Dün İstanbul Kadıköy'deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde birçok sanatçının katılımıyla büyük komünist şair Nâzım Hikmet'i anma etkinliği düzenlendi. Etkinlikte Asaf Güven Aksel tarafından yapılan açılış konuşmasını okurlarımızla paylaşıyoruz...
Hoş geldiniz...
Ölümünün 49’uncu yılında, Nâzım’a “iyi ki doğdun” demeye, yalnızca anmaya değil, kutlamaya, bir armağan sunmaya hoş geldiniz...
Bir ölüm yıldönümünde, doğum günü armağanı almak, doğumundan dolayı kutlanmak, insan iradesinden, isteğinden, seçimlerinden bağımsız olan doğumdan ve ölümden farklı olarak, bu unsurlarla belirlenen şeyle, sürdürülen yaşamla ilgilidir.
Nâzım Hikmet’in seçilmiş, iradesiyle yön verilmiş yaşamı deyince, söylenmiş ve söylenecek o kadar çok şey vardır ki, söz bulunamayan, sözün kifayet etmediği noktadayız desek yeridir. Şiirleri, oyunları, mücadelesi... Bunların bileşimi olarak yaşamı, ölümü...
Ben bütün bunların bilincinde olarak burada toplanmış olan size, birazdan sahne alacak bütün dostlarımıza, “hoş geldiniz” yerine, “renk kattınız” demek isterim.
Biliyorum, “renk katmak” tabiri, pek sevimli gelmiyor, asıl olan bir şeye bir yerinden katılmak çağrışımı içeriyor, bir anlamda onore eder gibi görünmekle birlikte önemsizleştirme gibi algılanıyor. Alt tarafı bir renkle, asıl olanı süslemek gibi duruyor...
Ama buradaki renk kelimesinin, Nâzım’ın boyası anlamında kullanıldığında, farklı bir boyuta geçeceğine, asıl olana dönüşeceğine dikkatinizi çekmek isterim.
Şeyh Bedreddin Destanı’nın sonunda yazdığı Millî Gurur Zeyl’ini bitirirken, bir vasiyet gibi, ihtiyaçlardan söz etmişti Nâzım. Bedreddin hareketini bütün azametiyle inceleyen kalın ilim kitapları, Karaburun yiğitlerini etleri, kemikleri, kafaları ve yürekleriyle diriltecek romanlar, ne ah eden ne ağlayan, dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan şiirler lazım bize demişti. Bir de, boyaları kahraman tablolar istemişti... Bunlar lazımdı bize...
Bugün, ölümünün 49’uncu yılında yaptığımız bu armağan sunma toplantısının temasını ve amacını hakkıyla yerine getirebilmemiz, böyle bir tablo oluşturmamızla mümkün olabilir.
O tablonun bir paspartusu olacak, yaldızlarla, oymalarla, kabartmalarla süslenmeye ihtiyacı olmayan, sade ve önemini yitirecek geçicilikte. O paspartu, bir tuvali belirleyecek, diyelim ülkemizin, bütün halkların ülkelerinin, paspartular tarihe karıştığında bütün yeryüzünün ortak tuvali. Bir palet gerekecek, boyaları bir potada eriten, renklerini kaybetmeyen, ama birbiri içinde eriyip yeni renklere dönüşmekte tereddüt etmeyen, alaşımlar oluşmasını sağlayan. Bir fırça, o fırçayı tutan usta bir el, olmazsa olmazımız olacak. Renklerin oluşturduğu muazzam bir tabloyu tasarlayan, uygulayan, renkleri kendi rollerini üstlenmeleri için harekete geçiren, aklını, emeğini, terini o boyalara döken. Ve ışığa ihtiyacımız olacak, tabloyu görebilmemiz, renklerin derinliğini algılayabilmemiz için...
Paspartu, tuval, ışık, palet, boya ve ressam lazım bize.
Bir kısacık sözünden türettiğimiz, yorumladığımız, amatörce ilgilendiği bir sanat dalına ait bu kavramları, tanımları, adları, Nãzım’ın yaşamı gereği sosyolojinin, siyasetin diline tercüme edelim.
Yani bize bir bağımsız ülke lazım. Yani bize aydınlanma lazım. Yani bize, sınırsız ve sınıfsız bir yeryüzü ideali lazım. Yani bize örgüt lazım. Yani bize öncü lazım.
Ama bütün bunların bir muazzam tablo olabilmesi için, öncelikle renk lazım. Renk lazım, kahraman boyalardan oluşan.
Bu anma, bu kutlama gününün mesajı böyle olsun. Nâzım’ın özlediği tabloyu resmetmek olsun.
Ve size çağrımız, renginizi bir palete sunmak, bir ışıklı tablonun kahraman boyaları mertebesine ermek olsun...
Bu çağrının yanıtsız kalmayacağını bilerek, bir kez daha hoş geldiniz dostlar, renk kattınız...
(Sol-Haber Merkezi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder