Türk-İş’te muhalif sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’na ilişkin görüş ve önerilerini açıkladı.
Kanun Tasarısı’nın 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan ve sendikal örgütlenme ile toplu pazarlık hakkı konusunda özgürlükçü ortamı kısıtlayan bir anlayışı yansıtan 2821 ve 2822 sayılı Yasaları çağdaşlaştırma, özgür ve demokratik bir örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı kurma hedefinin oldukça uzağındas olduğunu kaydeden SGBP, “Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı, uygulamaya dönük bazı maddelerde olumlu düzenlemeler getiriyor olmakla birlikte, tasarının tümüne egemen olan ruh ve felsefesiyle, özgürleşme umutlarını yok eden bir mahiyettedir dedi. Yasa Tasarısı ILO, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı’na aykırı olduğu belirtilen açıklamda, Türkiye’de sendikal hareketin örgütlenmesinin önündeki engelleri de kaldırmadığı görüldüğü vurgulandı.
Tasarının içeriğine ilişkin şu eleştiriler sıralandı:
-Sendikal örgütlenme hakkının kısıtlanması devam etmektedir: Emeklilere, evde çalışanlara, çıraklara ve stajyerlere de sendikal örgütlenme haklarının tanınmaması önemli bir eksikliktir.
-Sendika kavramından korkulmaktadır: Yasa Tasarısı’nda bir diğer önemle üzerinde durulması gereken husus sendika kavramı yerine “kuruluş” kavramının getirilmiş olmasıdır. Uluslararası alanda kabul gören sendika kavramının içi boşaltılmak istenmektedir. Benzer şekilde “üst kuruluş” kavramının sadece konfederasyon tipi örgütlenmeyi öngörmesi de yasanın bir diğer eksikliğidir. Sendikaların kendi aralarında gönüllü birleşmelerine ve örgütlenmelerine yer verilmemesi ILO normlarına aykırı bir düzenleme olarak görülmektedir.
-Tek işkolunda örgütlenme kısıtı devam etmektedir: Yasa Tasarısı’nda sendikaların tek işkolunda faaliyet göstermesine yönelik kısıt devam ettirilmiş olup, Anayasa değişikliğinin gerekçesi olarak gösterilen 87 Sayılı ILO Sözleşmesi’ne aykırılık devam etmektedir.
DÜNYADA ÖRNEĞİ OLMAYAN SEKTÖR TANIMLARI YAPILIYOR
-İşkolları sorunu örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının kullanımını kısıtlayıcı bir nitelik kazanmıştır: Tasarı’da mevcut işkolları sayısı da 28’den 21’e düşürülmüştür. Türkiye’deki mevcut durumda dünyada örneği olmayan sektör tanımlamaları yapılmıştır. Bunların düzeltilmesi gerekmektedir. Ancak, halihazırda yapılan işlemin kendisi de uluslararası sözleşmelere aykırıdır. ILO’nun standartları, uluslararası bir bağlayıcılık ve tek tiplilik esasına göre belirlenmemiştir. Bu standart, mesleklerin ayrımını ve bağlantılarını göstermektedir. Bunun dışındaki standartlar da benzer amaçlar taşımaktadır. AB’nin de bu alanda benzer bir kriteri yoktur. Hele üye ülkeler özelinde bakıldığında “sendikaların sadece tek işkolunda örgütlenebileceğine” ilişkin bir hüküm de bulunmamaktadır. Bir diğer deyişle Türkiye’deki sendikal harekete dayatılan işkolu örgütlenmesinin kendisi anti-demokratiktir. Siyasi iktidarca yandaş sendikaları koruyucu düzenlemeler yapılarak bir kez daha tasarının ne için ve kimin çıkarları için yapıldığı gözler önüne serilmiştir.
TAŞERON İŞÇİLER ÖRGÜTLENEMEYECEK
-Türkiye’nin en can yakıcı sorunu olan taşeronlaşma ve güvencesiz çalışmaya karşı herhangi bir tedbir alınmamıştır: Yasa Tasarısı’nda asıl iş ve yardımcı işler ayrımı yapılmıştır. Taşeron işçilerinin çırak, stajyer, çağrı üzerine çalışanların, evden çalışanların örgütlenme hakkı ortadan kaldırılmaktadır. Özellikle taşeron işçilerin toplu iş sözleşmelerinden yararlanabilmeleri ve işyerlerinde örgütlü olan sendikalara üye olabilmelerine ilişkin düzenlemelerin eksikliği Türkiye’de kamuda bile sayıları yaklaşık 500.000’i bulan taşeron işçilerinin örgütlenmesinin önünde bir engeldir. Bu yapı, Türkiye’deki iş kazalarının artmasına, iş sağlığı ve güvenliği açısından yarattığı ortamın daha da kötüleşmesine neden olacaktır.
-Üyelikte noter şartı kaldırılmış ama yerine idarenin vesayeti getirilmiştir: Yasa Tasarısı’nda yer alan üyelik ve üyelikten çekilme için noter şartının kaldırılarak e-devlet sisteminin getirilmesi idarenin kontrolüne bırakılmış bir sistem yaratmaktadır.
-Sendikal güvenceler ILO sözleşmelerine uygun değildir: Yasa Tasarısı ile sendika yöneticileri ile sendika temsilcilerinin güvencelerine yönelik kısmi iyileştirmeler yapılmış olmakla birlikte, ILO’nun 135 Sayılı Sözleşmesi’ne aykırılıklar devam etmektedir. Benzer şekilde sendikal haklarını kullanmaları nedeniyle işten çıkarılan işçilere yönelik mutlak işe iade hakkı getirilmeyerek sadece tazminat mekanizması düzenlenmiş, burada mevcut yasadan bile geri olan bir düzenleme yapılmıştır.
SİYASİ YASAKLAR KORUNUYOR
-Siyaset yasakları olduğu gibi devam etmektedir: Tasarı, mevcut kanunlardaki siyasi yasaklarla ilgili düzenlemeleri “olduğu gibi” korumaktadır. Bunun ILO sözleşmelerine uygun bir biçimde yeniden düzenlenerek sendikalara ve sendikacılara siyaset yolunun açılması gerekmektedir.
YENİ BARAJLAR GETİRİLİYOR
-İşkolu barajı kaldırılmamakta ve yeni baraj getirilmektedir: Yasa Tasarısı’nda ehliyet barajı % 10’dan % 1’e düşürülmüş ve hiçbir bilimsel gerekçesi olmayan asgari 2.000 üyeye sahip olma gibi ek bir zorunluluk getirilmiştir. Bağımsız sendikaların toplu pazarlık hakkı yok edilmiştir. Yetkiye ilişkin getirilen Geçici 6. Madde ise örgütlenme özgürlüğüne ve toplu pazarlık hakkının kullanımına ilişkin idareye yeni bir müdahale biçimi ve hakkı getirmektedir. Geçici 6. Madde ile öncelikle 5 yıl boyunca herhangi bir işçi konfederasyonuna üye olmayan bağımsız sendikalar için işkolu barajının % 3 olarak uygulanmasına ilişkin düzenleme Anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır. Örgütlenme hürriyetinin kullanımında konfederasyon üyeliği ile herhangi bir konfederasyona üye olmayan sendikanın eşit haklara sahip olması gerekir. Hak öznesi sendikadır. Dolayısıyla yapılan düzenleme ile hak özneleri arasında ayrım yapılmaktadır. Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ilkesi zedelenmiştir. Söz konusu Geçici Madde 6’da daha da vahim bir durum vardır. Kanunun yayım tarihinden itibaren 5 yıl süreyle % 1 olan işkolu barajının Bakanlar Kurulunca % 3 ile % 0.5 arasında belirlenmesine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Hükümete verilen yetki özgür toplu pazarlık hakkını ortadan kaldırıcı, vesayetçi ve devlet müdahalesi yaratan bir düzenlemedir. ILO sözleşmelerine ve Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa Mahkemesi’nin, Tasarı ile baraj konusunda Bakanlar Kuruluna tanınan yetkinin "yasama yetkisinin devri anlamına geleceğine" dair pek çok kararı bulunmaktadır. Ayrıca bu husus “hukuki güvenlik ilkesi”ne de aykırıdır.
YETKİ PROSEDÜRÜ UZUN
-Toplu pazarlık sürecini kısıtlayan düzenlemeler kaldırılmamıştır: Önerilen Yasa Tasarısı’nda toplu pazarlık sürecine başlayabilmek için gerekli olan yetki prosedürü yine çok uzun tutulmuştur. Yetki itirazı düzenlenirken olumlu tespit yapılması durumunda da olumsuz tespit yazısında da aynı süreç işletilmekte ve mahkemeye itiraz koşulları düzenlenmektedir. Gerek 275 sayılı, gerekse de 2822 sayılı Yasaların yaklaşık 48 yıllık uygulanmasında, işverenlerin özellikle ilk kez gerçekleşen örgütlenmelerde işyerinde çoğunluğun olduğunu bilmelerine karşın, kötü niyetle itiraz yolunu seçtikleri ve mahkemelerin işleyişi dolayısıyla sistemin tıkandığı bilinmektedir. Çok küçük işyerlerinde bile yetki tespiti davaları yıllarca sürmekte, bazı durumlarda 6-7 yılı bulmaktadır. Böylece kâğıt üstündeki görünür haklara karşılık fiili olarak, toplu sözleşme hakkının kullanımı engellenmiş olmaktadır.
-12 Eylül hukukunun yarattığı anti-demokratik Yüksek Hakem Kurulu devam etmektedir: Yüksek Hakem Kurulu’na ilişkin maddelerde mevcut yasadan çok farklı düzenlemeler söz konusu değildir. Öncelikle, 12 Eylül döneminin anti demokratik kurumunun devam ettiriliyor olması başlı başına eleştirilecek bir konudur. Grev oylamasından greve hayır çıkması durumunda, grev ertelemelerinde YHK’ya zorunlu başvuru koşulu getirilmesi de anti demokratik bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Özgür toplu pazarlık hakkına müdahale anlamına gelen bu düzenlemenin varlığını koruyor olması, ILO’nun 98 Sayılı Sözleşmesi’ne aykırılık halinin devam niteliğindedir.
GREV HAKKI KISITLANIYOR
-Grev hakkının kısıtlanması: Grev hakkına ilişkin hiçbir değişikliğin yapılmamış olması bu Tasarı’nın yetersizliğinin bir başka göstergesidir. “Kanundışı grev” tanımının değiştirilmemesi, işyerindeki her türlü demokratik tepkinin kanundışı grev olarak tanımlanması ve bu çerçeve içerisinde getirilen yaptırımlar ve cezalar demokratik hak kullanımını zedelemektedir. Aynı şekilde kanuni bir grev esnasında 2822 sayılı Yasa ile getirilen kısıtlamaların kaldırılmaması da bu görüşümüzü destekler niteliktedir. Kolektif haklarının kullanımının engellenmesi ya da demokratik hak arayışlarının kanundışı grev olarak değerlendirilmesi anti-demokratik ve baskıcı bir görüşü yansıtmaktadır. Taslakta kanuni grev tanımının yapılarak sadece menfaat uyuşmazlıkları halinde yapılan grevin kanuni grev olarak tanımlanmış olması, hak grevi olan türlerin kanun dışı grev tanımının içerisine alındığını göstermektedir. AKP, 2010 yılındaki Anayasa Referandumu’nda halka Anayasa’da bu tür grevlere yönelik yasakların kalkacağı beyanında bulunmasına rağmen yasakların devam ettiği görülmektedir. Özellikle dayanışma grevleri, hükümet politikalarını protesto etmek için yapılan eylemlerin ve genel grev gibi grev türlerinin yasaklanması ILO Sözleşmelerine ve Avrupa sosyal Şartı’na da aykırı bir durum ortaya çıkarmaktadır.
GREV YASAKLARI SÜRÜYOR
-Grev yasaklarına ilişkin düzenlemeler de ILO’nun 98 Sayılı Sözleşmesi’ne aykırı bir biçimde devam etmektedir: Özellikle, su, termik santralleri besleyen linyit üretimi, noterlik hizmetlerinde, şehir dışı deniz, kara ve demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu ulaştırma işlerinde, aşı ve serum imal eden müesseselerle, klinik, sanatoryum prevantoryum, dispanser ve eczane gibi sağlıkla ilgili işyerlerinde, eğitim ve öğretim kurumlarında, çocuk bakım yerlerinde ve huzurevlerinde grev yasaklarının kaldırılmış olması anlamlıdır. Ancak yeterli değildir. Özellikle 98 sayılı ILO Sözleşmesi’ne ve doktrine aykırı bir biçimde şehir şebeke suyu, şehir içi toplu taşıma işlerinde, bankacılık hizmetlerinde, nafta veya doğal gazdan başlayan petrokimya işleri, doğalgaz petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı işleri ve MSB tarafından işletilen askeri işyerlerinde grev yasağının devam etmesi yasakçı zihniyetin devam ettiğini gözler önüne sermektedir.
GREV ERTELEMESİ FİİLİ GREV YASAĞIDIR
-Grev ertelemesi bir müdahale aracı olarak varlığını korumaktadır: “Toplum zararı ve milli servetin tahrip edilmesi” gibi belirsiz olan geniş ifadelerle grevin, bir tarafın veya Çalışma Bakanlığı’nın başvurusu üzerine Bakanlar Kurulunca durdurulması özgür toplu pazarlık hakkına müdahaledir. Toplu pazarlık sürecinde yoruma açık belirsiz bir ifade ile sendikanın elindeki tek silah olan grev hakkına müdahale edilmesi toplu pazarlık sisteminin özgür olması ilkesine aykırılığından dolayı 87 ve 98 Sayılı Sözleşmelere aykırılık teşkil eder. Grev erteleme süresi sonunda greve devam edilememesine ilişkin düzenleme fiili grev yasağı anlamına gelmektedir.
-Cezalar ağır ve orantısızdır: Yasa Tasarısı’nda özellikle cezaların miktarının yüksek tutulması ise Yasa’nın demokratikleştirilme gerekçesine uymamaktadır. Özellikle, yasa dışı grev ve eylemlerde Anayasa’daki değişikliğe rağmen sendika tüzel kişiliğinin sorumlu tutulmasına yönelik hükmün korunuyor olması da başka bir aykırılıktır.
SENDİKALARA TV VE RADYO KURMA YASAĞI
Radyo ve televizyon kurma yasağı devam etmektedir: Mevcut yasalara ilişkin bir diğer eleştiri konusu ise sendikaların radyo veya televizyon kurmalarına ilişkin yasaktır. ILO Uzmanlar Komitesi çeşitli kararlarında bu hakkın kısıtlanmasının 87 sayılı Sözleşme’ye aykırılığını dile getirmiştir. Söz konusu yasak Anayasa’ya ve ILO Sözleşmelerine aykırıdır.
SGBP, açıklamasında “Yasa tasarısı 12 Eylül’ün yasakçı zihniyetini devam ettirmektedir. Sendikal Güç Birliği Platformu, AKP Hükümeti tarafından TBMM’ye sevk edilen bu tasarıya karşıdır. Platform olarak bu tasarının sahiplerini, tasarıyı geri çekmeye davet ediyoruz. Tasarıyı özgürleşme ihtiyacına cevap verecek tarzda yeniden düzenlemeye çağırıyoruz. Özgür ve demokratik bir sendika ve toplu pazarlık yasası ile aşağıdaki taleplerimiz karşılanmalıdır” çağrısında bulundu.
EmekDunyasi.Net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder