4 Haziran 2012 Pazartesi

Protestonun coğrafyası

Dünya sınıf mücadelesi: Protestonun coğrafyası




Protestonun coğrafyası hızla ve sürekli olarak değişiyor. Birden çıkıveriyor ve sonra ya bastırılıyor, ya uzlaşılıyor ya da tükeniyor. Ve bu yaşanır yaşanmaz, yine bastırılabileceği, uzlaşılabileceği ya da tükenebileceği bir başka yerden patlak veriyor. Ve sonra, sanki dünya çapında bastırılabilmesi mümkün değilmiş gibi üçüncü bir yerde patlak veriyor

Dünya ekonomisinin artı-değer üretimi anlamında genişlemekte olduğu iyi zamanlarda, sınıf mücadelesi de yumuşar. Hiçbir zaman ortadan kalkmaz ama işsizlik seviyesi düşük oldukça ve alt katmanların reel gelirleri çok küçük seviyelerde bile olsa arttıkça, günün kuralı toplumsal uzlaşıdır.

Ama ne zamanki dünya-ekonomi durgunlaşır ve gerçek işsizlik fark edilir biçimde artar, bu, pastanın küçülmekte olduğu anlamına gelir. O zaman şu soruyla karşı karşıya geliriz: Bu daralmanın yükü ülke içinde ve ülkeler arasında kimin sırtına yıkılmalıdır? Sınıf mücadelesi şiddetlenir ve er ya da geç çatışma açıktan sokaklara taşar. Dünya-sistemde 1970’lerden bu yana ve en yakıcı biçimde 2007’den beri yaşanmakta olan şey budur. Şu ana kadar, en üst yüzde 1’lik katman kendi payını koruyor ve işin doğrusu daha da artırıyor. Bu da kaçınılmaz olarak yüzde 99’un payının düşüşte olduğunu gösteriyor.

Küresel bütçede bölüşüm kavgası temel olarak iki başlık altında ilerler: vergiler (kim, ne kadar ödeyecek) ve nüfusun büyük çoğunluğunu ilgilendiren sosyal güvence ağı (eğitim, sağlık harcamaları ve ömür boyu gelir güvenceleri). Bu mücadelenin görülmediği herhangi bir ülke bulunmamaktadır. Ama bu mücadele kimi ülkelerde, dünya-ekonomideki konumlanışları, iç demografik yapıları ve politik tarihleri nedeniyle diğerlerine göre daha şiddetli biçimlerde patlak vermektedir.

Güçlü bir sınıf mücadelesi, bunun politik olarak nasıl taşınacağı sorununu herkesin gündemine sokmaktadır. İktidardaki gruplar halkın hoşnutsuzluğunu sertçe bastırabilir ve pek çoğu böyle yapmaktadır. Ya da hoşnutsuzluk baskı mekanizmalarının üstesinden gelemeyeceği kadar güçlüyse, protestocuları, onlara katılır görünerek ve gerçek değişimi sınırlayarak içermeye çalışabilirler. Ya da her ikisini birden yaparlar; önce bastırmaya çalışırlar ve eğer bu başarısızlığa uğrarsa uzlaşmaya çalışırlar.

Protestocular da bir açmazla yüzyüzedir. Protestocular her zaman görece küçük ve cesur gruplar olarak sahneye çıkar. İktidardaki gruplar üzerinde basınç oluşturmak istiyorlarsa, daha geniş kesimleri (ve politik anlamda daha çekingen bir grubu) ikna etmek zorundadırlar. Bu kolay değildir ama mümkündür. Mısır’da 2011’de Tahrir Meydanı’nda yaşanmıştır. ABD’de ve Kanada’da Occupy (İşgal et) hareketinde yaşanmıştır. Son seçimlerde Yunanistan’da yaşanmıştır. Şili’de ve şimdi uzun-süreli öğrenci grevlerinde yaşanmıştır. Ve şu anda, öyle görünüyor ki harikulade bir biçimde Kebek’te (Quebec) yaşanmaktadır.

Ama bu ne zaman yaşanır, sonrası nedir? Bazı protestocular var ki, ilk adımdaki dar talepleri toplumsal düzeni yeniden inşa edecek daha uzun erimli ve temel taleplere genişletmek istiyorlar. Ve başkaları var ki, her zaman bunlar vardır, iktidardaki güçlerle masaya oturup bazı uzlaşmalara hazırlar.

Bunlar, iktidardaki gruplar baskı uyguladığında, daha çok protesto bayraklarını kaldırırlar. Ama baskı çoğunlukla işe yarar. Baskı işe yaramadığında ve iktidardaki gruplar uzlaştığında ve kapsayıcı davranmaya yöneldiğinde, [“başkaları” diye söz edilenler] protestoculardan desteklerini çekebilirler. Görüldüğü kadarıyla Mısır’da yaşanan budur. Son seçim sonuçlarına göre ikinci tur, ikisi de Tahrir Meydanı’ndaki devrimi desteklememiş olan iki aday arasında geçecektir. Bunlardan biri devrik başkan Hüsnü Mübarek’in son başbakanı, diğeri de temel hedefi Tahrir Meydanı’nda toplananların taleplerini uygulamak değil Mısır hukukunda şeriatı kurmak olan biri yarışacak. Sonuç, en çok oyu alan söz konusu iki kişiye oy vermemiş olan yüzde 50 civarındaki seçmen için çok acımasız bir seçim olacak. Bu can sıkıcı durum, Tahrir Meydanı taraftarı seçmenlerin, oylarını biraz farklı arkaplanlara sahip iki aday arasında bölmesi nedeniyle ortaya çıktı.

Tüm bunları nasıl değerlendirebiliriz? Öyle görünüyor ki protestonun coğrafyası hızla ve sürekli olarak değişiyor. Birden çıkıveriyor ve sonra ya bastırılıyor, ya uzlaşılıyor ya da tükeniyor. Ve bu yaşanır yaşanmaz, yine bastırılabileceği, uzlaşılabileceği ya da tükenebileceği bir başka yerden patlak veriyor. Ve sonra, sanki dünya çapında bastırılabilmesi mümkün değilmiş gibi üçüncü bir yerde patlak veriyor.

Gerçekten de bastırılamaz. Bunun çok basit bir nedeni var. Dünya gelirindeki gerileme gerçek ve bu durum ortadan kalkacak gibi görünmüyor. Kapitalist dünya-ekonominin yapısal krizi ekonomik düşüş karşısında standart çözümleri işe yaramaz kılıyor. Bilginlerimizin ve politikacılarımızın bizi yeni bir refah döneminin ufukta olduğu fikrine ne kadar ikna ettiğinin hiçbir önemi yok.

Kaotik bir dünya halini yaşıyoruz. Her alanda büyük ve hızlı dalgalanmalar yaşanıyor. Bu toplumsal protestolarda da böyle. Protesto coğrafyasının sürekli olarak değişmesinde gördüğümüz şey budur. Dün Kahire’de Tahrir Meydanı’nda, bugün Motreal’de tencere tavalı izinsiz yürüyüşte, yarın (muhtemelen şaşırtıcı olacak olan) herhangi bir başka yerde.


1 Haziran 2012


Immanuel Wallerstein




(Immanuel Wallerstein’in kişisel sitesindeki
İngilizce orijinali 'nden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir.)

Mayıs ayında 69 işçi yaşamını yitirdi

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Mayıs ayında 69 işçinin iş cinayetine kurban gittiğini açıkladı. "Demiryolu ölüm yolu olmasın" diyen Meclis, sessiz kalan tüm kurumların demiryollarındaki iş cinayetlerinden sorumlu olduğunu kaydetti.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Mayıs ayı "İş Cinayetleri Raporu"nu Haydarpaşa Garı'nda açıkladı.


'EN ÇOK ÖLÜM İNŞAAT, ENERJİ VE MEVSİMLİK TARIM SEKTÖRÜNDE'

Meclis adına açıklama yapan Mithat Ercan, Mayıs ayında 69 işçinin yaşamını yitirdiğini, ölümlerin en çok inşaat, enerji ve mevsimlik tarım sektöründe yaşandığını vurguladı.

AKP'nin bir yandan kentsel dönüşüm projeleriyle yoksul halkın evlerine saldırdığını, diğer yandan inşaatlarda iş cinayetlerinin artarak devam ettiğine dikkat çeken Ercan, inşaat sektöründe 22, enerjide ise 11 işçinin yaşamını yitirdiğini belirtti.

İş cinayetlerinin yaşandığı illerin başında Diyarbakır, İstanbul ve İzmir'in geldiğini ifade eden Ercan, 1 Mayıs günü yaşamını yitiren 26 yaşındaki sinema emekçisi Selin Erdem'i hatırlattı.

"İş cinayetleri demiryolu işçilerini de aramızdan alıyor" diyen Ercan, geçtiğimiz ilk beş ayda 20'nin üzerinde demiryolu işçisinin iş cinayeti sonucu yaşamını yitirdiğini kaydetti. Ercan, "Ölümlerin ve kazaların çetelesi tutulamaz oldu. Var olan demiryolu ve yolcu güvenliği ortadan kaldırıldı" şeklinde konuştu.


'SESİNİ ÇIKARMAYAN HER KURUM ÖLÜMLERDEN SORUMLU'

Ercan, şunları söyledi: "Sorumlular başta AKP iktidarı olmak üzere 10 yıldır demiryollarını yöneten ama yaşanan bunca ölüme rağmen gerekli önlemleri almak yerine yeniden yapılanma uygulamaları ile kazalara ve ölümlere davetiye çıkaran demiryolu yönetimidir. Demiryolunda örgütlü olup yaşanan ölümlere sesini çıkarmayan her kurum da en az demiryolu yönetimi kadar sorumludur. Başta AKP olmak üzere Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD yönetimine bu cinayetlerin durması için tasfiye ve taşeronlaştırma uygulamalarına son vermeye çağırıyoruz."



EmekDünyası.Net

Taner Yıldız'dan Anayasa Mahkemesi'ne nükleer teşekkürü

Anayasa Mahkemesi, Akkuyu'ya yapılması planlanan nükleer santralin yürütmesinin durdurulması istemini reddetti. Nükleer santralin yapılmasının önünde hukuki bir engel kalmaması üzerine Enerji Bakanı Taner Yıldız, Anayasa Mahkemesi'ne teşekkür etti.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Anayasa Mahkemesi’nin, Mersin Akkuyu’da nükleer santral kurulmasına ilişkin kanunun iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemini reddetmesinin muhalefete önemli bir cevap olduğunu söyledi. Anayasa Mahkemesi'nin CHP'nin Akkuyu'ya nükleer santral yapılmasını öngören 6007 sayılı kanunun 1. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talebiyle yaptığı başvuruyu reddetmesi üzerine konuşan Yıldız, kararın "Türkiye'nin kalkınmasına yalnızca yasama, yürütmeyle değil, yargıyla da katkı konulmasına önemli bir örnek" olduğunu savundu. Taner Yıldız Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla ilgili şunları söyledi:

"Türkiye'nin kalkınmasını yalnızca yasama yürütmeyle değil aynı zamanda yargıyla da katkı konulmasına önemli bir örnektir. Bundan 10-15 yıl önce bunların her birisi kuvvetler ayrılığı konusuyla gündeme getiriliyordu. Ama artık tamamen ülkenin kalkınmasına konacak katkı için bahsediliyor. Bunu ülkenin zihni değişimi olarak da görüyorum. Yalnızca hukuktaki bir başarı değil, aynı zamanda büyüyen, ilerleyen ve gelişen Türkiye'nin zihniyle, beyniyle, kalbiyle ve vicdanıyla beraber büyüdüğüne dair önemli bir örnektir. Bu, dünyanın her tarafından böyle. Bundan medet uman, bir işin nasıl yapılmayacağını tarif eden CHP'nin de aldığı önemli bir cevaptır diye düşünüyorum."

Başkan'ın aklı turizmde...

CHP'li Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan ise kararla ilgili bir yazılı açıklama yaparak, "turizm açısından en gözde yerlerden biri" olan Akkuyu'ya nükleer santral yapılmasının yanlış olduğunu, artık tek umudun hükümetin bu yanlıştan dönmesi olduğunu söyledi. Özcan açıklamasında, "Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sayesinde, Akkuyu'ya nükleer santral kurulmasının önünde hiçbir hukuki engel kalmadı. Bu Mersin ve bölge halkı için gerçekten üzücü bir haber. Çünkü Akkuyu turizm açısından en gözde yerlerimizden birisidir. Böylesi turizm potansiyeli olan yere nükleer santral inşa etmemek gerekir. Tek umudumuz, hükümetin bu yanlıştan bir an önce dönmesini beklemek" dedi.



(soL-Haber Merkezi)


Bakan düşük ücretle övündü

Hükümet, ekonomik büyüme oranları, ihracattaki artış, bütçenin denk olması gibi verilerle ‘başarı’ tablosu çizerken bu listeye yeni bir ‘kalem’ daha eklendi. Bu da ücretlerin düşük olması!

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin (EMD) yeni yönetimini kabulünde yaptığı konuşmada, Türkiye’deki ücretlerin düşüklüğünü önemli bir avantaj olarak sundu.

Avrupa’nın ekonomik krizden tek çıkış kapısının Türkiye olduğunu söyleyen Bakan Çağlayan, “Gidebilecekleri başka hiçbir yer yok” dedi. Avrupalı patronların Türkiye’ye gelmesinin sebebi ise düşük ücretler ve yeni teşvik sisteminde 6. bölgenin sunduğu olanaklar! Bakan Çağlayan, patronların Türkiye’i tercih sebebini de Çin’de ücretlerin 300-400 dolara yükselmesi ve aynı oranda ücret yükselmesinin Bangladeş, Vietnam ve Pakistan’da da beklenmesi olarak açıkladı.


6. BÖLGE CENNET OLACAK

Bu kapsamda yeni teşvik paketini yorumlayan Bakan Çağlayan, Türkiye’de 6. bölgenin patronlar için bir cennet olacağını bildirdi. Rekabet ve işçi maliyetleri açısından 6. bölgenin bir cennet olacağını ifade eden Çağlayan, teşvikleri “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en cömert teşvik kanunudur. Bugüne kadar Türkiye’de bu kadar cömert, bu kadar anlamlı bir teşvik yapılmadı.” diyerek tanımladı. Patronlar için teşviklerin yararlarını saymakla bitiremeyen Çağlayan, son olarak bölgeler arasındaki gelişmiş farkına da vurgu yaptı: “Oradaki insanların istihdamı, bölgelerin kalkınması da önemli. Teşvik, bölgelerarası kalkınmışlık, gelişmişlik farkının ortadan kaldırılmasına yönelik.”


PARİTE BELASI

“Şu anda bizim başımız pariteyle belada” diyen Bakan Çağlayan, “pariteden ciddi kazık yiyoruz” ifadesini kullandı. Zafer Çağlayan Türkiye’nin ihracatının yarısının euro, yarısının dolar olduğunu belirterek, rakamların istatistiklere geçerken euro karşılığı dolar olarak yazıldığını vurguladı. Bakan Çağlayan konuya ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu: “O günkü pariteden bunlar değerlendiriliyor. Paritedeki yüzde 10’luk düşüş, bizim ihracatımızda yüzde 4.5’lik düşüş ortaya çıkartıyor. Çok ciddi bir rakam bu. Dolar euro paritesi 1.35 ise 1 milyar euro karşılığında, 1 milyar 350 milyon dolar yazıyoruz. Ama dolar euro paritesi 1.23 ise 1 milyar 350 milyon dolar yerine, 1 milyar 230 milyon dolar yazıyoruz. Ama biz fiilen aslında o euro ihracatını yaptık. Şimdi böyle bir sıkıntı var, bu ister istemez ihracat rakamlarında iniş çıkış yapıyor.”

DÜZELME BEKLİYORUM

Bakan Çağlayan, ikinci çeyrekten sonra dünya piyasalarında düzelme beklediğini belirterek, buna paralel olarak Türkiye’nin ihracatında da gelen talebe göre bir artış olacağını söyledi.

Türkiye’nin bu yıl Orta Vadeli Program’da (OVP) belirtilen hedeflerden daha iyi olacağını dile getiren Çağlayan, “Gerek ihracatta, gerek büyümede, gerekse dış ticaret açığının ve cari açığın azalmasında çok daha iyi yere geleceğiz. Her bir yatırım, her bir ihracat aynı oranda istihdama dönüşüyor. Ezberleri bozduk şükürler olsun” şeklinde konuştu.


KARAKOÇ: HÜKÜMETİN EMEKÇİLERE BAKIŞI BU

Bahri Karakoç (Türk-İş 7. Bölge Temsilcisi): Zafer Çağlayan’ın bu açıklamasını sizden öğreniyorum. Çağlayan, hükümetin bir bakanı olduğundan dolayı bu kendi kişisel görüşü değil, hükümetin bir politikası olarak değerlendirilmelidir. Ve bu açıklama, hükümetin emekçilere bakış açısını ortaya koymaktadır. Bölgede sendikalar işçilerin ücretlerini biraz olsun yükseltebilmek adına mücadele ederken düşük ücretle övünmek işçilere bakış açısını ifade etmektedir. Zaten bunu Bakan Çağlayan, bölgesel asgari ücreti gündeme getirmekle açık bir şekilde ortaya koymuştu.


EVRENSEL

Binlerce kadın, kadın düşmanı Başbakan’a karşı sokağa çıktı

Başbakan Erdoğan ve AKP’li milletvekillerinin kürtaj ve sezaryen konusundaki kadın düşmanı açıklamalarına Kadıköy’de bir araya gelen binlerce kadın yanıt verdi.

"Kürtaj haktır, tartışmayız! Bedenimiz bizimdir" diyen binlerce kadın, kadın düşmanı AKP’ye karşı Kadıköy’de bir araya geldi.


“AKP kadın düşmanlığı artık açıkça yapıyor”

Halkevci Kadınlar, ÖDP'li Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, TKP'li Kadınlar, EHP'li Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, DİP'li Kadınlar, DİSK'li kadınlar, KESK’li Kadınlar, İHD’li Kadınlar, EMEP’li Kadınlar, Mavi Kalem Derneği ve İmece Kadın Sendikası’nın çağrısıyla saat 13.30’da Bahariye girişinde toplanan binlerce kadın buradan Kadıköy İskele Meydanı’na yürüdü.

Kadıköy Meydanı’nda eylem çağrısı yapan kurumlar adına yapılan ortak açıklamada, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin yıllardır üstü kapalı biçimde sürdürdüğü kadın düşmanlığını artık açıkça yaptığı dile getirildi.


“Kadının denetim altına alınması için kürtaj yasağı”

Toplumsal hayatın tamamını neo-liberal, muhafazakar, faşizan sermaye düzenin mutlak iktidar alanı haline getirmek isteyen AKP’nin her alanda yürüttüğü pervasız saldırının en net göstergelerinden birinin kadın bedeni üzerinde yürütüldüğünün belirtildiği açıklamada şöyle denildi:


“Kadın düşmanı Başbakanın “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, Kadınlar 3 çocuk doğursun” yolundaki açıklamaları, kadına yönelik artan şiddet, tecavüz ve kadın cinayetlerine göz yuman hukuk dışı uygulamlar… AKP hükümeti şimdi bu zemin üzerinden kadınların kimliğini ve emeğini devletin, erkeklerin ve sermayenin mutlak hâkimiyeti altına sokmak için kürtaj yasağı getiriyor.”


“Kürtaj haktır, Uludere katliam”

“Kürtaj hakkının bahane edilerek bedenimizin, emeğimizin ve geleceğimizin denetim altına alınmaya çalışıldığının farkındayız. Ne kürtaj hakkımızın ne de bedenimiz, emeğimiz ve cinselliğimiz üzerindeki hakların sınırlanmasına izin vermeyeceğiz” denilen açıklamada, Başbakan’ın “her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasına tepki gösterilerek, Başbakanın neden olduğu bir katliamı kadın düşmanlığı üzerinden kullanması protesto edildi.


Açıklamanın ardından halk müziği sanatçısı Pınar Aydınlar ve oyuncu Feride Çetin, yaptıkları konuşmalarla “Başbakan’a haddini bil” dedi.

Miting Pınar Aydınlar'ın alanda buluşan binlerce kadınla birlikte Çavbella’yı söylemesinin ve kadınların kendi sorunlarına dair yaptıkları kürsü konuşmalarının ardından son buldu.



(soL – İstanbul)


'CHP'li belediyelere 'polis basarsa' diye eğitim verdik'


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ''Cumhuriyet Halk Partisi'nin olduğu bir yerde, CHP'li belediye başkanı olan bir yerde insan haklarına saygı, borçları ödeme, yatırım yapma, insanı sevme var, kendi halkına hesap verme sorumluluğu var'' dedi.
    


Kılıçdaroğlu, Celal Atik Spor Salonu'nda yapılan CHP İzmir İl Başkanlığı 34. Olağan İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada, İzmir'in sadece Akdeniz'in değil, Türkiye'nin incisi ve demokrat insanların yaşadığı, insana saygının doruklara çıktığı bir kent olduğunu ifade etti.
    
Uşak'ın Ulubey ilçesine dün gerçekleştirdiği ziyarete değinen Kılıçdaroğlu, Ulubey'de 59 yıl sonra CHP'li bir belediye başkanının seçildiğini ve seçildikten sonra çok önemli işlere imza attığını söyledi.
    

Kılıçdaroğlu, ''CHP'li belediye başkanlarının hepsinin, her türlü baskıya rağmen halk için çalışarak büyük başarılar elde ettiğini'' dile getirerek, ''Cumhuriyet Halk Partisi'nin olduğu bir yerde, CHP'li belediye başkanı olan bir yerde insan haklarına saygı, borçları ödeme, yatırım yapma, insanı sevme var; kendi halkına hesap verme sorumluluğu var'' dedi.

   

''Polis belediyenizi basarsa...''


İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tüm uygulamalarının altına imza attığını ifade eden Kılıçdaroğlu, ''İzmir'den Recep Tayyip Erdoğan'a çağrıda bulunuyorum, güvendiğin hangi belediye başkanı varsa göster, ben de Sayın Kocaoğlu'nu göndereceğim, istediğin televizyon kanalında yarışsınlar'' diye konuştu.   


Kılıçdaroğlu, CHP'li belediyelerin baskı altında olduğunu ileri sürerek, şöyle devam etti:
    

''Her türlü baskıya rağmen bizim belediyelerimiz görevlerini yapıyorlar. İstanbul'da belediye başkanları ile bir toplantı yaptım. O toplantının basına kapalı bölümünde şu bilgiler vardı; 'polis belediyenizi basarsa neler yapacaksınız'. Demokrasinin olduğu ülkede, anamuhalefet partisinin belediye başkanlarına, 'polis belediyenizi basarsa neler yapacaksınız' diye eğitim veriyoruz, bu utanılacak bir şey değil mi- Ama AKP iktidarı zorunlu olarak böyle bir dersi gündeme almamıza neden oldu. Sakin olacaksınız, avukat çağıracaksınız, imza attığınız tutanağı okuyacaksınız gibi temel bilgiler verdik. Çünkü AKP ve onun yönetim anlayışına güvenmiyoruz, güvenmediğimiz için belediye başkanlarımızı güvence altına almak istiyoruz.''
 


''İzmir'e engel olmayın''


İzmir'in dünyada en çok gelişen 4. metropol olarak gösterildiğini belirten Kılıçdaroğlu, İzmir'in önündeki en büyük engelin AKP iktidarı olduğunu ileri sürdü.
    

Kılıçdaroğlu, ''AKP iktidarının engeller çıkarmaması halinde İzmir'in gelişiminin artacağını'' ifade ederek, ''Açıkça söylüyoruz, elini İzmir'den çeksin, engel olmasın, İzmir'e sunulan hizmet ikiye üçe katlanacak. Bunu, ben taahhüt ediyorum. Elinizi İzmir'den çekin. İzmirli belediye başkanlarını bırakın, bakın nasıl çalışacaklar'' diye konuştu.
    

İzmir'in kentsel dönüşüm projelerinin Bakanlar Kurulu tarafından aylardır onaylanmadığını, başka belediyelerin projelerinin ise kısa sürede imzalandığını iddia eden Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
    

''İster polis, ister kaymakam, ister valinizle gelin, mücadeleyi 'AKP devleti'ne karşı veriyoruz. Tek parti iktidarı var. Yargı, vali, kaymakam, yasama organı emrinde. Demokrasiyi savunan tek güç var bu ülkede, o gücün adı Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Beceriksiz ve bereketsiz iktidarla karşı karşıyayız. İki büyük metropol onların elinde İstanbul ve Ankara. O kadar beceriksizler ki, metroyu yapamadılar, Başbakan baktı rezil olacağız dedi, bu işi Ulaştırma Bakanlığı'na devredelim dedi. İzmir ne yapıyor, devletten beş kuruş almadan, aslanlar gibi çalışıyor. Biz ülkeyi en sağlıklı yönetecek partiyiz. Bizim kadrolarımız çalışkanlığı ile özverisi ile bilgi birikimi ile AKP'nin bütün kadrolarının üstündedir, altına imzamı atıyorum. CHP cebine çalışan parti değil, CHP'li belediye başkanları kendilerine çalışan değil. CHP, bir siyasal parti olarak ülke çıkarları için insanı için mücadele eder, mutlu yaşaması için çalışır, üretir, çaba harcar. CHP'li belediye başkanları da kendileri için değil, halkı için çalışırlar, aramızdaki temel fark budur.''

BirGün



Nâzım'ın 49. ölüm yıldönümünde: Paspartu, tuval, ışık, palet, boya ve ressam lazım bize


Dün İstanbul Kadıköy'deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde birçok sanatçının katılımıyla büyük komünist şair Nâzım Hikmet'i anma etkinliği düzenlendi. Etkinlikte Asaf Güven Aksel tarafından yapılan açılış konuşmasını okurlarımızla paylaşıyoruz...

Hoş geldiniz...

Ölümünün 49’uncu yılında, Nâzım’a “iyi ki doğdun” demeye, yalnızca anmaya değil, kutlamaya, bir armağan sunmaya hoş geldiniz...

Bir ölüm yıldönümünde, doğum günü armağanı almak, doğumundan dolayı kutlanmak, insan iradesinden, isteğinden, seçimlerinden bağımsız olan doğumdan ve ölümden farklı olarak, bu unsurlarla belirlenen şeyle, sürdürülen yaşamla ilgilidir.

Nâzım Hikmet’in seçilmiş, iradesiyle yön verilmiş yaşamı deyince, söylenmiş ve söylenecek o kadar çok şey vardır ki, söz bulunamayan, sözün kifayet etmediği noktadayız desek yeridir. Şiirleri, oyunları, mücadelesi... Bunların bileşimi olarak yaşamı, ölümü...

Ben bütün bunların bilincinde olarak burada toplanmış olan size, birazdan sahne alacak bütün dostlarımıza, “hoş geldiniz” yerine, “renk kattınız” demek isterim.

Biliyorum, “renk katmak” tabiri, pek sevimli gelmiyor, asıl olan bir şeye bir yerinden katılmak çağrışımı içeriyor, bir anlamda onore eder gibi görünmekle birlikte önemsizleştirme gibi algılanıyor. Alt tarafı bir renkle, asıl olanı süslemek gibi duruyor...

Ama buradaki renk kelimesinin, Nâzım’ın boyası anlamında kullanıldığında, farklı bir boyuta geçeceğine, asıl olana dönüşeceğine dikkatinizi çekmek isterim.

Şeyh Bedreddin Destanı’nın sonunda yazdığı Millî Gurur Zeyl’ini bitirirken, bir vasiyet gibi, ihtiyaçlardan söz etmişti Nâzım. Bedreddin hareketini bütün azametiyle inceleyen kalın ilim kitapları, Karaburun yiğitlerini etleri, kemikleri, kafaları ve yürekleriyle diriltecek romanlar, ne ah eden ne ağlayan, dünü bugüne, bugünü yarına bağlayan şiirler lazım bize demişti. Bir de, boyaları kahraman tablolar istemişti... Bunlar lazımdı bize...

Bugün, ölümünün 49’uncu yılında yaptığımız bu armağan sunma toplantısının temasını ve amacını hakkıyla yerine getirebilmemiz, böyle bir tablo oluşturmamızla mümkün olabilir.

O tablonun bir paspartusu olacak, yaldızlarla, oymalarla, kabartmalarla süslenmeye ihtiyacı olmayan, sade ve önemini yitirecek geçicilikte. O paspartu, bir tuvali belirleyecek, diyelim ülkemizin, bütün halkların ülkelerinin, paspartular tarihe karıştığında bütün yeryüzünün ortak tuvali. Bir palet gerekecek, boyaları bir potada eriten, renklerini kaybetmeyen, ama birbiri içinde eriyip yeni renklere dönüşmekte tereddüt etmeyen, alaşımlar oluşmasını sağlayan. Bir fırça, o fırçayı tutan usta bir el, olmazsa olmazımız olacak. Renklerin oluşturduğu muazzam bir tabloyu tasarlayan, uygulayan, renkleri kendi rollerini üstlenmeleri için harekete geçiren, aklını, emeğini, terini o boyalara döken. Ve ışığa ihtiyacımız olacak, tabloyu görebilmemiz, renklerin derinliğini algılayabilmemiz için...

Paspartu, tuval, ışık, palet, boya ve ressam lazım bize.

Bir kısacık sözünden türettiğimiz, yorumladığımız, amatörce ilgilendiği bir sanat dalına ait bu kavramları, tanımları, adları, Nãzım’ın yaşamı gereği sosyolojinin, siyasetin diline tercüme edelim.

Yani bize bir bağımsız ülke lazım. Yani bize aydınlanma lazım. Yani bize, sınırsız ve sınıfsız bir yeryüzü ideali lazım. Yani bize örgüt lazım. Yani bize öncü lazım.

Ama bütün bunların bir muazzam tablo olabilmesi için, öncelikle renk lazım. Renk lazım, kahraman boyalardan oluşan.

Bu anma, bu kutlama gününün mesajı böyle olsun. Nâzım’ın özlediği tabloyu resmetmek olsun.

Ve size çağrımız, renginizi bir palete sunmak, bir ışıklı tablonun kahraman boyaları mertebesine ermek olsun...

Bu çağrının yanıtsız kalmayacağını bilerek, bir kez daha hoş geldiniz dostlar, renk kattınız...

(Sol-Haber Merkezi)