak ve bu “yukardan aşağıya kapitalizm” bu sömürge ülkelerde hakim
üretim biçimi haline getirilecektir. Emperyalizmin “içsel olgu” haline gelmesi
de burada anlaşılır olmaktadır. Emperyalizm, sömürge ülkelerde en gözde
müttefiki olarak, yerli tekelci burjuvaziyi oluşturacak ve geliştirecek, ancak
bu burjuvazi, daha baştan itibaren emperyalizmle bütünleşmiş olarak
gelişeceğinden, emperyalizm de dışsal bir olgu olmasının yanı sıra içsel bir
olgu haline gelecektir.
Sömürge ülkelerde
emperyalizme bağımlı olarak gelişen bu çarpık kapitalizm ülke yönetiminde de
değişikliklere yol açmaktadır. Altyapıda kapitalizm egemen unsur haline
getirilirken, üst yapıda ise feodal ilişkiler genellikle muhafaza edilir çünkü
gelişmekte olan tekelci burjuvazi, “tek başına emperyalizmle ittifakını
sürdürerek emperyalist üretim ilişkilerini muhafaza edecek güçte değildir.”[7]
Bu yüzde bu burjuvazi, yönetimi “yabancı ve yerli tekellerle zorunlu olarak
bağlı olan toprak burjuvazisi ve feodal kalıntılarla” paylaşmak zorundadır. Bu
ittifak, yeni sömürge ülkelerde yönetimde olan “oligarşik dikta”nın resmini
vermektedir. Oligarşik diktanın yönetim şekli ise “sömürge tipi faşizm” olarak
adlandırılabilir. “Bu yönetim, ya klasik burjuva demokrasisiyle uzaktan
yakından ilişkisi olmayan ‘temsili demokrasi’yle icra edilir (gizli faşizm) ya
da sandıksal demokrasiye itibar edilmeden açıkça icra edilir. Ancak açık icrası
sürekli değildir. Genellikle, ipin ucunu kaçırdığı zaman başvurduğu bir
yöntemdir”[8]
MAHİR ÇAYAN'IN GETİRDİKLERİ VE POSTKOLONYAL TARTIŞMALAR
Postkolonyal tartışmalar bağlamında Mahir’in görüşlerini ele almadan önce
birkaç tespit yapmak gerekmektedir.
Öncelikle, yeni sömürgecilik konusundaki tartışmalar 2. Paylaşım Savaşı’nın ardından
başlamış ve daha 1960’larda bu konuda birçok kitap Türkçe'ye çevrilmiştir.
Örneğin; Pierre Jalee’nin Yoksul Ülkeler Nasıl Soyuluyor adlı kitabı Yön
Yayınları tarafından 1965'te, Odette Guitard’ın Üçüncü Dünya-Sömürgelerin
Uyanışı adlı kitabı Kitapçılık Ticaret Ltd. Şirketi Yayınları tarafından
1966'da, Nkrumah’ın Yeni Sömürgecilik adlı kitabı Gerçek Yayınevi tarafından
1966'da, Nikitin’in Ekonomi Politik kitabı Sol Yayınları tarafından 1968'de
basılmıştır. Mahir de, Che’nin 1968’de yayınlanan “Küba Devriminin Taktik ve
Stratejisi” adlı yazısından, yeni sömürgeciliğin anlatıldığı bir yazı olarak
söz eder[9]. Bu kitap ve yazıların tamamı yeni dönemde değişen sömürgecilik
yöntemini ele almaktadır. Mahir’in yeni sömürgecilik görüşü de bu tartışmalar
içerisinde bir formüle ediş çabası olarak görülebilir.
İkinci olarak,
Türkiye hiçbir zaman bir kolonizasyon anlamında bir sömürge olmamıştır.
Osmanlı’yı ve Türkiye’yi bu çerçeve içerisinde tartışmak olanaksızdır. Türkiye
gibi ülkelerin durumu, postkolonyal tartışmaların bir parçasıdır ve
kolonizasyon terimine yeni açılımlar sağlamaktadır.
Bu iki tespitin
ardından, postkolonyal tartışmalar içerisinde Mahir’in görüşlerinin
irdelenmesine geçilebilir.
Loomba, postkolonyalizm teriminin kendisinin tartışmalı olduğunu söylemekte ve
bunu “heterojen ve dağınık” bir kapsayıcılığının olmasına bağlamaktadır.[10]
1930’larda yerkürenin yüzde 84.6’sı kolonilerden ve eski kolonilerden oluşmakta
ve bu coğrafi kapsam, kolonyalizm ve ona karşı direnişler ve tabi ki
postkolonyalizm hakkındaki görüşleri “heterojen ve dağınık” kılmaktadır.
Loomba, kitabının “Giriş” bölümünde, postkolonyalizme yönelik eleştirileri üç
kampta toplar. Bunlardan ilki, kültürel farklılıklar öne çıkarılırken ekonomik
sömürünün göz ardı edilmesidir. İkincisi, postkolonyalizmin somut durumlardan
soyutlanmış formüllere indirgenip, sadece hap şeklinde insanlara sunulan,
farklıların göz ardı edildiği bir ders konusu haline getirilmesidir. Üçüncüsü
ise Edward Said, Gayatri Spivak, Homi Bhabha gibi eleştirmenlerin yazılarına bu
inceleme alanının kendisinden daha fazla önem verilmesidir. Mahir’in yeni
sömürgecilik görüşü bu eleştirilerin üçünden de muaftır. Ekonomik sömürüyü göz
ardı etmek bir yana görüşlerinin göbeğine oturtmaktadır -ve belki de bu yüzden
tersten yani kültürel farklılıkları göz ardı ettiğinden eleştirilebilir-; somut
durumdan kopuk değildir tam aksine bir ülke özgülünde somut durumu açıklama
çabasının ürünüdür; son eleştiri ise zamansal anlamda boşa çıkmaktadır zaten
çünkü postkolonyalizm tartışmaları ve bu konudaki belli başlı ürünler
Mahirler’den sonraki döneme denk düşmektedir.
Loomba, kitabının
ilerleyen bölümlerinde, başka eleştirilere de yer verir. Bunların ilki,
postkolonyalizm teriminin “post” önekinin içerdiği “sonrası” içeriğidir. Bu
içerik bir yandan zamansal anlamda bir sonradan gelmeye, diğer yandan da
öncekinin yerini alma anlamında bir sonraya işaret eder. Ancak Loomba,
eleştirmenlerin bu ikinci anlama karşı çıktığını söyler. “Kolonyal düzenin
yarattığı adaletsizlikler” sürerken ve “doğrudan egemenlik kurmaya dayanmayan”
sömürü devam ederken bir “sonra”dan söz edilebilir mi?[11] Mahir’den yola
çıkarak bu soruya, sömürü “yeni sömürgecilik” olarak devam etse de işgal ve
fetihe dayanan kolonyalizm şekilsel bağlamda da olsa sona ermiştir, dolayısıyla
bir postkolonyallik söz konusudur diye cevap verilebilir.
Loomba’nın aktardığı
ikinci bir eleştiri ise, biçimsel kolonyalizmin son bulmasının dahi üç yüzyıl
sürmüşken, postkolonyalizmin ne zaman başladığı gibi bir sorunun cevaplanamaz
oluşudur. Bu sorunun ardında, baskıya aynı derecede ve aynı tarzda maruz
kalmayan halkların, kolonyalizme karşı çıkışlarının da farklılıklar içermesine
rağmen, “postkolonyal” teriminin toptancı bir yaklaşımla bu farklılıkları ve
“aynı zamanda birçok toplumun barındırdığı ülke içi toplumsal ve ırksal
farklılıkları”[12] perdeleyebilecek olduğu eleştirisi yatmaktadır. Loomba,
“hiyerarşinin en altında olanlar için, ‘hala ulus devletin ekonomik
marjinlerinin en ucunda’ yer alanlar için” postkolonyal teriminin geçerli olmadığını,
onların konumlarında “post” sayılabilecek hiçbir değişiklik olmadığını söyler.
Mahir’in yeni
sömürgecilik görüşü, bu postkolonyalizmin perdeleyebileceği bu farklılıklara
gereken önemi veriyor mu? Sınıfsal anlamda evet. “Oligarşik dikta” çözümlemesi
bunun ifadesidir. Ancak sınıfsal olmayan ayrımlar, örneğin, ırksal ya da
toplumsal cinsiyet ayrımları konusunda Mahir’in görüşleri de “kör”dür. Bu
yüzden Loomba’nın bu eleştirileri Mahir’i de kapsamaktadır.
Loomba,
postkolonyalizmi kolonyalizmden sonra gerçekleşen ve kolonyal egemenliğin
ölümünü gösteren bir durum olarak değil de “daha esnek bir şekilde kolonyal
tahakküme karşı koyma ve kolonyalizmin geride bıraktığı çeşitli miraslar”
olarak düşünmenin daha yararlı olduğu yönündeki fikirlere katıldığını
söylemektedir.[13] Mahir’in görüşleri de “kolonyalizmin geride bıraktığı
çeşitli miraslar”ı açıklama yönünde bir çabadır ve “emperyalizmin içsel bir
olgu olması”, “gizli işgal”, “oligarşik dikta”, “sömürge tipi faşizm”
kavramlarıyla beraber yeni sömürgeciliği sistematize bir şekilde formüle
ettiğinden postkolonyal tartışmalara bir katkı olarak görülebilir. Zira bu
olgular, çerçevelerinin belirlenip, kavramsallaştırılmalarını Mahir’e
borçludurlar.
*Sosyolog
[1] Loomba A. (2000), Kolonyalizm Postkolonyalizm, çev: Mehmet Küçük, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
[2] Ferro, M. (2002), Fetihlerden Bağımsızlık Hareketlerine Sömürgecilik
Tarihi, çev: Muna Cedden, İstanbul: İmge Kitabevi
[3] Nkrumah, K. (1966), Emperyalizmin Son Aşaması Yeni Sömürgecilik, çev: A.
Sarıca, İstanbul: Gerçek Yayınevi
[4] Emperyalizmin bunalım dönemleri teorisi, Lenin tarafında formüle edilmiş,
SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi tarafından geliştirilmiştir. [SSCB
Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi (1996), Politik Ekonomi Ders Kitabı 1-2,
çev: İsmail Yarkın, İstanbul: İnter Yayınları]
[5] Çayan, M. (2004), Bütün Yazılar, İstanbul: Boran Yayınevi, 380
[6] Çayan, M. (2004), 380
[7] Çayan, M. (2004), 391
[8] Çayan, M. (2004), 392
[9] Çayan, M. (2004), 388
[10] Loomba, A. (2000), 11
[11] Loomba, A. (2000), 24-25
[12] Loomba, A. (2000), 25-26
[13] Loomba, A. (2000), 29
MUSTAFA EREN*
Bir Gün