6 Kasım 2012 Salı

YÖK 32 yaşında: Üniversitelere vurulan pranga yenileniyor




Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) yeni kuruluş yılında süprizini yeni taslağını kamuoyu ile paylaşarak gerçekleştirdi. Yeni tasarı taslağı, AKP iktidarının yeni YÖK’ünün son rötuşu olacak.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Gökhan Çetinsaya, geçtiğimiz gün genel kurul üyeleriyle Yükseköğretim Kurulu'nda bir basın toplantısı düzenleyerek yeni YÖK kanunu taslağını hazırladıklarını açıkladı. Yasa taslağı çalışmalarının belli bir olgunluğa eriştiğini söyleyen Çetinsaya, dün itibarı ile yeni yasanın ''yok.gov.tr'' adresi üzerinden kamuoyuna açıklandığını belirtti. Çetinsaya, ''Hedefimiz yeniden şekillendirilecek yasa önerisini aralık ayında ilgili makamlara teslim etmek'' dedi. Ayrıntıları daha önce de basında yer alan yeni taslakta yükseköğretim kurumlarının yeni yapıları, işlevleri, yönetim biçimleri ve YÖK’ün yeni dönem görevleri ayrıntılı biçimde şekillendiriliyor.
Bu hali ile yasakçı ve baskıcı özellikleri ile bilinen kurum, piyasa ile uyumu ve piyasaya bağımlılığı ile de istenilen düzeye gelmiş olacak. Çetinsaya 3 Kasım’da yaptığı açıklamada bu taslak ile Anayasa değişikliği önerisi başvurusu yapacaklarını söylemişti. Taslağa göre, kurulun adı Türkiye Yükseköğretim Kurulu olarak değiştirilecek, bununla birlikte Rektörler Kurulu'nun yanı sıra en az 15 yıldır faaliyet gösteren üniversitelerde "üniversite konseyi" oluşturulacak. Konsey, rektör ve dekan atamalarını yapabilecek.
Rektörler kurulu
Taslağa göre kurulun en üst karar organı olan Yükseköğretim Genel Kurulu, başkan dahil 21 üyeden oluşacak. Üyelerden 5'i siyasi parti gruplarının göstereceği adaylar arasından TBMM tarafından, 5'i Cumhurbaşkanı, 5'i üst düzey kamu görevlileri veya profesör unvanına sahip öğretim üyeleri arasından Bakanlar Kurulu'nca; 6'sı ise kendi üyesi olmayan profesörler arasından Rektörler Kurulu'nca seçilecek.
Cumhurbaşkanı kurul üyelerinden birini başkanlığa atayacak. Rektörler Kurulu da yükseköğretim kurumlarının rektörlerinden oluşacak. Rektörler Kurulu, kendi üyeleri arasından iki yıl için bir başkan ve iki başkan yardımcısı seçecek. Bu kurulun da aslında YÖK’ün eski iktidar yanlısı yapısının çok da değiştirmediği, bileşenler ve seçilme dinamikleri incelenince görülebiliyor.
Üniversite Konseyleri
Tasarıda getirilen önemli değişikliklerden birisi de "Üniversite Konseyleri"nin oluşturulması önerisi. Taslakta belirtildiği şekliyle "Devlet üniversitelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile kurulacak olan Üniversite Konseyi’nin kuruluş şartları arasında, şu anki tartışmalar itibariyle, en az 10 yıldan beri faaliyette olması; son 5 yıl içinde yükseköğretim kurumunun bütçesinin, Kurul tarafından belirlenen miktarının kendi öz gelirlerinden elde edilmesi; öğretim elemanlarının son 3 yıllık akademik faaliyet puan ortalamasının, 10 yıldır faaliyetini sürdüren devlet üniversitelerinin öğretim elemanlarının ortalamasından fazla olması; öğretim elemanlarının en az üçte ikisinin katıldığı bir oylamada katılanların salt çoğunluğunun oyu ile kabul edilmesi ya da oylama olmaksızın Yükseköğretim Kurulu tarafından doğrudan Bakanlar Kurulu'na teklif edilmesi gibi şartlar" bulunuyor.
Paran varsa üniversite yönetebilirsin
11 üyesi olması belirlenen Üniversite Konseyinin üyelerinden 5’i farklı fakültelerin idari görevi bulunmayan öğretim üyelerinden, 2’si Bakanlar Kurulu tarafından, 2’si YÖK tarafından seçilecek. Bu seçilen 9 üye kalan 2 üyeden birini ilgili üniversitenin mezunları arasından, diğerini ise üniversitenin bulunduğu ilde "en çok vergi veren" veya "üniversiteye en çok bağış yapan" kişiler arasından seçecek. Yeni düzenleme ile geçtiğimiz yılın vergi rekortmenleri Semahat Sevim Arsel ve Rahmi Koç gibi isimleri üniversitelerin en üst yönetim organında görebilmek mümkün olacak.
Üniversite Konseylerinin görevleri
Üniversitelerin önümüzdeki dönemde en yetkili kurulu olacak Üniversite Konseylerinin görev tanımı taslakta şu şekilde belirtiliyor:
Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırım programını karara bağlar; üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversite yönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar.
Tasarıya göre rektör seçimleri
Yani düzenlemelerle rektör atama ve seçim süreci de değiştiriliyor. Farklı kategorilerdeki üniversiteler için farklı yöntemler uygulanacak olsa da, temelde üniversitenin esas bileşenlerinin iradesini dışlayan rektör atamaları devam edecek. Akademisyenlerin seçtiği rektörlerin yerine, iktidara yakın adayların düşük oy almalarına karşın Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına yönelik yoğun tepki oluştuğu biliniyor. Bu model ile Cumhurbaşkanının prestiji korunurken, aynı süreç adı değişmiş başka kurumlar tarafından yürütülecek.
Yeni kanuna göre Üniversite Konseyi bulunan üniversitelerde Rektör bu irade tarafından atanacak. Konsey tarafından bir Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu oluşturalacak. Bu komisyon rektörlük için 3 aday belirleyecek. Belirlenen 3 adaydan biri Üniversite Konseyi tarafından seçilerek rektör olarak atanacak.
"Kurumsallaşmış" fakat Üniversite Konseyi bulunmayan üniversitelerde YÖK tarafından belirlenmiş bir komisyon süreci yönetecek. Bu komisyon Üniversite Konseyi’ne benzer şekilde 2’si YÖK tarafından bizzat atanmış, 4’ü üniversitede rektörlük ve dekanlık yapmış öğretim üyeleri arasından, 1 tanesi mezunlar arasından, sonuncusu ise en çok vergi ödeyen veya en çok bağış yapanlar arasından seçilecek. Oluşturulan bu komisyon rektörü belirleyecek.
"Az gelişmiş" üniversitelerde ise bizzat YÖK rektörü atayacak. Özel üniversitelerde de rektörler mütevelli heyetleri tarafından seçilecek.
Piyasa tekelinde bilim anlayışı temel alınacak
Taslakta üniversitelerde araştırma yapılmasının önemi üzerinde uzun uzun durulurken, bir yandan da bu olanakların geliştirilmesi için YÖK’ün gerekli desteği sağlayacağı teminatı veriliyor. YÖK’ün bu anlayışla oluşturduğu yeni kurum ise Bilgi Lisanslama Ofisleri. Bu Ofisin görev tanımı ise şu şekilde veriliyor:
Araştırmacıların yapacağı tanıtım faaliyetleri ile bilimsel çalışmaları ticari değeri yüksek konulara yönlendirmek, pazarda ihtiyaç duyulan bilgileri belirleme çalışmalarını yürütmek, araştırma sonunda üretilen bilgilerin ticari potansiyelini belirleme çalışmalarını yürütmek, ticari değeri olan bilgileri fikri mülkiyet kapsamında koruma altına alma çalışmalarını yürütmek, ticari değeri olan bilgilerin kullanıcı kişi, kurum ve kuruluşlara pazarlama, lisanslama veya devir ile transferini yapmak, bilgilerin sanayi şirketlerinde veya AR-GE merkezlerinde ürüne dönüştürülmesi çalışmalarına destek hizmetleri sunmak, bilgilerin satışından elde edilen gelirlerin yönetilmesi konularında faaliyet göstermek
Taslağın girişinde yeni yükseköğretim kanununun 5 "ilke" temel alınarak düzenlendiği belirtiliyor. Söz konusu "ilkeler" çeşitlilik, kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik, performans değerlendirmesi ve rekabet, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı, kalite güvencesi şeklinde sıralanıyor. Bu "ilkeler" ışığında oluşturulacak yeni YÖK adımı ile AKP, üniversite başlığında önemli bir virajı gerisinde bırakmış olacak.


(soL - Haber Merkezi)



10 Ekim 2012 Çarşamba

Yemekhane boykotu Beyazıt'ta

İstanbul Üniversitesi’nde yemekhane ücretlerine yüzde 75 oranında zam yapılmasının ardından öğrencilerin düzenlediği boykot sürüyor.

İstanbul Üniversitesi’nde yemekhane ücretlerine yapılan zamma karşı başlayan boykot etkisini arttırarak sürüyor.
Yemek fiyatlarına yüzde 75 zam yapılması nedeniyle öğrencilerin başlattığı yemekhane boykotu, Çapa ve Avcılar’ın ardından önceki gün Beyazıt Kampüsü’nde de başladı.
Boykota ilişkin bir de basın açıklaması yapılırken, AKP’nin harç yalanına dikkat çekildi. Eskiden bir dönemde ödenen 200 TL harç yerine şimdi sadece yemekhane fiyatlarına yapılan zam dolayısıyla 330 TL ödeneceği ifade edildi.
Öğrencilerin boykota başlamasının ardından rektörlük "çözüm" bulmak için öğrenci temsilcilerini rektörlüğe davet etti.
(soL - Haber Merkezi)

NATO AKP'ye gaz veriyor

Emperyalistler Suriye konusunda doğrudan bir savaşa girmeme tercihini korurken, AKP iktidarını Suriye üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmaya devam ediyor. NATO’dan gelen son açıklamalar AKP’nin tezkere ve misilleme siyasetini olumlarken, Suriye’ye askeri müdahalenin öncelikli tercih olmadığı görüşünü yineledi
NATO savunma bakanları toplantısı öncesinde basına konuşan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, “Türkiye uluslararası hukuka göre kesinlikle kendini savunma hakkına sahip. Türkiye muhakkak NATO dayanışmasına güvenebilir. Gerekirse Türkiye'yi savunmak ve korumak için bütün planlar mevcut, fakat umarım buna gerek kalmaz. Umarım tüm taraflar teenni gösterir ve krizin tırmanmasından kaçınılır” dedi. 

Rasmussen, "Suriye'de doğru çıkış yolu siyasi çözümden geçiyor. Uluslararası toplumdan Suriye rejimine tek ses olarak ve güçlü şekilde, Suriye halkının meşru taleplerinin karşılık bulması yönünde mesaj gitmeli" ifadesini kullandı. 

Suriye’nin bir Türk savaş uçağını düşürmesinin ardından olduğu gibi Akçakale olayından sonra da, üye bir ülkeye saldırı durumunda ortak yanıt vermeyi içeren 5. maddeyi gündeme almayan NATO’nun bu çıkışı düşündürücü. 

Doğru çıkışı “siyasi çözüm” olarak gösteren Rasmussen’in bir yandan da savaş tezkeresi alan ve “misilleme” adı altında Suriye’ye askeri saldırılarda bulunan AKP iktidarını desteklemesi, çatışmanın yükünü Türkiye’ye yıkan AKP’yi teşvik anlamına geliyor.

İran’dan ‘NATO müdahaleye hazırlanıyor’ iddiası 
İran’ın ruhani lideri Ali Hamaney’in danışmanı ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti, Fars Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada NATO’nun Suriye’ye yönelik kara harekatı başlatma hazırlığı içinde olduğunu ileri sürdü. NATO’nun müdahale için Türkiye’ye düşen bombaları gerekçe göstereceğini söyleyen Velayeti, “Bugün NATO Suriye’ye karşı tehditlerini artırma ve üyelerinden bir tanesinin, Suriye’nin komşusunun tehdit altında olduğunu öne sürerek Suriye’ye girme hazırlığı içinde” diye konuştu. 

BM’den Suriye’ye tek taraflı ateşkes çağrısı
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon da, Suriye yönetiminden tek taraflı ateşkes ilan etmesini ve muhalif güçlerin de ilan edilecek bu ateşkese uymasını istedi. Ban, “Suriye'deki durum artık tahammül edilemez bir hale geldi. Halkın bu kadar acı çekmesi dayanılmaz bir durum” dedi. 

Sendika.Org

DİSK: 'AKP hükümdarlığına karşı direneceğiz'

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), dün meclise yürümek isteyen işçilere yapılan sert müdahaleye ilişkin bir açıklama yayınladı. Açıklamada, “AKP hükümdarlığına karşı direneceğiz” denildi.
Mecliste görüşmeleri süren “Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı”na karşı dün yapılan eyleme polisin sert müdahalesinin ardından DİSK’ten bir basın açıklaması geldi.





"Polis maskesi takmış AKP şiddetiyle karşılaştık"

İşçi sınıfının haklarına geniş bir saldırı içeren yasayı protesto için TBMM kapısına yaptıkları yürüyüşte polis maskesi takmış AKP şiddetiyle karşılaştıklarının vurgulandığı açıklamada, Paraya tapan, dini imanı para olan, sendikalar yasasını sendikasızlaştırma yasasına dönüştürenlerin, devlet terörünü işçiden de esirgemediği ifade edildi.
İşçilere barikat kurulduğu ve saatlerce gaz sıkıldığının belirtildiği açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Onlar ne kadar saldırırlarsa saldırsın, yaratmak istedikleri güvencesiz topluma ne kadar mahkum etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, susmayacağımızı, yılmayacağımızı ve hükümdarlıklarına karşı sonuna kadar direneceğimizi unutmasınlar.
Gerçek mücadeleci sendikal anlayışı tasfiye etmek ve örgütlülüğünü ortadan kaldırmak için hazırlanan bu yasanın 6,5 milyon işçi için, yani tüm kayıtlı ücretli çalışanların yüzde 58’i için fiili toplusözleşme yasağı anlamına geldiğini; 12 Eylül askeri cuntasından miras alınan ve dünyanın hiçbir ülkesinde karşılığı olmayan, işçi-işveren ilişkisine devletin müdahale etmesi anlamına gelen sendikal barajların arkasına sığınmak isteyenler olduğunu; üstelik bütün bunları demokrasi maskesi adı altında yaptıklarını sözün hükmü bitene kadar anlatmaya devam edeceğiz.”
(soL - Haber Merkezi)

Chavez: 'Suriye’ye destek vermeye devam edeceğiz'

Pazar günü seçimlerden galibiyetle çıkan Chavez, Beşar Esad yönetimine destek olmaya devam edeceklerini açıklarken, Suriye’de yaşanan krizle ilgili ABD’yi sorumlu tuttu.

Pazar günü seçimlerden galibiyetle çıkan ve art arda dördüncü dönemini kazanan Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, salı günü bir basın toplantısı düzenledi.
PressTV’nin haberine göre, Suriye’de yaşanan krizle ilgili açıklamalarda bulunan Chavez, Beşar Esad yönetimine destek vermeye devam edeceklerini belirtirken, “Beşar Esad yönetimi Suriye’nin meşru yönetimiyse ona nasıl destek vermeyebilirim?” diye sordu.
Suriye hükümetine saldıran grupları terörist olarak nitelendiren Chavez, “Sağda solda dolaşıp insanları öldüren teröristleri mi destekleyeceğiz?” diye sordu.
Suriye’de yaşanan krizle ilgili “en çok suçlanması” gereken aktörün ABD olduğunun altını çizen Chavez, “Şimdi, Obama tekrar seçildiği takdirde arkasına yaslanmalı ve düşünmeli; aynı şeyi Avrupa yönetimleri de yapmalı” diye konuştu.
Haberde ayrıca, Venezuela Devlet Başkanı’nın Rusya ve Çin’i, BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye karşıtı kararları üç kez veto ettikleri için “takdir ettiği” belirtildi.
Bununla birlikte, Chavez yönetimi, ABD ve Avrupa’nın uyguladığı yaptırımlarla ekonomisi hasar alan Suriye’ye dizel yakıt yardımı yapmayı sürdürüyor.
(soL- Dış Haberler)

3 Ekim 2012 Çarşamba

Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP'den ortak açıklama 'AKP'nin savaş politikalarına karşı Taksim'deyiz'

Akçakale'de meydana gelen ölümler üzerine ortak bir açıklama yapan Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP, AKP'nin savaş politikalarına karşı olan herkesi yarın saat 19:00'da İstanbul'da Taksim Meydanı'na çağırdı.
Akçakale'de meydana gelen ölümler üzerine Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP'den ortak bir açıklama yapıldı. Açıklamada "ölümlerin sorumlusu AKP" denilirken şu ifadelere yer verildi:

"AKP'nin emperyalistlerin teşviki ile sürdürdüğü bölgesel savaş çığırtkanlığı, Suriye'de iç savaşı kışkırtma hamleleri, giderek tırmandırdığı savaş politikaları Akçakale'de yitirilen canların sorumlusudur.

AKP'nin savaş politikalarına karşı olan herkesi yarın (4 Ekim Perşembe günü) saat 19:00'da İstanbul'da Taksim Meydanı'na çağırıyoruz.

Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP"

(soL -Haber Merkezi)

Başbakanlık'tan açıklama 'Suriye vuruldu'

Başbakanlık'tan yapılan yazılı açıklamada Suriye'nin Akçakale'deki patlamadan sonra vurulduğu belirtildi.
Başbakanlık'tan yapılan yazılı açıklamada Suriye'nin Akçakale'deki patlamadan sonra vurulduğu belirtildi.

Başbakanlık açıklamasında, ''Bu menfur saldırıya, sınır bölgesindeki Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından angajman kuralları doğrultusunda anında gereken karşılık verilmiş, radarla tespit edilen Suriye'deki noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur'' ifadelerine yer verildi.

Başbakanlık'tan yapılan açıklamada, ''Türkiye angajman kuralları ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde, Suriye rejiminin, ulusal güvenliğimize yönelik bu tür provokasyonlarını asla karşılıksız bırakmayacaktır'' denildi.


Başbakanlıktan yapılan açıklama şöyle:

"Bugün saat 16.30 sularında Suriye rejim güçlerince açılan top ateşi sonucunda, Şanlıurfa’ya bağlı Akçakale ilçemizde 5 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 9 vatandaşımız da yaralanmıştır.

Bu menfur saldırıya, sınır bölgesindeki silahlı kuvvetlerimiz tarafından angajman kuralları doğrultusunda anında gereken karşılık verilmiş; radarla tespit edilen Suriye’deki noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur.

Olayla ilgili olarak Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla Dışişleri Bakanlığımız tarafından gerekli diplomatik girişimler derhal başlatılarak, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon ve Birleşmiş Milletler Konseyi üyesi bazı ülkelerin dışişleri bakanları ile telefon görüşmeleri yapılmıştır.

Bu çerçevede NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen ile de bir telefon görüşmesi yapılmış; NATO Konseyi’nin acil olarak toplanması kararlaştırılmıştır.

Türkiye, angajman kuralları ve uluslararası hukuk çerçevesinde, Suriye rejiminin ulusal güvenliğimize yönelik bu tür provokasyonlarını asla karşılıksız bırakmayacaktır.

Olayda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabır ve metanet; yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Kamuoyuna duyurulur."

(soL -Haber Merkezi)

Tersanelerde 152. iş cinayeti!


Gün geçmiyorki bir iş cinayeti haberi gelmesin. Son iş cinayeti haberi gerekli olan iş güvenliği önemlerinin alınmaması nedeniyle sık sık gündeme gelen tersanelerden.

2 Ekim günü saat 11’de Çiçek Tersanesi’nde kadrolu olarak çalışan Bekir Seven isimli tersane işçisi başına düşen iskele demiri sonucu ağır yaralı olarak Tuzla Gisbir Hastanesine kaldırıldı. Yapılan tüm müdahalelere rağmen Samsun Bafra doğumlu 53 yaşındaki evli ve 2 çocuk babası Bekir Seven bugün (3 ekim) sabaha karşı yaşamını yitirdi.

Bekir Seven’in hayatını kaybetmesiyle tersanelerde yaşanan 152 nci iş cinayeti, AKP Hükümetinin işçi sağlığı ve iş güvenliğini taşerona devrederek patronların daha fazla kâr etmesini sağlamak ve maliyeti sıfıra indirme planının bir sonucu olduğunun kanıtı niteliğinde.

Limter-iş Sendikası tarafından yapılan açıklamada, alınmayan iş güvenliği nedeni ile canını çocuklarına ekmek götürmek için çalıştığı işte bırakan Bekir Seven’in ailesine ve arkadaşlarına baş sağlığı dilenirken, sorumluların yargılanması ve cezalandırılması talep edildi.

(soL- Haber Merkezi)

Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesi'nde 'gerçek açılış


Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde polis ve özel güvenlik ablukalı, biber gazlı ve gözaltılı açılış törenine karşılık Cebeci Yerleşkesi'nde "gerçek açılış" yapıldı. 800'e yakın öğrenci, akademisyen ve çalışan gerçek açılışta buluştu.



Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki açılışa rektör daveti ile katılmasına karşı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Aziz Köklü Salonu'nda "gerçek açılış" yapıldı.

Açılış öncesi Cebeci Yerleşkesi girişinde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Eğitim Sen 5 Nolu Şubesi tarafından yapılan basın açıklamasında üniversitelerin özgür ortamlar olmaktan çıktığına, Türkiye şartlarında özgür düşünceden söz edilemeyeceği vurgulandı.

'İfade özgürlüğü ve üniversite' dersi işlendi
Açıklamanın ardından gerçek açılış için Aziz Köklü Salonu'na geçildi. İsmail Beşikçi, Kerem Altıparmak, Banu Güven, Müge Tuzcuoğlu ve İrfan Aktan'ın konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte "İfade Özgürlüğü ve Üniversite" konulu ders işlendi.

Ders kapsamında tutuklu gazetecilere ve öğrencilere, yeni YÖK yasasına, disiplin yönetmeliğine ve ülkede giderek yükselen faşizme ilişkin konular anlatıldı.

(sendika.org)

Anadolu Üniversitesi'nde ileri demokrasi rüzgârları: 44 öğrenciye 'bildiri' soruşturması



Anadolu Üniversitesi’nde okul başlangıcından bu yana onlarca öğrencinin gözaltına alınmasının ardından şimdi de 44 öğrenci hakkında okulda afiş astıkları ve stant açtıkları gerekçesiyle soruşturma açıldı.

YÖK’ün üniversitelerdeki “demokratikleşme” adımları sonuçlarını veriyor. Anadolu Üniversitesi içinde afiş astığı ve stant açtığı gerekçesiyle 44 öğrenci hakkında soruşturma başlatıldı.


Okulların açılmasıyla birlikte üniversitede 3 kez polis müdahalesinin gerçekleştiği Anadolu Üniversitesi’nde toplamda 60’tan fazla öğrenci gözaltına alınmıştı. Üniversite rektörlüğü aldığı senato kararıyla üniversitede “siyasi çalışmayı” yasaklamak isterken bu yöndeki son adımı da öğrenciler hakkında açılan soruşturma oldu.

Üniversite içinde afiş astığı, stant açtığı ve bildiri dağıttığı gerekçesiyle tam 44 öğrenci hakkında soruşturma açıldı.

(soL - Haber Merkezi)

AKP savaşı Türkiye'ye sıçratmayı başardı: Akçakale'de ölü ve yaralılar var!



 

 
Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesine Suriye tarafından düşen top mermisi nedeniyle bir kadın ve 4 çocuğunun hayatını kaybettiği, 3'ü polis 13 kişinin ise yaralandığı belirtiliyor. Daha önce de top mermisinin düştüğü Akçakale'yi tahliye etmeyen AKP hükümeti adeta ölümlere davetiye çıkardı.

Güncelleme: 19:51

Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesine düşen top mermilerinin ardından, Zaman gazetesinin iddiasına göre sınırda bulunan TSK topçu bataryaları, Suriye'ye uyarı bombardımanı başlattı. Alınan bilgilere göre, bombardıman yoğun şekilde devam ediyor.


Güncelleme: 18:19

AKP önce ölüme neden oldu, sonra halka biber gazı sıktı!

İHA'nın haberine göre, Akçakale ilçesine düşen bombanın ardından ilçe sakinleri hükümet konağı önünde öfkesini dile getirdi. Polis, hükümete tepki olarak binaya saldıran Akçakalelilere gaz bombası ve tazyikli suyla müdahale etti. Akçakale’de gerginlik sürüyor.

Güncelleme: 17:56

Akçakale Belediye Başkanı Abdülhakim Ayhan, Akçakale'ye düşen bombanın ardından bölgede esnaf olarak çalışan Ömer Timuçin’in eşi ve iki kızı yaşanan patlamada feci şekilde hayatlarını kaybettiğini açıkladı. Ayhan, anne ve çocukların yaşanan patlamaların ardından evin önünde kaçarken hayatını kaybettiğini söyledi. Ayhan, hastanelere giden yaralılardan da hayatını kaybeden olduğu bilgisine ulaştıklarını söyledi.

Suriye sınırında devam eden çatışmalar dolayısıyla Akçakale'ye düşen bir top mermisi sonucunda gelen ilk bilgilere göre 5 kişi hayatını kaybetti, 13 kişi yaralandı. Bu arada patlamanın ardından Akçakale halkı Kaymakanlık binasına yürürken, kaymakamın zırhlı araçla olay yerinden kaçtığı vurgulanıyor.

AKP'nin Suriye politikasının faturası halka çıkmaya başladı

AKP'nin Suriye'ye karşı uyguladığı düşmanca dış politikanın faturası ortaya çıkmaya başladı. Suriyeli silahlı muhalifleri kendi topraklarında besleyen ve Suriye ordusuna karşı çatışmaları için yardımcı olan AKP hükümeti, bu politikasının acı sonuçlarını Türkiye halkına ödetiyor.

Uyguladığı düşmanlık politikaları ve savaş kışkırtıcılığı ile savaşı Türkiye'ye sınırlarına kadar getiren AKP, nihayet Türkiye topraklarını da savaş alanı haline getirmeyi başardı. Suriye'nin Rakka kentine bağlı Tel Abyad ilçesinden ateşlenen bir top mermisi Akçakale'ye bağlı Yeni Mahalle'deki bir sokakta bulunan eve düştü. Şimdilik 5 ölü ve 13 yaralı bulunduğu bildirilirken, ilçede büyük bir panik hakim. Akçakale halkı, uğradıkları saldırıya tepki göstermek için hükümet konağına yürüdü. Halkın protesto için hükümet konağına yürümesi, yaşananların sorumlusu olarak Suriye'yi değil, kendi topraklarında Suriye düşmanlarını besleyen AKP'yi gördüklerini işaret ediyor.

 

Video için tıklayın

 

(soL - Haber Merkezi)


4 Haziran 2012 Pazartesi

Protestonun coğrafyası

Dünya sınıf mücadelesi: Protestonun coğrafyası




Protestonun coğrafyası hızla ve sürekli olarak değişiyor. Birden çıkıveriyor ve sonra ya bastırılıyor, ya uzlaşılıyor ya da tükeniyor. Ve bu yaşanır yaşanmaz, yine bastırılabileceği, uzlaşılabileceği ya da tükenebileceği bir başka yerden patlak veriyor. Ve sonra, sanki dünya çapında bastırılabilmesi mümkün değilmiş gibi üçüncü bir yerde patlak veriyor

Dünya ekonomisinin artı-değer üretimi anlamında genişlemekte olduğu iyi zamanlarda, sınıf mücadelesi de yumuşar. Hiçbir zaman ortadan kalkmaz ama işsizlik seviyesi düşük oldukça ve alt katmanların reel gelirleri çok küçük seviyelerde bile olsa arttıkça, günün kuralı toplumsal uzlaşıdır.

Ama ne zamanki dünya-ekonomi durgunlaşır ve gerçek işsizlik fark edilir biçimde artar, bu, pastanın küçülmekte olduğu anlamına gelir. O zaman şu soruyla karşı karşıya geliriz: Bu daralmanın yükü ülke içinde ve ülkeler arasında kimin sırtına yıkılmalıdır? Sınıf mücadelesi şiddetlenir ve er ya da geç çatışma açıktan sokaklara taşar. Dünya-sistemde 1970’lerden bu yana ve en yakıcı biçimde 2007’den beri yaşanmakta olan şey budur. Şu ana kadar, en üst yüzde 1’lik katman kendi payını koruyor ve işin doğrusu daha da artırıyor. Bu da kaçınılmaz olarak yüzde 99’un payının düşüşte olduğunu gösteriyor.

Küresel bütçede bölüşüm kavgası temel olarak iki başlık altında ilerler: vergiler (kim, ne kadar ödeyecek) ve nüfusun büyük çoğunluğunu ilgilendiren sosyal güvence ağı (eğitim, sağlık harcamaları ve ömür boyu gelir güvenceleri). Bu mücadelenin görülmediği herhangi bir ülke bulunmamaktadır. Ama bu mücadele kimi ülkelerde, dünya-ekonomideki konumlanışları, iç demografik yapıları ve politik tarihleri nedeniyle diğerlerine göre daha şiddetli biçimlerde patlak vermektedir.

Güçlü bir sınıf mücadelesi, bunun politik olarak nasıl taşınacağı sorununu herkesin gündemine sokmaktadır. İktidardaki gruplar halkın hoşnutsuzluğunu sertçe bastırabilir ve pek çoğu böyle yapmaktadır. Ya da hoşnutsuzluk baskı mekanizmalarının üstesinden gelemeyeceği kadar güçlüyse, protestocuları, onlara katılır görünerek ve gerçek değişimi sınırlayarak içermeye çalışabilirler. Ya da her ikisini birden yaparlar; önce bastırmaya çalışırlar ve eğer bu başarısızlığa uğrarsa uzlaşmaya çalışırlar.

Protestocular da bir açmazla yüzyüzedir. Protestocular her zaman görece küçük ve cesur gruplar olarak sahneye çıkar. İktidardaki gruplar üzerinde basınç oluşturmak istiyorlarsa, daha geniş kesimleri (ve politik anlamda daha çekingen bir grubu) ikna etmek zorundadırlar. Bu kolay değildir ama mümkündür. Mısır’da 2011’de Tahrir Meydanı’nda yaşanmıştır. ABD’de ve Kanada’da Occupy (İşgal et) hareketinde yaşanmıştır. Son seçimlerde Yunanistan’da yaşanmıştır. Şili’de ve şimdi uzun-süreli öğrenci grevlerinde yaşanmıştır. Ve şu anda, öyle görünüyor ki harikulade bir biçimde Kebek’te (Quebec) yaşanmaktadır.

Ama bu ne zaman yaşanır, sonrası nedir? Bazı protestocular var ki, ilk adımdaki dar talepleri toplumsal düzeni yeniden inşa edecek daha uzun erimli ve temel taleplere genişletmek istiyorlar. Ve başkaları var ki, her zaman bunlar vardır, iktidardaki güçlerle masaya oturup bazı uzlaşmalara hazırlar.

Bunlar, iktidardaki gruplar baskı uyguladığında, daha çok protesto bayraklarını kaldırırlar. Ama baskı çoğunlukla işe yarar. Baskı işe yaramadığında ve iktidardaki gruplar uzlaştığında ve kapsayıcı davranmaya yöneldiğinde, [“başkaları” diye söz edilenler] protestoculardan desteklerini çekebilirler. Görüldüğü kadarıyla Mısır’da yaşanan budur. Son seçim sonuçlarına göre ikinci tur, ikisi de Tahrir Meydanı’ndaki devrimi desteklememiş olan iki aday arasında geçecektir. Bunlardan biri devrik başkan Hüsnü Mübarek’in son başbakanı, diğeri de temel hedefi Tahrir Meydanı’nda toplananların taleplerini uygulamak değil Mısır hukukunda şeriatı kurmak olan biri yarışacak. Sonuç, en çok oyu alan söz konusu iki kişiye oy vermemiş olan yüzde 50 civarındaki seçmen için çok acımasız bir seçim olacak. Bu can sıkıcı durum, Tahrir Meydanı taraftarı seçmenlerin, oylarını biraz farklı arkaplanlara sahip iki aday arasında bölmesi nedeniyle ortaya çıktı.

Tüm bunları nasıl değerlendirebiliriz? Öyle görünüyor ki protestonun coğrafyası hızla ve sürekli olarak değişiyor. Birden çıkıveriyor ve sonra ya bastırılıyor, ya uzlaşılıyor ya da tükeniyor. Ve bu yaşanır yaşanmaz, yine bastırılabileceği, uzlaşılabileceği ya da tükenebileceği bir başka yerden patlak veriyor. Ve sonra, sanki dünya çapında bastırılabilmesi mümkün değilmiş gibi üçüncü bir yerde patlak veriyor.

Gerçekten de bastırılamaz. Bunun çok basit bir nedeni var. Dünya gelirindeki gerileme gerçek ve bu durum ortadan kalkacak gibi görünmüyor. Kapitalist dünya-ekonominin yapısal krizi ekonomik düşüş karşısında standart çözümleri işe yaramaz kılıyor. Bilginlerimizin ve politikacılarımızın bizi yeni bir refah döneminin ufukta olduğu fikrine ne kadar ikna ettiğinin hiçbir önemi yok.

Kaotik bir dünya halini yaşıyoruz. Her alanda büyük ve hızlı dalgalanmalar yaşanıyor. Bu toplumsal protestolarda da böyle. Protesto coğrafyasının sürekli olarak değişmesinde gördüğümüz şey budur. Dün Kahire’de Tahrir Meydanı’nda, bugün Motreal’de tencere tavalı izinsiz yürüyüşte, yarın (muhtemelen şaşırtıcı olacak olan) herhangi bir başka yerde.


1 Haziran 2012


Immanuel Wallerstein




(Immanuel Wallerstein’in kişisel sitesindeki
İngilizce orijinali 'nden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir.)

Mayıs ayında 69 işçi yaşamını yitirdi

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Mayıs ayında 69 işçinin iş cinayetine kurban gittiğini açıkladı. "Demiryolu ölüm yolu olmasın" diyen Meclis, sessiz kalan tüm kurumların demiryollarındaki iş cinayetlerinden sorumlu olduğunu kaydetti.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Mayıs ayı "İş Cinayetleri Raporu"nu Haydarpaşa Garı'nda açıkladı.


'EN ÇOK ÖLÜM İNŞAAT, ENERJİ VE MEVSİMLİK TARIM SEKTÖRÜNDE'

Meclis adına açıklama yapan Mithat Ercan, Mayıs ayında 69 işçinin yaşamını yitirdiğini, ölümlerin en çok inşaat, enerji ve mevsimlik tarım sektöründe yaşandığını vurguladı.

AKP'nin bir yandan kentsel dönüşüm projeleriyle yoksul halkın evlerine saldırdığını, diğer yandan inşaatlarda iş cinayetlerinin artarak devam ettiğine dikkat çeken Ercan, inşaat sektöründe 22, enerjide ise 11 işçinin yaşamını yitirdiğini belirtti.

İş cinayetlerinin yaşandığı illerin başında Diyarbakır, İstanbul ve İzmir'in geldiğini ifade eden Ercan, 1 Mayıs günü yaşamını yitiren 26 yaşındaki sinema emekçisi Selin Erdem'i hatırlattı.

"İş cinayetleri demiryolu işçilerini de aramızdan alıyor" diyen Ercan, geçtiğimiz ilk beş ayda 20'nin üzerinde demiryolu işçisinin iş cinayeti sonucu yaşamını yitirdiğini kaydetti. Ercan, "Ölümlerin ve kazaların çetelesi tutulamaz oldu. Var olan demiryolu ve yolcu güvenliği ortadan kaldırıldı" şeklinde konuştu.


'SESİNİ ÇIKARMAYAN HER KURUM ÖLÜMLERDEN SORUMLU'

Ercan, şunları söyledi: "Sorumlular başta AKP iktidarı olmak üzere 10 yıldır demiryollarını yöneten ama yaşanan bunca ölüme rağmen gerekli önlemleri almak yerine yeniden yapılanma uygulamaları ile kazalara ve ölümlere davetiye çıkaran demiryolu yönetimidir. Demiryolunda örgütlü olup yaşanan ölümlere sesini çıkarmayan her kurum da en az demiryolu yönetimi kadar sorumludur. Başta AKP olmak üzere Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD yönetimine bu cinayetlerin durması için tasfiye ve taşeronlaştırma uygulamalarına son vermeye çağırıyoruz."



EmekDünyası.Net

Taner Yıldız'dan Anayasa Mahkemesi'ne nükleer teşekkürü

Anayasa Mahkemesi, Akkuyu'ya yapılması planlanan nükleer santralin yürütmesinin durdurulması istemini reddetti. Nükleer santralin yapılmasının önünde hukuki bir engel kalmaması üzerine Enerji Bakanı Taner Yıldız, Anayasa Mahkemesi'ne teşekkür etti.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Anayasa Mahkemesi’nin, Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurulmasına ilişkin kanunun iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemini reddetmesinin muhalefete önemli bir cevap olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin Akkuyu'ya nükleer santral yapılmasını öngören 6007 sayılı kanunun 1. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talebiyle yaptığı başvuruyu reddetmesi üzerine konuşan Yıldız, kararın "Türkiye'nin kalkınmasına yalnızca yasama, yürütmeyle değil, yargıyla da katkı konulmasına önemli bir örnek" olduğunu savundu. Taner Yıldız Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla ilgili şunları söyledi:

"Türkiye'nin kalkınmasını yalnızca yasama yürütmeyle değil aynı zamanda yargıyla da katkı konulmasına önemli bir örnektir. Bundan 10-15 yıl önce bunların her birisi kuvvetler ayrılığı konusuyla gündeme getiriliyordu. Ama artık tamamen ülkenin kalkınmasına konacak katkı için bahsediliyor. Bunu ülkenin zihni değişimi olarak da görüyorum. Yalnızca hukuktaki bir başarı değil, aynı zamanda büyüyen, ilerleyen ve gelişen Türkiye'nin zihniyle, beyniyle, kalbiyle ve vicdanıyla beraber büyüdüğüne dair önemli bir örnektir. Bu, dünyanın her tarafından böyle. Bundan medet uman, bir işin nasıl yapılmayacağını tarif eden CHP'nin de aldığı önemli bir cevaptır diye düşünüyorum."

Başkan'ın aklı turizmde...

CHP'li Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan ise kararla ilgili bir yazılı açıklama yaparak, "turizm açısından en gözde yerlerden biri" olan Akkuyu'ya nükleer santral yapılmasının yanlış olduğunu, artık tek umudun hükümetin bu yanlıştan dönmesi olduğunu söyledi. Özcan açıklamasında, "Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sayesinde, Akkuyu'ya nükleer santral kurulmasının önünde hiçbir hukuki engel kalmadı. Bu Mersin ve bölge halkı için gerçekten üzücü bir haber. Çünkü Akkuyu turizm açısından en gözde yerlerimizden birisidir. Böylesi turizm potansiyeli olan yere nükleer santral inşa etmemek gerekir. Tek umudumuz, hükümetin bu yanlıştan bir an önce dönmesini beklemek" dedi.



(soL-Haber Merkezi)


Bakan düşük ücretle övündü

Hükümet, ekonomik büyüme oranları, ihracattaki artış, bütçenin denk olması gibi verilerle ‘başarı’ tablosu çizerken bu listeye yeni bir ‘kalem’ daha eklendi. Bu da ücretlerin düşük olması!

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin (EMD) yeni yönetimini kabulünde yaptığı konuşmada, Türkiye’deki ücretlerin düşüklüğünü önemli bir avantaj olarak sundu.

Avrupa’nın ekonomik krizden tek çıkış kapısının Türkiye olduğunu söyleyen Bakan Çağlayan, “Gidebilecekleri başka hiçbir yer yok” dedi. Avrupalı patronların Türkiye’ye gelmesinin sebebi ise düşük ücretler ve yeni teşvik sisteminde 6. bölgenin sunduğu olanaklar! Bakan Çağlayan, patronların Türkiye’i tercih sebebini de Çin’de ücretlerin 300-400 dolara yükselmesi ve aynı oranda ücret yükselmesinin Bangladeş, Vietnam ve Pakistan’da da beklenmesi olarak açıkladı.


6. BÖLGE CENNET OLACAK

Bu kapsamda yeni teşvik paketini yorumlayan Bakan Çağlayan, Türkiye’de 6. bölgenin patronlar için bir cennet olacağını bildirdi. Rekabet ve işçi maliyetleri açısından 6. bölgenin bir cennet olacağını ifade eden Çağlayan, teşvikleri “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en cömert teşvik kanunudur. Bugüne kadar Türkiye’de bu kadar cömert, bu kadar anlamlı bir teşvik yapılmadı.” diyerek tanımladı. Patronlar için teşviklerin yararlarını saymakla bitiremeyen Çağlayan, son olarak bölgeler arasındaki gelişmiş farkına da vurgu yaptı: “Oradaki insanların istihdamı, bölgelerin kalkınması da önemli. Teşvik, bölgelerarası kalkınmışlık, gelişmişlik farkının ortadan kaldırılmasına yönelik.”


PARİTE BELASI

“Şu anda bizim başımız pariteyle belada” diyen Bakan Çağlayan, “pariteden ciddi kazık yiyoruz” ifadesini kullandı. Zafer Çağlayan Türkiye’nin ihracatının yarısının euro, yarısının dolar olduğunu belirterek, rakamların istatistiklere geçerken euro karşılığı dolar olarak yazıldığını vurguladı. Bakan Çağlayan konuya ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: “O günkü pariteden bunlar değerlendiriliyor. Paritedeki yüzde 10’luk düşüş, bizim ihracatımızda yüzde 4.5’lik düşüş ortaya çıkartıyor. Çok ciddi bir rakam bu. Dolar euro paritesi 1.35 ise 1 milyar euro karşılığında, 1 milyar 350 milyon dolar yazıyoruz. Ama dolar euro paritesi 1.23 ise 1 milyar 350 milyon dolar yerine, 1 milyar 230 milyon dolar yazıyoruz. Ama biz fiilen aslında o euro ihracatını yaptık. Şimdi böyle bir sıkıntı var, bu ister istemez ihracat rakamlarında iniş çıkış yapıyor.”

DÜZELME BEKLİYORUM

Bakan Çağlayan, ikinci çeyrekten sonra dünya piyasalarında düzelme beklediğini belirterek, buna paralel olarak Türkiye’nin ihracatında da gelen talebe göre bir artış olacağını söyledi.

Türkiye’nin bu yıl Orta Vadeli Program’da (OVP) belirtilen hedeflerden daha iyi olacağını dile getiren Çağlayan, “Gerek ihracatta, gerek büyümede, gerekse dış ticaret açığının ve cari açığın azalmasında çok daha iyi yere geleceğiz. Her bir yatırım, her bir ihracat aynı oranda istihdama dönüşüyor. Ezberleri bozduk şükürler olsun” şeklinde konuştu.


KARAKOÇ: HÜKÜMETİN EMEKÇİLERE BAKIŞI BU

Bahri Karakoç (Türk-İş 7. Bölge Temsilcisi): Zafer Çağlayan’ın bu açıklamasını sizden öğreniyorum. Çağlayan, hükümetin bir bakanı olduğundan dolayı bu kendi kişisel görüşü değil, hükümetin bir politikası olarak değerlendirilmelidir. Ve bu açıklama, hükümetin emekçilere bakış açısını ortaya koymaktadır. Bölgede sendikalar işçilerin ücretlerini biraz olsun yükseltebilmek adına mücadele ederken düşük ücretle övünmek işçilere bakış açısını ifade etmektedir. Zaten bunu Bakan Çağlayan, bölgesel asgari ücreti gündeme getirmekle açık bir şekilde ortaya koymuştu.


EVRENSEL

Binlerce kadın, kadın düşmanı Başbakan’a karşı sokağa çıktı

Başbakan Erdoğan ve AKP’li milletvekillerinin kürtaj ve sezaryen konusundaki kadın düşmanı açıklamalarına Kadıköy’de bir araya gelen binlerce kadın yanıt verdi.

"Kürtaj haktır, tartışmayız! Bedenimiz bizimdir" diyen binlerce kadın, kadın düşmanı AKP’ye karşı Kadıköy’de bir araya geldi.


“AKP kadın düşmanlığı artık açıkça yapıyor”

Halkevci Kadınlar, ÖDP'li Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, TKP'li Kadınlar, EHP'li Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, DİP'li Kadınlar, DİSK'li kadınlar, KESK’li Kadınlar, İHD’li Kadınlar, EMEP’li Kadınlar, Mavi Kalem Derneği ve İmece Kadın Sendikası’nın çağrısıyla saat 13.30’da Bahariye girişinde toplanan binlerce kadın buradan Kadıköy İskele Meydanı’na yürüdü.

Kadıköy Meydanı’nda eylem çağrısı yapan kurumlar adına yapılan ortak açıklamada, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin yıllardır üstü kapalı biçimde sürdürdüğü kadın düşmanlığını artık açıkça yaptığı dile getirildi.


“Kadının denetim altına alınması için kürtaj yasağı”

Toplumsal hayatın tamamını neo-liberal, muhafazakar, faşizan sermaye düzenin mutlak iktidar alanı haline getirmek isteyen AKP’nin her alanda yürüttüğü pervasız saldırının en net göstergelerinden birinin kadın bedeni üzerinde yürütüldüğünün belirtildiği açıklamada şöyle denildi:


“Kadın düşmanı Başbakanın “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, Kadınlar 3 çocuk doğursun” yolundaki açıklamaları, kadına yönelik artan şiddet, tecavüz ve kadın cinayetlerine göz yuman hukuk dışı uygulamlar… AKP hükümeti şimdi bu zemin üzerinden kadınların kimliğini ve emeğini devletin, erkeklerin ve sermayenin mutlak hâkimiyeti altına sokmak için kürtaj yasağı getiriyor.”


“Kürtaj haktır, Uludere katliam”

“Kürtaj hakkının bahane edilerek bedenimizin, emeğimizin ve geleceğimizin denetim altına alınmaya çalışıldığının farkındayız. Ne kürtaj hakkımızın ne de bedenimiz, emeğimiz ve cinselliğimiz üzerindeki hakların sınırlanmasına izin vermeyeceğiz” denilen açıklamada, Başbakan’ın “her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasına tepki gösterilerek, Başbakanın neden olduğu bir katliamı kadın düşmanlığı üzerinden kullanması protesto edildi.


Açıklamanın ardından halk müziği sanatçısı Pınar Aydınlar ve oyuncu Feride Çetin, yaptıkları konuşmalarla “Başbakan’a haddini bil” dedi.

Miting Pınar Aydınlar'ın alanda buluşan binlerce kadınla birlikte Çavbella’yı söylemesinin ve kadınların kendi sorunlarına dair yaptıkları kürsü konuşmalarının ardından son buldu.



(soL – İstanbul)


'CHP'li belediyelere 'polis basarsa' diye eğitim verdik'


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''Cumhuriyet Halk Partisi'nin olduğu bir yerde, CHP'li belediye başkanı olan bir yerde insan haklarına saygı, borçları ödeme, yatırım yapma, insanı sevme var, kendi halkına hesap verme sorumluluğu var'' dedi.
    


Kılıçdaroğlu, Celal Atik Spor Salonu'nda yapılan CHP İzmir İl Başkanlığı 34. Olağan İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada, İzmir'in sadece Akdeniz'in değil, Türkiye'nin incisi ve demokrat insanların yaşadığı, insana saygının doruklara çıktığı bir kent olduğunu ifade etti.
    
Uşak'ın Ulubey ilçesine dün gerçekleştirdiği ziyarete değinen Kılıçdaroğlu, Ulubey'de 59 yıl sonra CHP'li bir belediye başkanının seçildiğini ve seçildikten sonra çok önemli işlere imza attığını söyledi.
    

Kılıçdaroğlu, ''CHP'li belediye başkanlarının hepsinin, her türlü baskıya rağmen halk için çalışarak büyük başarılar elde ettiğini'' dile getirerek, ''Cumhuriyet Halk Partisi'nin olduğu bir yerde, CHP'li belediye başkanı olan bir yerde insan haklarına saygı, borçları ödeme, yatırım yapma, insanı sevme var; kendi halkına hesap verme sorumluluğu var'' dedi.

   

''Polis belediyenizi basarsa...''


İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tüm uygulamalarının altına imza attığını ifade eden Kılıçdaroğlu, ''İzmir'den Recep Tayyip Erdoğan'a çağrıda bulunuyorum, güvendiğin hangi belediye başkanı varsa göster, ben de Sayın Kocaoğlu'nu göndereceğim, istediğin televizyon kanalında yarışsınlar'' diye konuştu.   


Kılıçdaroğlu, CHP'li belediyelerin baskı altında olduğunu ileri sürerek, şöyle devam etti:
    

''Her türlü baskıya rağmen bizim belediyelerimiz görevlerini yapıyorlar. İstanbul'da belediye başkanları ile bir toplantı yaptım. O toplantının basına kapalı bölümünde şu bilgiler vardı; 'polis belediyenizi basarsa neler yapacaksınız'. Demokrasinin olduğu ülkede, anamuhalefet partisinin belediye başkanlarına, 'polis belediyenizi basarsa neler yapacaksınız' diye eğitim veriyoruz, bu utanılacak bir şey değil mi- Ama AKP iktidarı zorunlu olarak böyle bir dersi gündeme almamıza neden oldu. Sakin olacaksınız, avukat çağıracaksınız, imza attığınız tutanağı okuyacaksınız gibi temel bilgiler verdik. Çünkü AKP ve onun yönetim anlayışına güvenmiyoruz, güvenmediğimiz için belediye başkanlarımızı güvence altına almak istiyoruz.''
 


''İzmir'e engel olmayın''


İzmir'in dünyada en çok gelişen 4. metropol olarak gösterildiğini belirten Kılıçdaroğlu, İzmir'in önündeki en büyük engelin AKP iktidarı olduğunu ileri sürdü.
    

Kılıçdaroğlu, ''AKP iktidarının engeller çıkarmaması halinde İzmir'in gelişiminin artacağını'' ifade ederek, ''Açıkça söylüyoruz, elini İzmir'den çeksin, engel olmasın, İzmir'e sunulan hizmet ikiye üçe katlanacak. Bunu, ben taahhüt ediyorum. Elinizi İzmir'den çekin. İzmirli belediye başkanlarını bırakın, bakın nasıl çalışacaklar'' diye konuştu.
    

İzmir'in kentsel dönüşüm projelerinin Bakanlar Kurulu tarafından aylardır onaylanmadığını, başka belediyelerin projelerinin ise kısa sürede imzalandığını iddia eden Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
    

''İster polis, ister kaymakam, ister valinizle gelin, mücadeleyi 'AKP devleti'ne karşı veriyoruz. Tek parti iktidarı var. Yargı, vali, kaymakam, yasama organı emrinde. Demokrasiyi savunan tek güç var bu ülkede, o gücün adı Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Beceriksiz ve bereketsiz iktidarla karşı karşıyayız. İki büyük metropol onların elinde İstanbul ve Ankara. O kadar beceriksizler ki, metroyu yapamadılar, Başbakan baktı rezil olacağız dedi, bu işi Ulaştırma Bakanlığı'na devredelim dedi. İzmir ne yapıyor, devletten beş kuruş almadan, aslanlar gibi çalışıyor. Biz ülkeyi en sağlıklı yönetecek partiyiz. Bizim kadrolarımız çalışkanlığı ile özverisi ile bilgi birikimi ile AKP'nin bütün kadrolarının üstündedir, altına imzamı atıyorum. CHP cebine çalışan parti değil, CHP'li belediye başkanları kendilerine çalışan değil. CHP, bir siyasal parti olarak ülke çıkarları için insanı için mücadele eder, mutlu yaşaması için çalışır, üretir, çaba harcar. CHP'li belediye başkanları da kendileri için değil, halkı için çalışırlar, aramızdaki temel fark budur.''

BirGün



Nâzım'ın 49. ölüm yıldönümünde: Paspartu, tuval, ışık, palet, boya ve ressam lazım bize


Dün İstanbul Kadıköy'deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde birçok sanatçının katılımıyla büyük komünist şair Nâzım Hikmet'i anma etkinliği düzenlendi. Etkinlikte Asaf Güven Aksel tarafından yapılan açılış konuşmasını okurlarımızla paylaşıyoruz...

Hoş geldiniz...

Ölümünün 49’uncu yılında, Nâzım’a “iyi ki doğdun” demeye, yalnızca anmaya değil, kutlamaya, bir armağan sunmaya hoş geldiniz...

Bir ölüm yıldönümünde, doğum günü armağanı almak, doğumundan dolayı kutlanmak, insan iradesinden, isteğinden, seçimlerinden bağımsız olan doğumdan ve ölümden farklı olarak, bu unsurlarla belirlenen şeyle, sürdürülen yaşamla ilgilidir.

Nâzım Hikmet’in seçilmiş, iradesiyle yön verilmiş yaşamı deyince, söylenmiş ve söylenecek o kadar çok şey vardır ki, söz bulunamayan, sözün kifayet etmediği noktadayız desek yeridir. Şiirleri, oyunları, mücadelesi... Bunların bileşimi olarak yaşamı, ölümü...

Ben bütün bunların bilincinde olarak burada toplanmış olan size, birazdan sahne alacak bütün dostlarımıza, “hoş geldiniz” yerine, “renk kattınız” demek isterim.

Biliyorum, “renk katmak” tabiri, pek sevimli gelmiyor, asıl olan bir şeye bir yerinden katılmak çağrışımı içeriyor, bir anlamda onore eder gibi görünmekle birlikte önemsizleştirme gibi algılanıyor. Alt tarafı bir renkle, asıl olanı süslemek gibi duruyor...

Ama buradaki renk kelimesinin, Nâzım’ın boyası anlamında kullanıldığında, farklı bir boyuta geçeceğine, asıl olana dönüşeceğine dikkatinizi çekmek isterim.

Şeyh Bedreddin Destanı’nın sonunda yazdığı Millî Gurur Zeyl’ini bitirirken, bir vasiyet gibi, ihtiyaçlardan söz etmişti Nâzım. Bedreddin hareketini bütün azametiyle inceleyen kalın ilim kitapları, Karaburun yiğitlerini etleri, kemikleri, kafaları ve yürekleriyle diriltecek romanlar, ne ah eden ne ağlayan, dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan şiirler lazım bize demişti. Bir de, boyaları kahraman tablolar istemişti... Bunlar lazımdı bize...

Bugün, ölümünün 49’uncu yılında yaptığımız bu armağan sunma toplantısının temasını ve amacını hakkıyla yerine getirebilmemiz, böyle bir tablo oluşturmamızla mümkün olabilir.

O tablonun bir paspartusu olacak, yaldızlarla, oymalarla, kabartmalarla süslenmeye ihtiyacı olmayan, sade ve önemini yitirecek geçicilikte. O paspartu, bir tuvali belirleyecek, diyelim ülkemizin, bütün halkların ülkelerinin, paspartular tarihe karıştığında bütün yeryüzünün ortak tuvali. Bir palet gerekecek, boyaları bir potada eriten, renklerini kaybetmeyen, ama birbiri içinde eriyip yeni renklere dönüşmekte tereddüt etmeyen, alaşımlar oluşmasını sağlayan. Bir fırça, o fırçayı tutan usta bir el, olmazsa olmazımız olacak. Renklerin oluşturduğu muazzam bir tabloyu tasarlayan, uygulayan, renkleri kendi rollerini üstlenmeleri için harekete geçiren, aklını, emeğini, terini o boyalara döken. Ve ışığa ihtiyacımız olacak, tabloyu görebilmemiz, renklerin derinliğini algılayabilmemiz için...

Paspartu, tuval, ışık, palet, boya ve ressam lazım bize.

Bir kısacık sözünden türettiğimiz, yorumladığımız, amatörce ilgilendiği bir sanat dalına ait bu kavramları, tanımları, adları, Nãzım’ın yaşamı gereği sosyolojinin, siyasetin diline tercüme edelim.

Yani bize bir bağımsız ülke lazım. Yani bize aydınlanma lazım. Yani bize, sınırsız ve sınıfsız bir yeryüzü ideali lazım. Yani bize örgüt lazım. Yani bize öncü lazım.

Ama bütün bunların bir muazzam tablo olabilmesi için, öncelikle renk lazım. Renk lazım, kahraman boyalardan oluşan.

Bu anma, bu kutlama gününün mesajı böyle olsun. Nâzım’ın özlediği tabloyu resmetmek olsun.

Ve size çağrımız, renginizi bir palete sunmak, bir ışıklı tablonun kahraman boyaları mertebesine ermek olsun...

Bu çağrının yanıtsız kalmayacağını bilerek, bir kez daha hoş geldiniz dostlar, renk kattınız...

(Sol-Haber Merkezi)

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Çamlıca tepesine dev cami: İstanbul'da yeşil alan kalmasın istiyor


Başbakan Erdoğan Çamlıca tepesine 15 bin metrekare üzerine dev bir cami yapılacağını açıkladı. Erdoğan caminin İstanbul'un her yerinden görülebilecek şekilde tasarlandığını söylerken, Çamlıca tepesinin 1. derece doğal sit alanı ve şehirdeki az sayıdaki yeşil alanlarından biri olması endişe uyandırıyor.

Başbakan Erdoğan Çamlıca tepesine 15 bin metrekare üzerine dev bir cami yapılacağını açıkladı. Erdoğan caminin İstanbul'un her yerinden görülebilecek şekilde tasarlandığını söylerken, Çamlıca tepesinin 1. derece doğal sit alanı olması ve şehirdeki az sayıdaki yeşil alanlarından biri olması endişe uyandırıyor.


'Dozerler 2 ay içinde çalışmaya başlar'

Üsküdar Belediyesi Kandilli Geleneksel El Sanatları Merkezi'nin açılışında konuşan Erdoğan, Ataşehir'de yapımı devam eden Mimar Sinan Camisinin bitmek üzere olduğunu söyledikten sonra Çamlıca tepesine değindi ve şu ifadeleri kullandı:


"Bu alanda yine 4-5 cami daha yapılıyor. Bunlar da yakında bitecek ama çok daha önemlisi bir de Çamlıca'da başlayacağız. Çamlıca'daki televizyon kulesinin yanında 15 bin metrekare üzerinde bir cami yapacağız. Bunların da proje çalışmaları son safhalarına geldi. Öyle zannediyorum ki 2 ayda dozerler çalışmaya başlar."

Caminin her türlü olanakla donatılacağını belirten Erdoğan, ayrıca İstanbul'un her yerinden de görüleceğini ifade etti:

"Yani buralar geçmişte nasıl kenarda medrese odaları varsa, bugünkü anlamda yine çalışmalarını mimarlarımız yapıyorlar. Çamlıca'daki bu dev cami, İstanbul'un her yerinden görülecek şekilde dizayn edildi. İnşallah Üsküdar'ın camlarında artık farklı yansımalar olacak'' diye konuştu.

Erdoğan'ın bahsettiği caminin yapılması planlanan Çamlıca tepesi 1. derece doğal sit alanı ve İstanbul'un az sayıdaki yeşil alanlarından biri konumunda. Bu nedenle söz konusu alana 15 bin metrekare büyüklüğünde herhangi bir yapının inşa edilmesi, büyük bir çevre katliamı anlamı geliyor ve bu nedenle kentleşme açısından büyük riskler barındırıyor.


Erdoğan'ın kent kültürü anlayışı Osmanlıcılık ve fetihçilikten ibaret

Erdoğan konuşmasında ayrıca "kent kültürü" üzerine görüşlerini de ifade etti. Yine Osmanlıcı bir söylem kullanan Erdoğan'ın kültürü yalnızca geçmişten devralınan bir şey olarak tanımladığı görüldü. Erdoğan şu ifadeleri kullandı:


"Şehr-i İstanbul’u fethimizin üzerinden geçen 559 yılda, bu şehri gerçekten ’bizim’ yapmak için mimarlarımız, şairlerimiz, sanatçılarımız gece-gündüz çalıştı, üretti, eser ortaya koydu. Medeniyet inşa etmek elbette zordur ama yan gelip yatarak medeniyet inşa edilmez. Düşüneceksin, uygulayacaksın ondan sonra da onu kazıyacaksın ki, o medeniyet asırlara mütecaviz bir şekilde bir mühür olarak devam etsin. Ama, en az bunun kadar önemlisi, bu medeniyete ve kültüre sahip çıkmak, onu yaşatmak, devralınan mirası mümkün olduğu kadar geliştirmektir. Tarih içinden süzülüp gelen kültürel miras, nesillerin ekleriyle zenginleşir ve süreklilik kazanır.

Düşünürlerimizden bir tanesi, 'Kültür nedir?' diye sorulduğunda net bir tanım yapıyor, 'Ecdattan devralınan maddi ve manevi mirasın tümüdür' diyor. Mesele işte bu. Ecdattan devralınan mirası geleceğe taşımak. Bunu başarabilmek. Onun için bugünü kadim kültüre, geleneğe bağlamak ve yeniden üretmek durumundayız. Türkiye olarak, geçmişte bu konuda maalesef yeteri kadar hassas davranmadılar, davranamadık. Sahip olduğumuz değerlere geçmişte yeterli ihtimamı gösteremediğimizi görüyoruz. Geçtiğimiz 9,5 yılda, medeniyetimizin ve kültürümüzün maddi-manevi bütün unsurlarına sahip çıkma, bunları yeniden ayağa kaldırma konusunda fevkalade hassas davrandık. 4 bini aşkın vakıf eseri restore ettik ve bugüne kazandırdık."



(soL - Haber Merkezi)


3. Köprü ihalesi sonuçlandı


İstanbul Boğazı'na inşa edilecek 3. köprünün yapımını da içeren 'Kuzey Marmara Otoyolu Projesi'nin Odayeri-Paşaköy (3. Boğaz Köprüsü dahil) Kesimi'nin ihalesini İçtaş-Astaldi ortaklığı kazandı. Ortaklık yapım ve işletme süresi dahil 10 yıl 2 ay 20 günlük teklif verdi

Uzun süren ihale girişimlerinin ardından 3. Köprü ihalesi sonuçlandı. İhaleye yönelik yapılan son değerlendirmeler sonrasında teklif veren üç grup kalmıştı. Bu gruplardan Cengiz İnşaat-Kolin İnşaat-Limak İnşaat-Makyol İnşaat-Kalyon İnşaat Ortak Girişim Grubu verdiği 14 yıl 9 ay 4 günlük teklifle elenirken, kazanan İçtaş İnşaat Sanayi Ticaret AŞ-Astaldi Ortak Girişim Grubu oldu.

Salini-Gülermak Ortak Girişiminin teklifi ise şartnameye uymadığı gerekçesiyle iptal edildi.

İçtaş-Astaldi ortaklığı, yapım ve işletme dahil 10 yıl 2 ay 20 günlük teklif verdi.


"Hedef 36 ayda tamamlanması"


Ulaştırma Bakanı Binali yıldırım, ihaleyi yapım süresi dahil en kısa süre işletmeyi teklif eden firmanın kazandığını söyledi. Yıldırım, "Üçüncü köprünün en kısa zamanda hizmete girmesi için karayolları genel müdürlüğünde gereken özen gösterilecektir. Öngörülen yatırım tutarı yaklaşık 2.5 milyar dolar (4.5 milyar lira). Bu rakam düşebilir de artabilir. İdare tarafından bizim bu konuda bir öngörümüz yok. Bu rakam değişebilir. Artabilir azalabilir. Biz bazı işler verirsek bu fiyata yansımaz, ilave iş verirsek, süreye ilave edilecektir. Hedefimiz 36 ay içinde köprüyü yapıp, 2015'in sonunda faaliyete sokmaktır" dedi.

Bundan sonraki ikinci adımın Bakanlık onayı olduğunu kaydeden Yıldırım, "İhale komisyonu çalışmalarını tamamlayıp, bakanlığa onay için gönderecek. Bakanlıktan çıkan onaydan sonra adı geçen şirket gerekli hazırlıkları yapıp, bakanlıkla birlikte çalışacak. Firma isterse öz kaynakla çalışmaya başlayabilir, biz de böyle olmasını arzu ediyoruz" diye konuştu.


İhale katılacak şirket bulamamışlardı

Daha önceden gerçekleştirilen ihalelere girecek şirket bulamayan AKP, projede revizyona gitmişti. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım revize edilen yeni projenin öz kaynaklarla yapılacağını açıklamış, bu açıklamanın ardından şirketler ihaleye girmişlerdi. 3. Köprüye Karşı Yaşam Platformu ise İstanbul’u yok edecek bu projeye karşı çıkmıştı.


Sendika.Org





Hopa direnişinin 1. yılında AKP önüne


Hopa direnişinin ve Metin Lokumcu’nun katledilişinin birinci yıldönümünde Hopa’nın yanısıra İstanbul’da da eylem var. “AKP’nin zulmüne, emek, halk, doğa düşmanlığına karşı her yer Hopa, her yer direniş” diyenler 31 Mayıs Perşembe saat 19.30’da Şişli Cami önünde buluşarak AKP Şişli ilçe binasına yürüyecek



Hopa halkının AKP’ye meydan okumasının Türkiye çapında yankılandığı 31 Mayıs’ın 1. yıldönümüde Hopa direnişi ve Metin Lokumcu eylemlerle anılıyor. Hopalılar, “aynı gün, aynı meydanda, ‘Metin olmak’ için, dürenişi büyütmek için yan yana geliyoruz” diyerek Hopa Meyanı’nda buluşurken İstanbul’da da AKP Şişli ilçe binası önüne bir yürüyüş düzenlenecek.

Perşembe günü Şişli Camii önündeki buluşmayla saat 19.30’da başlayacak olan yürüyüş aşağıdaki kurumların çağrısıyla gerçekleştiriliyor: DİSK İstanbul Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Tabip Odası, Derelerin Kardeşliği Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu, Su Politik Çalışma Grubu, Halkevleri, Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği, Laz Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Politeknik, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifleri, BDSP, BDP, EHP, ESP, ÖDP, SDP, TKP.



Kurumlar adına yayımlanan çağrı metni:

31 Mayıs 2012 Perşembe günü Şişli Cami önünde buluşarak saat 19.30’da AKP’ye yürüyoruz

31 Mayıs 2011, Hopa halkının meydan okumasıdır. AKP iktidarı seçim mitingi için ilk defa bir “ilçeyi” seçmiş ve Erdoğan 31 Mayıs tarihinde Hopa’ya gelmiştir. Hopa, AKP için özel bir tercihtir. Çünkü; Hopa, sermaye yağmasına açılan Karadeniz’in en direngen noktalarından biridir. Emeğine, deresine, doğasına sahip çıkanların, iktidara biat etmeyenlerin, sol-devrimci değerleri geçmişten bugüne taşıyanların, hak aramaktan, halkların kardeşliğini savumaktan, özgür bir yarını kurmak için mücadeleden vazgeçmeyenlerin yeridir

Evet, Başbakan’ın koruma ve polis ordusu ile Hopa’ya gelirken yaptığı hesaplar, 31 Mayıs’ta genci yaşlısı, kadını çocuğu ile direnişe geçen Hopa halkı tarafından bozulmuştur. Hopa halkı susmamış, boyun eğmemiş emek, halk ve doğa düşmanı AKP iktidarına, faşizme direnişle cevabını vermiştir. AKP’ye Hopa’dan defol demiştir.

Hopa halkına yönelen saldırı sonucu “beni de alın memleketi kurtarın” diyerek son sözünde bile direnmeyi seçen öğretmen Metin Lokumcu AKP emrindeki polisler tarafından uygulanan şiddetle katledilmiştir. Hopa halkı, muhalefet güçleri meşru direnişleri nedeniyle yargılanırken, Lokumcu’nun katillerine dokunulmamıştır.

Hopa halkının direnişi AKP iktidarının gerçek yüzünü tüm çıplaklığı ile açığa çıkarırken aynı gün ülkenin dört biryanında “Her yer Hopa, her yer direniş” diyen onurlu insanlar AKP iktidarının emek, halk ve doğa düşmanı politikalarının, baskı ve zor siyasetinin yenileceği asıl yeri işaret etmiş, sokağa çıkmıştır. Hopa süreci, eylemlere dönük saldırılar, açılan davalar, tutuklamalar, baskılarla sürmüştür. Hopa halkı ve ülkenin dört bir yanında emeğine, yaşamına sahip çıkanlar bu baskılara da direnişle, AKP’nin “adalet” olarak sunduğu adaletsizliği mahkum ederek cevap vermiştir.

31 Mayıs 2011’den bu yana yaşadığımız her gün tüm muhaliflere, sendikacılara, Kürt halkına, gazetecilere, sanatçılara, üniversitelilere, devrimcilere, doğasını ve yaşamını savunan halka yönelik saldırılar; Roboski katliamı; kentsel dönüşümden, 4+4+4’e; sağlıkta dönüşümden, güvencesizlik yasalarına kadar arka arkaya gündeme gelen yapısal dönüşüm ve yıkım programları, iş cinayetleri AKP’nin, faşizmin, sermayenin iktidarı olduğunu yeniden ve yeniden kanıtlamıştır. AKP’den sonra HESçileri de vadilerinden kovan Hopa halkının kanıtı ise hala elindedir; AKP’nin temsil ettiği talan, sömürü ve zulüm düzeni sokakta yenilecektir.

Hopa halkının direnişinin simgesi Metin Lokumcu’yu Hopa gibi direnerek, direnişi büyüterek yaşatacağız. Metin Lokumcu’nun hesabını sokakta soracağız. 31 Mayıs 2012 tarihinde Hopa Halkı aynı meydanda, Hopa meydanında “Metin” olmak direnişi büyütmek için yanyana geliyor. Hopa halkına yanıt veriyor, çağrılarını İstanbul’a taşıyoruz.

Bizler de Hopa direnişinin ve Metin hocamızın ölüm yıldönümü olan 31 Mayıs’ta İstanbul’da sokakta olacağız. Herkesi AKP iktidarına karşı direnişi sokağa taşımaya çağırıyoruz.




Sendika.Org