30 Aralık 2011 Cuma










ÖZÜR DİLEYEREK, BİR HAFTAYA YAKIN  YAYINA ARA VERDİĞİMİZİ DUYURUYORUZ.

NEDENİ  FİNAL HAFTAMIZIN GELMİŞ OLMASIDIR.





26 Aralık 2011 Pazartesi

Odatv iddianamesinin okunması bitmedi


26.12.2011/ BBC
Aralarında AhmetŞık, Nedim Şener ve Soner Yalçın'ın da olduğu 14 sanığın 'kaos ortamıoluşturmak amacıyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme' suçlamasıyla yargılandığı 'Odatv' davasında ikinci duruşma yapıldı.


12'si tutuklu 14 sanık hakkındaki davanın ikinci duruşmasında, kimlik tespiti ardından iddianamenin okunmasına geçildi.
Ancak iddianamenin yarıya yakın bir bölümünün okunması tamamlanabilince, duruşmaya yarın devam edilmek üzere ara verildi.

Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'nda, özel yetkili İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya, tutuklu sanıklar Prof. Dr. Yalçın Küçük, eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık, Soner Yalçın, Şükrü Doğan Yurdakul, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Muhammet Sait Çakır, Coşkun Musluk, Müyesser Uğur ile tutuksuz sanık İklim Ayfer Kaleli katıldı. Diğer tutuksuz sanık Ahmet Mümtaz İdil ise sağlık sorunları nedeniyle duruşmaya gelmedi.

''Ergenekon'' soruşturması sırasında Odatv'de yapılan aramalar sonrasında gözaltına alınan sanıklar hakkında 7,5 ila 43 yıl arasında değişen hapis cezası isteminde bulunuluyor.


Mahkeme önünde protesto


Dava, Türkiye'nin basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara yöneldiği suçlamalarına örnek gösterilen vakaların başında geliyor.

Adalet Sarayı önünde toplanan bir grup da, gazetecilerin çeşitli davalar kapsamında tutuklanmasını protesto etti.

Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şube Başkanı Emel Soy burada yaptığı açıklamada, "Bu baskıların tek bir anlamı var. Yalnız gazetecileri değil, toplumun her kesimini sindirmek, korkutmak ve ayrım yapmaksızın tüm muhalefete gözdağı vermek'' şeklinde konuştu.

Duruşmayı izleyen CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi de, "İddianamenin davada dinlediğim kısmı beni utandırdı. Bu dönemin sonu düşüncelere saygı gösterenler için aydınlık olacaktır'' dedi.

Ekşi'nin yanı sıra, duruşmayı CHP İstanbul milletvekilleri Umut Oran, Binnaz Toprak ile CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner de izledi.

Duruşma sırasında zaman zaman gergin anlar yaşandı.

Odatv ise, internet sitesinde iddianamenin bazı unsurlarının salonda 'gülüşmelere neden olduğunu' bildirdi.

Kimlik tespiti için kürsüye çıkan sanık Yalçın Küçük, mahkeme başkanı Mehmet Ekinci'nin mesleğini sorması üzerine: ''En son kimliğim dava mankeni idi. Önemli davalara beni alırlar. Çok mesleğim var. Diğer mesleğim savaşırım, gaziyim, Ercan Havalimanını ve Gazi Magosa'yı ben aldım. Gazi maaşım var. Ayrıca üniversitede hocalık yapıyorum. Girmediğim hapishane kalmadı'' dedi.

Duruşmayı izleyenler arasında yer alan BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, salonda cep telefonu kullanması üzerine Ekinci ile tartışmaya girdikten sonra salondan ayrıldı.

Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliğince hazırlanan iddianamede, sanıklara yöneltilen suçlamalar arasında ''silahlı örgüt kurmak ve yönetmek'', ''kaos ortamı oluşturmak amacıyla halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek'', ''devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri temin ekmek'', ''yasaklanan bilgileri temin etmek'', ''adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek'', ''özel hayatın gizliğini ihlal etmek'' gibi unsurlar öne çıkıyor.

Dava geçen ayki ilk duruşmasında, reddi hakim talebine üzerine, bu tarihe ertelenmişti.

Davanın 134 sayfalık iddianamesinde, ''Ergenekon" diye anılan örgüte yönelik yapılan soruşturma kapsamında örgütün yönetici kadrosunda olduğu tespit edilen Prof. Dr. Yalçın Küçük'ün, ''silahlı terör örgütü kurma'' suçundan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince 2009'da açılan davada tutuksuz yargılandığı hatırlatılıyor.

Soner Yalçın'ın örgütsel talimatlarının yazılı olduğu birçok belgede, Ahmet Şık'ın örgüt faaliyetleri kapsamında yapması gereken görevlerin yazılı olduğu belirtilen iddianamede, Ahmet Şık'a 'İmamın Ordusu' isimli örgütsel dokümanın hazırlatıldığı kaydediliyor.

İddianamede ayrıca, Nedim Şener'in Soner Yalçın'ın talimatı ile Hanefi Avcı ve Ahmet Şık'ı yönlendirdiği öne sürülüyor.

Davanın 14 sanığından Kaşif Kozinoğlu, tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'nde 12 Kasım'da rahatsızlanmış ve daha sonra hayatını kaybetmişti.

25 Aralık 2011 Pazar

CHP'li Tarhan 'maaş zammını eleştirdi

Kamuoyunda tartışma yaratan milletvekili maaşlarına zam düzenlemesi hakkında bir açıklama yapan CHP Grupbaşkanvekili Emine Ülker Tarhan, fahiş zammı kabul etmediğini, bu düzenlemeye CHP grubu olarak destek vermediklerini, grup kararına uymayan milletvekilleri olduğunu söyledi.


Emine Ülker Tarhan'ın açıklaması şöyle:

"Milletvekili maaşlarındaki fahiş artışı reddediyorum. Karşı çıkışımı her türlü eylemimle ortaya koydum, koymaya devam ediyorum, sonuna kadar da mücadele edeceğim.

Bağımsız olmayan haber kaynakları ile kamuoyu yine yanıltılmakta. Ortak verildi denilen önerge, CHP Grup kararıyla değil, ortak karara uymayan kişisel iradeyle atılan imzalarla verilmiştir. Oylamada ise tek bir CHP’li vekil oy kullanmıştır.

Tepkimizi Genel Kurul Salonu’nu terk ederek gösterdik, her türlü zeminde göstermeye devam edeceğiz.

Emine Ülker Tarhan
CHP Grup Başkanvekili"


(Sol-Haber Merkezi)

Ömer Dinçer'den çelişkili açıklamalar

http://haber.sol.org.tr/sites/default/files/imagecache/makale_genel/images/dinco.jpg
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ataması yapılmayan öğretmenler ile ilgili soruya "
Bunu sürekli kaşıyor olmanın hiçbir mantığı yok" cevabını verdi. Dinçer'in, açıklamalarında konuyu geçiştirmeye çalıştığı görülürken, kullandığı ifadelerin ise oldukça çelişkili olduğu gözlerden kaçmadı.

Bir dizi ziyaret ve toplantı için Gaziantep’e gelen Bakan Ömer Dinçer ataması yapılmayan öğretmenler ile ilgili soruları yanıtladı. Dinçer “Bunu sürekli kaşıyor olmanın hiçbir mantığı yok” dedi. Dinçer’in konuyla ilgili yaptığı açıklamanın devamı ise bir çok çelişkili ifade içeriyor.

"Sürekli kaşımanın mantığı yok"
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Bakan Dinçer, ataması yapılmayan öğretmenler ve öğretmenlerin KPSS’nin kaldırılmasını istediği yönündeki soru üzerine, atanması yapılmayan ya da atama bekleyen öğretmenlerle ilgili çok soruya cevap verdiğini, bu soruya cevap vermek istemediğini belirterek, "Bunu sürekli kaşıyor olmanın hiçbir mantığı yok. Ülkenin bir gerçeği ve karşı karşıya kalınan sorunlar var. Bunlar da zamanı ve yeri geldikçe çözülecektir" diye konuştu.


Bakan'a göre sadece KPSS de yeterli değil
Öğretmenlerin atamasıyla alakalı KPSS konusunda yapılan eleştirilere katılacağını kaydeden Dinçer şunları söyledi:


"Sadece, ’Yalnız sınav kaldırılsın’ diye bir eleştiri yapılıyorsa bunun gözden geçirilmesi gerektiği kanaatinde olurum. Çünkü öğretmenin seçim sürecinin sadece KPSS’ye dayalı olması bana göre çok yetersiz bir yaklaşım tarzıdır. Singapur ve Finlandiya dünyada eğitimde oldukça iyi bir pozisyonda duran iki ülkedir. Onların mesela uluslararası mukayeselerde PISA sınavlarında her ikisi de ilk beştedirler. Finlandiya’da bir kişinin öğretmen olabilmesi için tam 6 aylık bir seçim süreci gerekir. Singapur’da ise yüksek lisans yapmış insanlar olması zorunluluğu vardır. Eğitimden sonra yaparlar ve ayrıca yine onlar da 6 ay süren bir seçim sürecinden geçirilir. Öğretmenlerin seçim sürecinin KPSS’ye dayalı olması halinde ’Yetersiz’ diyorsanız, bunu anlamak ve bu eleştiriye katılmak mümkün ama ’sınav yapmadan öğretmen alın’ diyorsanız o zaman siz bu ülkede çocuklarınıza yeteri kadar önem vermiyorsunuz anlamına gelir."

Bakan Dinçer konuşmasının devamında, sınıfa girecek öğretmenin mesleki, hayati bilgisi, ahlaki ve toplumsal değerlere ilişkin bilgisiyle oldukça iyi ve mükemmel olmaya çalışması, öğretmenin pedagojik formasyonuyla, kişiliğiyle, fiziki özellikleriyle çocuklara örnek teşkil edecek nitelikte olması gerektiğini belirtti. Dinçer, bütün bu özelliklerin hepsini göz önüne alan bir seçim süreci talep edilmesi halinde o zaman çok daha doğru bir talepte bulunulmuş olunacağını kaydetti.

Bakan’ın açıklamalarındaki çelişki

Bakan Dinçer’in konuşmasında Türkiye’deki öğretmen açığı sorununu ve atanamayan yüzbinlerce öğretmenin ne olacağı problemini, lafı öğretmenlerin kalifikasyonuna getirerek, çarpıttığı görülüyor. Elinde öğretmen diploması olan ve bu mesleğin lisans düzeyinde eğitimini almış binlerce insanın, üstelik öğretmen açığının devasa boyutlara ulaştığı Türkiye’de neden yıllarca mesleğinden mahrum bırakıldığının cevabı Bakan Dinçer’e göre öğretmenlerin “nitelikli olanlarının” seçilmesi.


KPSS gibi bir sınavın nitelik ölçmek adına ne kadar yeterli bir sınav olduğu tartışması bir yana, öğretmenlerin niteliğinin ancak yıllarca eğitim aldıkları üniversitelerde artırılabileceği bilinen bir gerçek. AKP Hükümeti’nin ise popülist politikalarla üniversite eğitimini “yaygınlaştırmak” adına öğretim elemanı yetersizliğini ve teknik imkansızları göz ardı ederek onlarca yeni üniversite açması ise Bakan’ın sözünü ettiği kalifikasyon artışının nasıl sağlanacağı sorusunu akıllara getiriyor.

(soL -Haber Merkezi)


Kars'ta yine heykel krizi



Kars'ta Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı bahçesindeki 'Dört Mevsim Heykeli'nin 'yaz'ı temsil eden kısmı yıkıldı.



Dinçer AKTEMUR

Kars’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ’ucube’ dediği ’İnsanlık Anıtı’nın yıktırılmasından sonda bu kez de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne ait Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılan tarihi Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı bahçesindeki ’Dört Mevsim Heykeli’ krizi çıktı.

Konağın bahçesinde bulunan süs havuzunun dört kenarına konulan ve her biri bir mevsimi canlandıran kadın heykellerinden, yaz mevsimini temsil eden heykel, 22 Aralık gecesi henüz bilinmeyen bir nedenle yıkıldı.

Kültür ve Turizm İl Müdürü Hakan Doğanay, kendilerinin Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullandıkları konağın bahçesinin Kars Belediyesi’ne ait olduğunu belirterek, ’Dört Mevsim Heykeli’nden de Kars Belediyesi’nin sorumlu olduğunu söyledi.

"HEYKELLERE SOYKIRIM YAPIYORLAR"

Eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, görevde olduğu 2003 yılında Belçika’dan getirip süs havuzunun dört bir tarafına koydurduğu heykellerden birinin yıkıldığını öğrenince çok üzüldüğünü söyledi.

Kendi döneminde yapılan İnsanlık Anıtı’nın yıkıldığını, Haydar Aliyev Parkı’ndaki çok sayıda kadın ve kaz heykelin depolara kaldırıldığını söyleyen Alibeyoğlu, "Heykellere soykırım yapıyorlar" dedi.

Başkanlığı döneminde 2003 yılında onları Belçika’dan getirdiği heykellerin her birinin en az 100 yıllık olduğunu kaydeden Alibeyoğlu, "Onlar dört mevsimi sembolize ediyordu. Yazı sembol edeni yıktılar. Bu insanlık dışı. Çıplak olsalar derdik ondan yıktılar. Öyle bir şey de yok" diye konuştu.

Türklerin, Ermeni soykırımı yapmadığını, ancak Kars’ta kendi insanımızın heykellere soykırım yaptığını söyleyen Naif Alibeyoğlu, "Eğer İnsanlık Anıtı yıkılmasaydı, tam şu dönemde dünyaya mesaj verecektik. Bakın biz soykırım yapmadık, savaştan yana değiliz, insanlıktan yanayız" dedi.

OZANIN HEYKELİNE SALDIRI

Bu arada Naif Alibeyoğlu tarafından kentin İnönü Caddesi üzerine yaptırılan halk ozanlarının heykelleri de saldırıya uğradı. Kimliği belirsiz kişilerin 23 Aralık gecesi yaptıkları saldırıda, halk ozanı Şeref Taşlıova’nın sazının sapı kırdı.

(dha)

Emeğin Kenti İstanbul: Metropolde Çalışma Hayatının Toplumsal ve Mekânsal Pratikleri


İster eleştirel ister taraftar olsun, kentleşme ve küreselleşme üzerine yapılan pek çok araştırma “dünya ekonomisinin çalıştığına dair ”gizil bir işlevselci" anlayışa dayanmaktadır. Bu düşünce tarzında, küresel ekonominin bazı olumsuz sonuçları öngörülse veya eleştirilse bile, küresel ekonomiye entegre olmak hâlâ tüm yerler için “tek çözüm” olarak sunulmaktadır. Böyle bir yaklaşım, gelişmekte olan ülkelerin kentleri üzerine yapılan çalışmalar için özellikle sorunludur. Benzer bir hatayı tekrarlamamak için öncelikle “çalışan dünya ekonomisi” anlayışına mesafeli yaklaşmak gerekmektedir. Dünya ekonomisi çalışmaktadır, ama bir “sistem” gibi çalışmamaktadır.



Bir kent içinde farklı sektörlerin ve semtlerin gelişmesine yönelik harcanan farklı çabalar ve kaynaklar kentin toplumsal ve mekânsal yeniden yapılandırılmasını şekillendirmektedir. İstanbul örneğinde, kentin gelişimine yön verenler, kenti bir “dünya kenti”,  “finans merkezi” veya bugünlerde “Avrupa Kültür Başkenti” yapmaya daha fazla çaba ve kaynak vakfederken, aynı kentin başka semtlerinde süregelen ekonomik aktivitelerde çalışanlar yeterli düzenlemenin olmadığı iş ortamlarında zor koşullarda çalışabilmekte ve hatta hayatlarını kaybedebilmektedir. Gelişmekte olan sektörlerde bile, “yeni iş ortamları sağlamak” veya  “teşvik” etmek çoğu zaman “girişimcinin” öngörüleri doğrultusunda bir iş ortamı hazırlamak anlamına gelirken, bu ortamda çalışan kişilerin öncelikleri göz ardı edilebilmektedir. Özetle, kentlerin mekânsal yeniden yapılandırılması bu kentlerin tüm sakinleri için “çalışıyor” anlamına gelmemektedir.  



Bu yüzden, bu çalışmada İstanbul’da farklı iş kollarında çalışan kişilerin hayatlarını nasıl sürdürdükleri araştırılırken, bu kişilerin yaşamlarını ve çalışma hayatlarını daha olumlu hale getirebilecek toplumsal ve mekânsal örgülerin neler olabileceği, bu kişilerin kendi deneyimlerinden hareketle irdelenmektedir. Bu sayede, kentte farklı iş ve yerlerde çalışan kişilerin gündelik yaşamları içinde belli toplumsal ve mekânsal pratikleri nasıl yeniden ürettikleri ve onların pratikleri ile egemen toplumsal ve mekânsal pratiklerin nasıl karşı karşıya geldiği veya çeliştiği hakkında kapsamlı bilgi edinmeyi hedefliyoruz. Küresel ekonominin egemen kişi ve kurumları dünya ekonomisinin, toplumların ve kentlerin kendi öncelikleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması için sürekli bir çaba içindeyken, benzer bir çabanın kentin içinde hayatlarını sürdürmeye devam etmeye çalışan geniş kesimler için de gösterilmesi gerekmektedir. Aslında, kişiler küresel ekonominin egemen imge ve pratiklerinin değersizleştirdiği veya göz ardı ettiği yer ve mesleklerde hayatlarını sürdürebilmektedir. Kentin mekânsal örgüsü, farklı işlerde çalışan kişiler için belli olanaklar sağladığı gibi engeller de çıkarabilmektedir. Bu tarz bir yaklaşım, öncelikle kentlerde çalışma hayatının etrafında süregelen egemen toplumsal ve mekânsal pratikleri sorgulamamıza yardımcı olacaktır. Öte yandan, küresel ekonomin “çalışmasından” ziyade kent sakinlerinin genelinin refahını sağlamaya yönelik alternatif kentsel kurguların neler olabileceği konusunda çıkarım yapmamıza da olanak sağlayacaktır.



15 Ekim 2010 tarihinde başlanan ve 15 Nisan 2012 tarihinde tamamlanacak olan araştırmamız kapsamında, mavi yakalı işçilikten profesyonel mesleklere kadar farklı iş kollarında çalışanların hayatları 100 meslek (Bkz: meslekler listesine) üzerinden araştırılmaktadır. Kapsamı geniş olan araştırmamızın saha çalışması dönemler arası değişmekle beraber 40 kişilik Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü lisansüstü ve lisans öğrencileri tarafından sürdürülmektedir (Bkz: araştırma grubu listesine).



EMEK VE MEKÂN GÜNLERİ  

27–29 Aralık 2011

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi

Sosyoloji Bölümü



27 Aralık 2011


Açılış Konuşması: (10.00 - 10.30)    

Yrd.Doç. Dr.Yıldırım  Şentürk  (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Emeğin Kenti İstanbul: Metropolde Çalışma Hayatının Toplumsal ve Mekansal Pratikleri’  


İstanbul’da Mavi Yakalı İşçiler

I.Oturum (10.30 - 11.45)

Esra Kaya (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

 Bir Mesleğin Elleri Değişirken:  Deneyimli Nasırlardan, Sertifikalı Nasırlara’

Seçil Kalenderoğlu (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

 İstanbul’da Ticaretin Kalbinde Bir Maden: “Altın” ve Geçmişten Bugüne Yolculuğu’

Serra Koçak (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

 Sokaklardan Sitelere: Mobilya ve Marangoz İşçiliğinin İstanbul Seyri’



Çay ve Kahve Molası (11.45 – 12.00)

II.Oturum (12.00 – 13.15)

Özge Öniz(MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘İki Fabrika Deneyimi: Cam İşçiliğinde Değişim Süreçleri ve Aktörler’

Selin Burgaç (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Tekstil İmalatında Kadın Eli: Ümraniye’de Alternatif Bir Deneyim’

Erkan Karabay (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Mavi Yakalı İşçilik Üzerine Notlar’



Öğlen Yemeği (13.15 - 14.30)

III.Oturum (14.30 - 15.30)

Aslı Odman(Boğaziçi Üni., Tarih Bölümü)

'Camekana değil, Emekana Bakmak'

Yrd.Doç.Dr. Hakan Koçak (Kocaeli Üni., Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü)

Türkiye İşçi Sınıfı Üzerine Çalışmalar ve Yaklaşımlar”  



Çay ve Kahve Molası (15.30 – 15.45)   

Belgesel Gösterimi (15.45 - 16.45)

Bölge’:Yönetmenler Feryal Saygılıgil-Güliz Sağlam’ın Katılımıyla





28 Aralık 2011



İstanbul’da Hizmet İşçileri

IV. Oturum (10.00 -11.30)

Esra Aslan(MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Tezgahtarlıktan Satış Danışmanlığına Değişen Vasıflar ve Pratikler’

Tevrat Asyalı (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Eğitim ve Denetim Penceresinden Çağrı Merkezleri ve Yeni Bir Örgütlülük Deneyimi’

Ayfer Demirbaş (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Geleneksel Kadın Emeği: El İşi Kültürünün Metropolde Yeniden Tanımlanması’

Zeynep Atakül(MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Ev İçi Hizmetlerde Göçmen Kadın Emeği’



Çay ve Kahve Molası (11.30 – 11.45)  

V. Oturum (11.45-13.00)

Hilal Başak  Demirbaş (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘İstanbul’da Din Görevlisi Olmak: Din Görevlilerinin Mekansal Değişimi ve Toplumsal Algı’

Hülya Mete (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Hizmet İşçisi Olarak Polisler: İstanbul’da Polis Olmak’

Mustafa Eren (Bilgi Üni., Kültürel Çalışmalar)

‘Hizmet İşçiliği Üzerine Notlar’



Öğlen Yemeği (13.00 - 14.00)

  

VI. Oturum (14.00-15.00)

Prof.Dr. Murat Güvenç (İstanbul Şehir ÜniversitesiSosyoloji Bölümü)

‘1990’dan 2000’e Mavi Yakalılar Beyaz Yakalılar:Ülke, Metropol ve Mahelle Düzeyinde Değerlendirmeler’



Çay ve Kahve Molası (15.00 – 15.15)   

Belgesel Gösterimi (15.15-16.15)

‘Alamana’: Hilal Demirbaş-Emre Kalemtaş




29 Aralık 2011



İstanbul’da Beyaz Yakalı İşler ve Profesyoneller

VII. Oturum (10.00 -11.15)

Kübra Akalın (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Neoliberalizmin Sağlık Politikalarında Can Çekişenler: Doktorlar’

Sevgi Canpolat(MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Kentin "Ruh"unu Bekleyenler: İstanbulda Psikolog Olmak’

Cansu Meşedilci (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Sermayenin Gözetimindeki  Gazetecilik,  Ayakta Durmaya Çalışırken’



Çay ve Kahve Molası (11.15 – 11.30)   

VIII.Oturum (11.30-12.45)

Esra Gülşener (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

‘Reklamcılar: İmajları Yaratanları Algılamaya Çalışmak’

Duygu Öz (MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

Yöneticiler’

Berna Uçarol(MSGSÜ Sosyoloji Bölümü)

Beyaz Yakalı İşler ve Profesyoneller Üzerine Notlar’



Çay ve Kahve Molası (12.45 – 13.00)

IX. Oturum (13.00-13.30)

Doç.Dr. Hatice Kurtuluş(İstanbul Üni., Kamu Yönetimi)

‘Orta Sınıfın Mekanda Yeniden İnşası: İstanbul'da Yeni Proleter ve Kapitalist Orta Sınıfın 'Meydan' Savaşı’

Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu (Marmara Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü)

‘Üretim Süreçleriyle Birlikte Değişen Mühendis Emeğinin Sınıfsal Konumu’



Öğlen Yemeği (13.30 – 14.30)





X.Oturum (14.30-16.00)

Panel

Esra Kaya, Esra Aslan, Hilal Başak Demirbaş, Özge Öniz, Cansu Meşedilci

“Emeğin Kenti İstanbul” Araştırmasından Saha Deneyimleri

Prof.Dr. Neşe Özgen

‘Sosyal Bilimlerde Saha Çalışması’





Kapanış Etkinliği 



Sergi: ‘Bizim Objektifimizden: İstanbul’da Çalışmak’

(27-29 Aralık 2011. Bomonti-Sosyoloji Bölümü 3. Kat)

(Düzenleyenler: Tarık Aslan,Bulut Dönmez)

  



İletişim bilgisi: yildirimsenturk@gmail.com

Adres :MSGSÜ Sosyoloji BölümüBomonti Yerleşkesi, Cumhuriyet Mah. Silahşörler  Cad. No: 89, Bomonti, Şişli

Web adresi: www.emekmekan.org



24 Aralık 2011 Cumartesi

SERVER TANİLLİ’NİN CEZAEVİNE GİRİŞİ YASAK


24.12.11

Server Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi” kitabı 1970’li yıllarda yasaklandığı için cezaevlerine girişi yasaklandı.

Server Tanilli’nin vefatı ardında yazdığımız yazıda bu konuya değinmiştik. Yazıyı tekrarlıyoruz: bakın o kitap nasıl yasaklanmıştı.

Büyük aydınlanma devrimcisi Server Tanilli öğretmenimizi 29 Kasım'da kaybettik. Daha iki hafta önce Silivri'ye gidip Ergenekon davasını izlemiş, Vardiya Bizde Platformu çadırlarına konuk olmuştu.

Yaşamının sonuna kadar büyük dirençle mücadele etti. Sadece mücadelesiyle değil, yazdıklarıyla da aydın olmanın erdemini ispatladı.

Unutulmayacak kuşkusuz...

Peki, Server Tanilli'yi yargılayanları, vuranları unutacak mıyız?

Hangi davasını yazalım...

Vurulma sürecinde giden bir "adli vaka"dan bahsetmek şart:
Server Tanilli Sosyal bilgilerde (İ. İ. T. İ. A. Şişili Sosyal Bilgiler Yüksek Okulu) öğretim üyesidir.

"Uygarlık tarihi" dersi vermektedir. Ders notlarını 7 Nisan 1973'te kitap haline getirdi. Ve ne ilginçtir ki, 25 Nisan 1973'te İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne tarihsiz, imzasız bir mektup gönderildi:

"Kitapta komünizm propagandası yapılıyordu."

Polis yine o dönemde "insaflıymış", durumu üniversiteye bildirdi. Üniversite, Ord. Prof. Reşat Kaynar başkanlığında, Prof. Dr. Süleyman Barda ve Prof. Dr. Vakur Versan üyeliğinde 7 Mayıs 1973'te kararını verdiler: Eser bilimseldir, ideolojik yönü yoktur...
Ancak "birileri"nin meseleyi kapatmaya hiç niyeti yoktur.

Üniversite rektörü Prof. Dr. Haluk Alp 14 Nisan 1975'te istenilen raporu alabilmek için "zata mahsus" bir yazıyla Prof. Dr. Nurullah Kunter'i görevlendirdi.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Kunter, 5 Mayıs 1975'te çalışmaya başlar, 27 Eylül 1975'te 15 sayfalık raporunu verir: kitap komünizm propagandası yapmaktadır!

Ve bu rapora bakarak, Devlet Güvenlik Mahkemesi 30 Eylül 1975'te davayı açtı.
Server Tanilli 18 Aralık 1975'te ilk duruşmaya çıktı. Öğrencilerine Çaykovski, Mahzuni dinleterek komünizm propagandası yapmadığını, "uygarlık Tarihi"ni anlattığını söyledi. "Bilim adamı, bilimsel çalışmalarından dolayı mahkemelere hesap vermez" dedi.

O günlerde Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Can Yücel, İlhan Selçuk, Ruhi Su gibi 774 onurlu ses, bildiriyle davayı kınadılar. Düşünce özgürlüğünü savundular.
Server Tanilli'nin davası 31 Mart 1978'de beraatle sonuçlandı. Bir hafta sonra:
7 Nisan 1978'de Server Tanilli'yi vurdular. Hayatı kurtuldu ama o günden sonra tekerlekli sandalyeye mahkum oldu.

Server Tanilli'yi susturamadılar. Aydınlanma yolundan alıkoyamadılar. Yaşamını "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" gençler yetiştirmeye adadı. Ve inanıyoruz ki gün gelecek Server Tanilli'nin adı üniversitelere isim verilecek.
Onu yargılayanları, vuranları, bilirkişileri kimse hatırlamayacak bile...
Server Tanilli ölümsüzlüğe yürümüştür...


Odatv.com

Türkiye'de yazar olmanın bedeli



24/12/2011

"Köylüler kurdun peşine düşer, onu canlı yakalar ve boynuna bir zil takıp salar. Zilli kurt, hiçbir canlıya yaklaşamaz. Bozkırlar, dağlar boyunca koşar durur ve bir gün açlıktan ölür. İşte Türkiye'de pek çok yazar, kavgasının bedelini zilli kurt olarak ödemiştir."


Yaşar Kemal’in Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki fahri doktora töreni için hazırladığı konuşma metnini yayımlıyoruz

Mimar Sinan Üniversitesinin bana fahri doktora vermesinden dolayı mutluyum. Teşekkür ederim.
Benim buralara ilk gelişim 1946 yılında idi. Genç bir havagazı memuru olarak öğleye kadar çalışıyordum. Öğleden sonra da heykel atölyesinde toprak yoğuruyordum. O sıralar İlhan Koman’la birlikte Tarlabaşı’nda bir evde oturuyorduk. Pekiyi bir heykel üretemedim ama çok güzel dostluklarım oldu. Bugün beni 20 yaşlarıma götürüyor ödülünüz. Bu da ayrı bir mutluluk.
Biz sanatın gücüne ve sanatçının sorumluluğuna inanan bir kuşaktık. Sa­nat­çı gü­zel ya­pıt­lar­la dün­ya­mı­zı zen­gin­leş­tir­ecek diyorduk. İn­san kül­tü­rü­ne bir şey­ler kat­acak. Kö­tü­lük­ler­le en ön­de, kel­le­si­ni ko­ya­rak dö­vü­şe­cek.


Bi­z ede­bi­ya­tı­mızda inat­la ya­şa­ma sa­rı­ldık. İnatla bu topraklarda yaşanan acıların, duyulan özlemlerin sesi olmaya uğraştık. İnat­la ken­di­mize dö­nü­şü gerçek­leş­tir­me­ye çalıştık. Bunun için de çoğumuz bedel ödedik.

Zilli kurt diye çok anlattığım, yazdığım bir gerçek vardır. Do­ğu Ana­do­lu­da kurt­lar bir be­la­dır. Bir kurt bir ko­yun veya keçi sü­rü­sü­ne da­lar, bü­tün sü­rü­yü par­ça­lar. Kurt dal­mış sü­rü­den ar­tık ha­yır yok­tur. Ve ko­yun­dan, keçiden baş­ka geçi­mi ol­ma­yan Do­ğu Ana­do­lu hal­kı, sü­rü­sü­ne kurt gir­miş­se çö­ker, bi­ter, aç­lık­la kar­şı kar­şı­ya ka­lır. Bu du­rum­da köy­lü, kurt­tan öcü­nü al­mak is­ter. At­lanırlar, kö­pek­le­ri­ni, ip­le­ri­ni alır­lar. Kurt avı­na çı­kar­lar. Kurt­la­rı di­ri ya­ka­la­mak­tır en bü­yük amaç­la­rı. Usu­lü­nü bi­lir­ler, kurt­la­rı di­ri yakalarlar. Kin bağ­la­dık­la­rı, öç al­mak is­te­dik­le­ri kur­da bir fis­ke bi­le vur­maz­lar. Kur­du hiç in­cit­mez­ler. Yal­nız sağ­lam bir tel­le ya da ki­riş­le kur­dun bo­ğa­zı­na bir zil ta­kar­lar ve kur­du sa­lı­ve­rir­ler. Bo­ğa­zı zil­li kurt, hiç­bir can­lı­ya yak­la­şa­maz. Bo­ğa­zın­da zil, boz­kır­lar bo­yun­ca, dağ­lar bo­yun­ca ko­şar du­rur ve bir gün aç­lık­tan ölür. Bu, in­san ak­lı­na ge­len iş­ken­ce­le­rin, zu­lüm­le­rin en kor­kunç­la­rın­dan bi­ri­dir.
Türkiye’de pek çok yazar bu bedeli zilli kurt olarak ödemiştir.
1951 yılında Arif Dino beni Cumhuriyet gazetesine götürdü. Nadir Nadi beni önce
Diyarbakır’a gönderdi. Sonra Van, Antep, 11 yıl karış karış bütün Anadolu’yu dolaşarak röportaj yaptım.
Adana’da iki sürgün bana çok yardım etti; Arif Dino ve Abidin Dino. Pertev Naili Boratav’la da dostluğum vardı, Ahmet Kutsi Tecer’le de, Behçet Kemal’le de. Nurullah Ataç Adana’ya geldiği zaman tanıştım onunla, büyük bir dostluğum oldu. Sabahattin Eyüboğlu’yla dostluğum, arkadaşlığım oldu. Böyle bir grup içinde yola çıktım ben.

Bir sanatçı gökten düşmez. Bir birikim meselesidir bu.
Önümüzde Halide Edip, Ya­kup Kad­ri­, Sa­ba­hat­tin Ali­ vardı. Son­ra bi­zim ku­şa­ğı­mız gel­di...
Sa­it Fa­ik Ana­do­lu asıl­lı, İs­tan­bul­da ya­şa­yan bir ki­şiy­di. İs­tan­bul­da­ki ha­ya­tı­nın kü­çük ay­rın­tı­la­rı­nı des­tan­laş­tır­dı. Or­han Ke­mal’le beraber geldik Adanadan. O, köy­ler­den şe­hir­le­re akı­nı, yer­leş­me­yi ve mev­sim iş­çi­le­ri­nin gur­bet ha­ya­tı­nı yaz­dı. Her­kes ya­şa­mı­nı ya­zı­yor­du.
Köy Ens­ti­tü­sü çı­kış­lı ya­zar­lar gel­di­ler, bir Fa­kir Bay­kurt, bir Ta­lip Apay­dın gel­di. Bir de ya­şa­mı­nı ya­zan Ha­li­kar­nas Ba­lık­çı­sı var. Ana­do­lu Ede­bi­ya­tı ge­le­ne­ği­ne son­ra­dan ka­tıl­mış, bu ge­le­ne­ği en iyi tem­sil eden bü­yük bir ro­man­cı­dır.

‘İlyada’yı Azra Erhat’ın ve A. Kadir’in güzel çevirilerinden okumuştuk. En bü­yük Türk şa­iri Nâ­zım Hik­met’in ‘Mem­le­ke­tim­den İn­san Man­za­ra­la­rı’ ad­lı büyük des­ta­nı ‘İl­ya­da’dan son­ra ya­zıl­mış bel­ki en bü­yük Ana­do­lu des­ta­nı­dır. Bu­gün­kü Türk Ede­bi­ya­tı­nın ikin­ci bir kö­kü var. Bu ede­bi­yat bir yandan da Yu­nus Em­re’­den, Kö­roğ­lu’ndan, Pir Sul­tan Ab­dal’dan, Da­da­loğ­lu’ndan, Karacaoğlan’dan, Âşık Veysel’den ge­lir.

Bizim kuşak Batı taklitçiliğini bu toprakların yaratıcılığına en büyük engel gördü.
Ben halk di­li­nin zen­gin­li­ğin­den, söz­lü ede­bi­ya­tı­mız­dan çok ya­rar­lan­dım. Öz kay­na­ğım­dır hal­kın ürün­le­ri. Bü­tün sa­nat­la­rın kö­kün­de hal­kın ya­ra­tı­la­rı, yara­tı ge­le­nek­le­ri var­dır. Bü­yük mü­zik­çi­le­ri alın, te­ma­la­rı­nı bi­raz­cık de­şin, al­tın­dan hal­kın on bin­ler­ce yıl bo­yun­ca oluş­tur­du­ğu me­lo­di­ler çı­kar.

Halkların öz kül­tür­leri, tü­ke­ti­ci kül­tü­rü­nün –bu­na kül­tür de­nir­se– ku­şat­ma­sın­da sı­kış­tı. Ya­vaş ya­vaş ki­şi­lik­le­ri­ni yi­ti­ri­yor­lar. İnsanlık elbette buna dur diyecek. Sanatçılar da bin çi­çek­li dün­ya kül­tü­rün­den her çi­çe­ğin üstüne titreyecekler. Dün­ya bu bi­lin­ce doğ­ru gi­di­yor.

Yal­nız burada baş­ka bir teh­li­ke bi­zi bek­li­yor: Hal­kın yüz­ler­ce, bin­ler­ce yıl ya­rat­tı­ğı ürün­le­re öy­kün­mek... Öy­kün­me baş­ka, özüm­se­me baş­ka. Halk ürünleri­ne öy­kün­mek de­ğil, özüm­se­mek... Ba­tı, Do­ğu kül­tür­le­ri­ne öy­kün­mek de­ğil, özüm­se­mek. Do­ğa­ya öy­kün­mek de­ğil, özüm­se­mek... Böy­le­ce zen­gin­le­şe­rek, özümse­ye­rek ya­ra­tı­cı­lı­ğa ka­vuş­mak. Dün­ya­yı, in­sa­nı ya­şa­ya­rak de­rin­le­me­si­ne öğ­ren­mek, ya­şa­ya­rak ya­rat­mak ve dün­ya­nın ya­şa­mı­na so­nu­na ka­dar ka­tıl­mak...
Ça­ğı­mı­zın bü­yük şa­iri Nâ­zım Hik­met son şi­ir­le­rin­den bi­rin­de “Şa­ir­lik kan­lı ze­na­at”, di­yor­du. Ve biz­de sanat kan­lı bir ze­na­at ol­ma na­mu­su­nu sür­dü­rü­yor.
17. yüz­yıl­da bir şi­iriy­le bin­ler­ce ki­şi­yi ayaklandıran Pir Sul­tan Ab­dal da ima­nı­nı şöy­le be­lir­ti­yor­du:
Ye­men­den öte bir yer­de,
Dül­dül hâ­lâ sa­vaş­ta­dır.



Özgünlüğü, güzel sanatlarla ilişkisidir
Yaşar Kemal’in fahri doktorası, dün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde düzenlenen bir törenle verildi. Yazarın dostlarının, MSGSÜ öğretim üyelerinin ve öğrencilerin doldurduğu salonda ilk sözü rektör Prof. Yalçın Karayağız aldı. Karayağız, “Yaşar Kemal’in ilk profesyonel uğraşı tabelacılıktır. Manzara resimleri de yapmış, okulumuzda misafir öğrenci olmuştur. Onu özgün kılan yanlarından biri de güzel sanatlarla ilişkisidir” dedi. Ardından Doğan Hızlan, Tarık Günersel, Zeki Coşkun Yaşar Kemal’i anlattılar. Yaşar Kemal de anılarla süslediği samimi bir konuşma yaptı ve Gürer Aykal yönetimindeki MSGSÜ Orkestrası’nın konseriyle tören sona erdi.